KAZAKİSTAN - ASTANA

MUHTELİF TARİHLERDE


"Kazakistan Genel ve Faydalı Bilgiler" yazımda buradaki iş yaşamımdan söz etmiştim. Kazakistan'a her yıl bir ziyarette bulunuyorum. Özellikle başkent Astana, hızlı büyümesi ve gelişmesiyle beni şaşkınlığa uğratıyor. Sanırım dünyanın hiç bir kenti bu kadar hızlı büyümüyordur.

Öncelikle bu şehrin yakın geçmiş hikayesini anlatayım. Bu şehrin adı daha önce Tselinograd iken, başkent olunca, Astana olmuş. Kazakça'da Astana, başkent anlamına geliyor. Sovyetler döneminin sonunda ayrılma sürecine kadar, başkent Almata (Almaty) iken, söylenti o ki, Turgut Özal'ın  Kazakistan'a yaptığı bir gezi sırasında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'e, başkentin daha orta bir yere taşınma önerisinin ardından, başkent Astana olmuş. Benim ilk gittiğim dönemde nüfus 350.000 civarında iken, başkent oluşundan sonra 700.000 i geçmiş durumdadır. Demek ki ben sonradan gelen 350.000 Astanalıdan daha eski Astanalıyım. Astana benim bir yabancı ülkede en fazla yaşadığım kent. Bu nedenle bu kente karşı ayrı bir sempatim var.

Astana, koskocaman bir bozkırın ortasında kurulmuş olan bir şehir. Eskiden bu şehre " Büyük Köy" derlermiş. Çoğunluk  tek katlı köy evleri ve az sayıda Rus mimarisindeki apartmanlardan  oluşan bir şehir. Eski bakımsız apartmanların merdivenlerinden çıkarken hep burnunuza gelen o ağır kokusu. Ya evine kadar çıkamayan, ya da dışarıdan gelip merdivenlerde hacet giderenler sebebiyle bu koku.


Ancak, yukarıda söz ettiğim gibi, özellikle Astana hızla çağdaş bir kent olarak kuruluyor. Önlerine hedef olarak 2030 yılını koymuşlar. Eminim bu yıla gelindiğinde dünyanın en modern şehirlerinden biri olacak Astana. Zaten bu yolda hızla yol alıyorlar.


Astana tam bir karasal iklimin yaşandığı, yazları +17 -+20 kışları ise -40  veya daha fazla soğukların yaşandığı bir şehir. Kışın orada bulunduğum dönemlerde soğuktan oldukça sıkıntı çektiğimi söylemem lazım. Yağan kar soğuktan buza dönüşüyor daha doğrusu buz yağıyor demek daha doğru olur. Tüm gece sabaha kadar ellerindeki demirlerle buz kıran insanları, özellikle kadınları görürsünüz sokakta. Gece gündüz demeden kar temizleyen araçlar faaliyettedir. Böyle yapılmasa metrelerce yükselecek buz kütlesi, kenti yaşanamaz duruma getirecektir.


Astana'nın ortasından bir nehir geçiyor, adı İşim (Esil) olan. Bu nehir kışları donuyor ve üzerinde gençler otomobil yarışı yapıyorlar. Aynı zamanda bu nehir kenti ikiye bölüyor. Çok kısa bir sürede nehrin karşı kıyısında yeni güzel idari binalar, kafe ve restoranlar, mağazalar, eğlence ve alışveriş merkezleri, iş merkezleri ve konutlar inşa edilmiş. Böylece, nehrin sol kıyısına “Yeni şehir” ve sağ kıyısına “Eski şehir” ad verilmiş.



                GEZİLECEK YERLER;








Kentin simgesi durumunda olan Baiterek, "yeni şehir" de bulunuyor 105 m. yüksekliğindeki bu anıt kuleden şehri panoramik olarak izlemeniz mümkün. 

Daha önceleri kentin en yüksek yapısı olan Baiterek, çevresine yapılan yüksek katlı binalar nedeniyle eski görkemli halini yitirmiş. En son gidişimde bunu görünce üzüldüm doğrusu.













Han Çadırı (Khan Shadyr), Türk mimar ve müteahhitlerince yapılmış olan bir alışveriş ve eğlence merkezi. Bu çadır aynı zamanda dünyanın en büyük çadırı ünvanını da taşıyor. İçinde bulunan havuzu, kumsalıyla, adeta bir deniz kıyısındaki plajda hissediyorsunuz kendinizi.






Astana’da “Atameken” Kazakistan Haritası” adlı açık hava müzesi var. Burada Kazakistan’ın on dört eyaletinin ve Astana ile Almati şehirlerinin ana yapılarının minyatür şeklinde yapılmış maketleri sergileniyor. Ayrıca diğer ülkelerin ünlü yapılarını da görülebiliyor. Bu alanı oldukça büyük, tüm sergilenen maketleri görmek için en az iki saat gerektiriyor. Gerçekten bütün Kazakistan’ı bir günde gezmişsin gibi bir duygu yaratıyor müze gezisi.  “Kazakistan Haritası” Mayıs ve Ekim ayları arasında açık oluyor.



Astana’da Akmola filarmonisi, Bölgesel etnografi ve Tarih müzesi, Güzel sanatlar müzesi, Milli opera ve bale tiyatrosu, Kazak müzik ve drama tiyatrosu, Rus drama tiyatrosu, Cumhurbaşkanın Kültür Merkezi müzesi de görülmeye değer tesisler.  







Kazakistan Cumhuriyeti Kültür Merkezi Müzesi, arkeolojik, etnografik bir müze. Müzede Kazakistan tarihi, savaş giysileri, atçılık ekipmanları, takılar, kitaplar ve resimler sergileniyor.






Mustafa Kemal Atatürk'e olan sevgileri ve saygıları nedeniyle, Türkiye Büyükelçiliği karşısındaki parka, Atatürk Parkı adı verilmiş. Atamızın batıya ve Türkiye'ye dönük bir heykeli de bu parkta bulunuyor. Yurtdışı seyahatlerimde Atatürk adına böyle anıtları görmek bana çok gurur veriyor. Keşke Türkiye'de de "bazı" insanlar onu kavrayabilse.

“Duman” adlı eğlence merkezinde dev akvaryum dikkati çekiyor. Burada ilginç bir deniz gösterisi izleyebilirsiniz, bir sürü balık çeşitleri ve deniz canlılarını, köpek balıklarını görebilirsiniz. Ayrıca çocuklar için oluşturulan  eğlence alanları oldukça güzel. Denize kıyısı olmayan Kazakistan'ın halkı böylelikle deniz canlılarıyla tanıştırılıyor.









Astana'ya gidişlerimde geçmiş dönemlerde tanıdığım  arkadaşlarımla da buluşup hasret gideriyor ve eskileri yad ediyoruz. Resimde Kazak arkadaşım Aydar Nurseitov ile.













Son gidişimizde okulların son gününe denk geldi. Okul kapanışlarında kızlar, resimde görüldüğü gibi, klasik kıyafetlerini, erkekler de takım elbiselerini giyiyorlar. Her ülkede yaptığımız gibi onlarla resim çekilmeyi ihmal etmiyoruz.



Astana'nın soğuk havası nedeniyle çocuklarını çok fazla dışarıya çıkaramayan alileler, güzel ve güneşli bir hava bulunca hemen kendilerini ve çocuklarını parklara atıyorlar. Astana'yı gezerken dördüz çocukları olan bir aileyi de bu nedenle kutluyoruz.

Astana'nın havası o kadar ilginç ki, bir gün önce kısa kollu giysilerle dolaşırken, ertesi gün çok soğuk oldu ve hatta kar atıştırdı Mayıs ayı sonunda..



Astana'da elektrik tesis işine başlayıp 2007 krizi nedeniyle devam edemediğimiz Tulpar AVM önünde de en azından bir resim çekileyim istedim.



Burada iş yaptığım dönemlerde Astana'ya ulaşmak ciddi bir sorundu. Ama artık yeni hava limanıyla birlikte, artan uçak seferleriyle, her yerden ulaşmak çok daha kolay. Bir çok hava ulaşım firmasının seferleri bulunuyor buraya.

Kuzey Kazakistan kenti Kostanay yazımı okumak için tıklayınız...


İYİ SEYAHATLER



İTALYA - VENEDİK

NİSAN 2018


Bassano del Grappa,  Marostica, Vicenza ve Verona'dan sonra şimdi sırada Venedik var.

Yıllar önce bir tur ile gelmiştik Venedik'e. Tur bizi San Marco meydanında bırakmış ve uzun olmayan bir süre sonunda da bizi oradan almıştı. Yani soranlar olursa, Venedik'e gitmiş gibi olmuştuk.

Oysa Venedik öyle sadece bir kaç saatte gezilecek bir yer değil. Bu kez Venedik'e üç tam gün ayırdık. Ama sonunda bu sürenin bile az olduğunu öğrendik.


Bassano del Grappa'dan yaklaşık bir saatlik tren yolculuğu sonunda, Venedik'in Cannaregio bölgesinde bulunan tren garına geliyoruz. Burası Venedik'in ana kara ile bağlantısını sağlayan köprünün hemen başında bulunuyor. Otobüs ve otomobil gibi kara taşıtlarının da bu ada üzerinde bulundukları yegane nokta burası. Artık buradan itibaren sadece vaporettolar, taksi tekneler, gondollar gibi deniz taşıtları ile yolculuk yapılabiliyor.

Ulli buraları iyi bildiği için bize Venedik için çok uygun fiyatta ve bahsettiğim bu noktaya yaklaşık 500 m. mesafede bir otel önerdi. Bu bizim için çok uygundu, çünkü Venedik içindeki oteller çok pahalı. Şayet Venedik dışında bir yerde kalsaydık, o zaman da hem zaman kaybı yaşayacak, hem de ilave ulaşım ücreti verecektik. Bize bulunduğu bu katkı için de kendisine ayrıca çok teşekkür ediyoruz.


Trenden inince haritayı takip ederek otelimize varıyoruz. Bize ayrılan oda oldukça geniş bir odaydı. Oysa Ulli bu otelin odalarının biraz dar olduğunu söylemişti. Ama yaptığımız rezervasyon sonrasında oteli arayarak, bizimle ilgilenmelerini söylemişti, sanırım bu yüzden böyle bir oda verdiler. Bir daha teşekkürler ona.


Venedik, İtalya'da daha önce gezdiğim Veneto bölgesinin başkenti. Po ve Piave nehirlerinin ağzında oluşan lagünlerden oluşan bir adalar zinciri. Kanallarla ayrılmış ve köprülerle birbirine bağlanan 400 adacıktan oluşuyor bu kent.

M.Ö. 10. yüzyılda burada yaşayan "Veneti" halkından alıyor ismini. Venedik Cumhuriyeti, ortaçağ ve Rönesans döneminde burası önemli bir finans ve güçlü deniz gücü yanında, önemli bir ticaret merkezi olmuş. Özellikle Rönesans dönemi başta olmak üzere birçok dönemde, önemli sanat merkezi olmuş.

Burasıyla ilgili yazacak çok şey var ama bazen resimler sözlerden çok daha fazla şeyler anlatır. Bu nedenle, az yazı, çok resimli olacak bu yazım.


Venedik'teki 1. günümüzde yürüme mesafesinde olan yerleri gezeceğiz. Otelden aldığımız haritayla, yıllar önce yegane bulunduğumuz nokta olan San Marco meydanına gideceğiz. İtalya'da Venedik'e gelmeden önceki günlerde gördüğümüz güneşli ve sıcak hava, burada yağmura ve biraz da soğuğa dönüyor. Dar sokaklardan ilerlerken çok fazla hissetmediğimiz bu durum, San Marco meydanına çıkınca adeta bir felakete dönüyor. Şiddetli rüzgardan insanların ellerindeki şemsiyeler kırılıyor ve herkes adeta sırılsıklam. Ama yine de insanlar meydanda bulunan San Marco Bazilika'sının ve Saat kulesinin resmini çekmeye uğraşıyorlar, bizim gibi. Aslında buraya daha sonra da geleceğiz ama nedense yine de fotoğraf çekmeye uğraşıyoruz. :)










San Marco Bazilikasını önceki gelişimizde gezdiğimiz için tekrar gezmek istemiyoruz. Bu nedenle sadece dışarıdan fotoğraflıyoruz. Kuleye de çıkılabiliyor ama bu havada o yükseklikte hava daha da kötüdür elbette.







Bu havada en iyisi, Venedik'in dar sokaklarında gezmek. Bu sokaklar içinde çeşitli ürünler satan dükkanlar, biraz genişçe bir alan varsa kafeler bulunuyor. İşte bunları gözleyerek ilerliyoruz. 


Karşımızda Venedik'in en ünlü ve en büyük köprüsü Rialto. Bu kötü havaya rağmen çok sayıda turist fotoğraf çekmeye ve çekilmeye uğraşıyorlar. Kimbilir belki, onlar da bizim daha önce geldiğimizdeki gibi, sayılı saatlere sahiptirler. Gerçi daha sonraki günlerimizde de bu köprünün altından üstünden geçeceğiz ama belki de ilk günün heyecanıyla fotoğraf çekiliyoruz biz de.


Bu kanallar şehrinde, her biri birbirinde güzel kanalları ve kanal üzerindeki köprüleri ilgiyle seyrediyoruz. Çoğunluk nüfusu eminim ki turistler oluşturuyor, bu dar sokaklarda bu insanların koşuşturmaları da ilginç, sanki bir yere acilen varmak ister gibiler.

Bir de şu önemli gözlemimi paylaşmak isterim; Burada bulunduğum süre içinde gördüğüm, buranın yerli halkının, turizmin önemli bir gelir kaynağı olmasına karşın, turistleri hazzetmedikleri. Turistlere bakışlarından anlaşılabiliyor bu duyguları. Vaporettolara ayrı bir yerden ve belki de bedava biniyorlar, böyle bir ayrıcalıkları var. Ama oturdukları koltuklarda yayılarak oturuyorlar ki başkası oturmasın. 

Otelimize dönüp, hem üzerimizdeki ıslak giysileri değiştiriyor, hem de biraz dinleniyoruz. 

Akşam yemeği için bir restorana gidiyoruz. İki ayrı fiks menü var. Birincisinde; Deniz ürünleri  içeren spagetti, balık ve salata. İkincisinde; istiridyeli spagetti, kalamar ve salata. İki ayrı menüyü de sipariş ediyoruz ki bu lezzetleri deneyelim. Ayrıca ev yapımı beyaz şarap ta sipariş ediyoruz.


Özellikle spagettilerin lezzeti adeta damağımıza yapışık kalıyor.


Venedik'teki 2. günümüzde, 2 günlük Venedik Unica kartı alıyoruz. Bu kartın günlük fiyatı 20 Euro, 2 günlük 30 Euro, 3 günlük olanı 40 Euro. Bu kart ile istediğimiz kadar vaporetto'ya binebileceğiz. oysa tek vaporetto geçişi fiyatı ise oldukça yüksek. Bu nedenle bu kartı almakta fayda var.


Venedik'in iki adasından başlayacağız güne, bunlar Murano ve Burano adaları. Bu adalara giden vaporettoya biniyoruz. Bir çok durakta dura dura nihayetinde Murano'ya varıyoruz.


Murano adası Venedik merkezine en uzak ve en büyük adası. Burası cam işçiliğiyle ünlü. Adada pek çok cam imalathanesi ve bu ürünleri pazarladıkları dükkanlar bulunuyor. Şöyle fiyatlarına göz gezdirdiğimizde astronomik olduklarına şahit oluyouz. Nurşen'in biraz içi kalmasına rağmen oradan anı olması için bile bir cam ürün almıyoruz.


Murano'da da Venedik gibi kanallar var. Bunların üzerinde karşı kıyıları birbirine bağlayan bir çok  köprü bulunuyor.


Bu arada öğle yemeği için bir marketten ekmek, peynir, yoğurt, domates ve muz alıyoruz. Ama bunları nerede yiyeceğiz? Adanın en geniş kanalının yanında yürürken, genişçe ve boş bir ahşap iskele görüyorum. Buraya oturup yiyeceğiz ama Nurşen biraz tedirgin. Neyse oturup başlıyoruz yemeğe ve yavaş yavaş etrafımız dolmaya başlıyor. Bizden cesaret alanlar hepsi bu alana gelip çantalarından çıkardıkları yemekleri yemeye başlıyorlar. :) Belki de Murano'da sokakta yemek yeme adetinin başlangıcını yaratmışımdır. :)


Bir süre daha bu adada dolaştıktan sonra yine vaporetto ile Burano adasına gidiyoruz. Bu ada Murano adasına göre daha küçük bir ada. Burano, Murano ve Venedik'te artık yeterince kanal gördük. Dolayısıyla artık bu görüntüler ilginç gelmemeye başladı.






Burano'da gezerken el işleri dikkatimizi çekiyor, diğer yerlerden farklı olarak. Murano cam işleri ile ünlü iken, burası da el işleriyle ünlü. 







Buradan tekrar vaporettoya biniyoruz, bu kez Venedik'in kuzey bölümünden San Marco meydanına doğru gidiyoruz. Bu gün hava dünkü gibi değil, bu yüzden insanlar telaşlı koşuşturmalarla değil, sakin bir şekilde geziyor ve fotoğraf çekiyorlar. Fotoğrafta büyük kanal üzerinde yol alan vaporettolar.

Vaporettodan, San Zakaria durağında iniyoruz. Buraya en yakın olan tarihi Chiesa di San Zacaria, ancak tadilat nedeniyle kapalı ve San Marco meydanının önemli bir parçası olan, Plazzo Ducale 'ye (Dükler Sarayı) doğru yürüyoruz.


Bu saray 9. yüzyılda şato olarak yapılmış ve süreç içinde büyütülerek son haline getirilmiş. Venedik Cumhuriyeti bu saraydan yönetilmiş. Hükümet Konağı, Adalet Sarayı, Dük konutu olarak kullanılmış. Bu yapı içerisinde ayrıca bir hapishane de bulunuyor.


Buradaki en ilginç köprülerden birisi de, Saray ile Adalet Sarayı arasındaki köprü. Buraya önceki gelişimizde rehberimiz, mahkemede ölüm kararı verilenlerin boynuna taş bağlayıp bu köprüden aşağıya atıldığını anlatmıştı.

Resimde görmüşken gondollardan da söz edelim. Venedik'in simgesi olan gondolların saatlik ücreti 80 Euro. Bu nedenle biz sadece fotoğraflamakla yetiniyoruz gondolları.




Artık günün sonuna varıyoruz. Buradan tekrar bir vaporetto ile otelimize dönüşe geçiyoruz. Venedik'in ana kanalında ilerliyor, ilginç ve tarihi binaları da ilgiyle izliyoruz.

Nihayet otelimizdeyiz. Günün yorgunluğunu attıktan sonra akşam yemeği için bir yer bakıyoruz. Bu akşamki adresimiz bir western restoran. Burada yemeğimizi bira eşliğinde yiyoruz ama dün akşamki deniz ürünlü spagettinin tadı hala damağımızda.


Venedik'teki 3. günümüze, bu kez Venedik'in güney tarafındaki Canale Della Giudecca rotası üzerinden gideceğiz. Adriyatik denizine  açılan kentin limanını geçerek bu kanala geliyoruz


Daha önce gezdiğim ülkelerde bu kadar katedral ve kilisenin olduğu bir başka şehir görmemiştim doğrusu. Venedik'te sadece bunları gezmek bile sanırım bir kaç güne mal olur. Biz de bu yüzden bunlardan önemli görülenlerin bir kısmına gittik.


Bu uzun süren yolculuktan sonra ilk durağımız Chiesa S. Giorgio Maggiore Bazilikası. Bu bazilika tam San Marco meydanının karşısında yer alıyor. Burası Vicenza yazımızda söz ettiğimiz, mimar Palladio'nun eseri. 1566 yılında yapımına başlanan bu eser, mimarın ölümünden sonra da devam etmiş ve özellikle ön cephede çok ciddi değişiklikler yapılmış. Burası gerçekten çok güzel mimariye sahip bir kilise.


75 m. yüksekliğindeki çan kulesine çıkıp, karşıdan San Marco civarı ve Venedik seyredilebiliyor, tabii ki ücreti karşılığı.


Katedralin önündeki meydandan da, San Marco Meydanı bölgesi bir hayli güzel görünüyor.


Buradan tekrar vaporettoya biniyor ve Arsenale'ye gidiyoruz. Arsenale, şimdiki Castello bölgesinde yer alıyor. Venedik Cumhuriyeti döneminde 1104 yıllarında yapımına başlanmış. Burası çok büyük bir tersane ve cephanelik olarak kullanılmış. Venediklilerin denizdeki üstünlüklerinin kaynağı burası olmuş. 3,2 km. surlarla çevrili bu alana sivillerin girmesi yasak. Biz de sadece dışarıdan fotoğraflayabiliyoruz.


Buradaki Museo Storico Nevale, deniz müzesine giriyor, Venedik'in ünlü teknelerini izliyorum. Bir dönemde Akdenize hükmeden bu Cumhuriyetin, bu gücü elde ettiği tekneleri görmek, oldukça ilginç geliyor bana.

Buradan yürüyerek San Marco meydanına ilerliyoruz. Aslında amacımız bu meydanı tekrar görmek değil ama karşı kıyıya giden vaporettolar buradan kalkıyor. Şimdi ilk durağımız karşı kıyıdaki, Santa Maria della Salute Bazilika'sı. Vaporetto ile karşıya geçiyoruz.


Burası Venedik'in Dorsoduro bölgesinde ve büyük kanalın girişinde bulunuyor, bir Roma Katedrali ve küçük bir bazilikadan oluşmuş. 1630 tan itibaren Venedik'te büyük bir veba salgını başlamış ve nüfusun üçte biri bu salgında hayatını katbetmiş. Venedik senatosu da vebadan kurtuluş nedeniyle, Meryem Ana'ya bir teşekkür anlamında,yeni bir katedral yapılmasına karar vermiş ve bu katedralin yapımına başlanmış.


Bu katedral büyük, aydınlık, güzel mimarisi, rölyefleri ve Meryem Ana doğuş sunağı ile ilgi çekiyor.





Buradan Dorsoduro bölgesini gezmeye devam ediyoruz. Yolumuz üzerinde Guggenheim Koleksiyonu var, hem zaman kıtlığı hemde ğiriş için ödenecek yüksek ücret nedeniyle burasını pas geçiyoruz.





Yine yolumuz üzerinde Accedemia Di Belle Arti var, Venedik'te çok sayıda müze de var ama sadece yukarıda söz ettiğim müze dışında hiçbir müzeye girmedik. Daha önce bunun nedenini belirtmiştim.


Yürüyüşümüze devam ediyor, Venedik'in San Polo bölgesine geçiyoruz. Bu kez karşımıza, Venedik'teki kiliselerin en büyüğü Chiesa del Frari çıkıyor. Ama yeterince katedral ve kilise gezdik ve üstelik burasının girişi de ücrete tabi. O yüzden kapıdan şöyle bir fotoğrafını çekiyorum sadece.


Artık günümüzün sonuna ve Venedik'teki son gecemizedeyiz.

Yarın memlekete dönüyoruz. Venedik San Marco havaalanına en iyi ulaşım şekli, Piazzale Roma'dan kalkan otobüsler. Biz de bu ulaşımı tercih ediyoruz.


İYİ SEYAHATLER






İTALYA - VERONA

NİSAN 2018

Dünkü Vicenza gezimizden sonra bugün yolumuz Verona'ya. Giuseppe ve Ulli ile birlikte yapacağız bu gezimizi. Ulli bu gezimizde bize rehberlik edecek.

Giuseppe sabah kahvaltımızdan sonra bizi otelimizden alıyor ve yola çıkıyoruz. Bu bölgede yapılan otoyol çalışmaları nedeniyle yolda zig zaglar çizerek ilerliyoruz. İtalya'da genelde yollar aslında çok güzeldir ama demek ki bu bölgeye sıra yeni gelmiş.

Verona'ya, Romeo ve Juliet aşk hikayesi nedeniyle "Aşıklar Şehri" deniyor. Kentin bir çok yerinde bulunan kalp işaretlerinin anlamı da bu. Bu kent 2000 yıllık geçmiş bir tarihe de ev sahipliği yapıyor. Kenti kuşatan surlar ve giriş kapıları Romalılar döneminde inşa edilmiş. 

Burası Veneto bölgesinde, Venedikten sonra en önemli kent durumunda. Buradaki ilk medeniyet bilgileri M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanıyor.

Arabamızı eski şehrin dışındaki bir parka bırakarak, şehrin Romalılar döneminden kalan duvarları üzerinde yürüyerek, Basilica San Zeno'ya ulaşıyoruz. Buradaki katedrale orada bulunduğumuz saatte giriş yoktu ancak Giuseppe görevlilerle konuşarak sadece 5-10 dakikalık izin alıyor ve içeri giriyoruz. Zaten bu sürenin bitiminde de ayin başlıyordu biz çıkarken. Dolayısıyla hızlı bir tur yapmış oluyoruz içeride.


İtalya'nın başlıca Romanesk baş yapıtı olan bu bazilika, şehrin en önemli tarihi yapılarından birisi. Venedik halkının Hıristiyanlığı kabulünde etkin rolü olan ve Afrika kökenli bir aziz, Verona'nın sekizinci piskoposu San Zeno'ya adanmış. Bazilikanın asıl çekirdeği 4. yüzyıla kadar uzanıyor.






Şimdi nehrin karşı tarafına geçip eski şehir bölgesini gezeceğiz, ama daha önce bir şeyler içmek için, kısa bir mola veriyoruz.







Kahvelerimizin ardından yola çıkıyoruz. Yolumuzun üzerindeki ilk mekan ve Ponte Scligero (Scligero Köprüsü), Catelvecchio Müzesi.


Bu kırmızı kemerli Ponte Scaligero oldukça ihtişamlı görünüyor. Burası Verona'nın Ortaçağ'daki en büyük ve en göz alıcı binası. 1354 yılında Adige nehri kıyısında inşa edilen bu bina, Bu köprü, Verona sakinlerinin baskınlar sırasında, kuzeydeki Avusturyalı akrabalarına kaçışını kolaylaştırmak için yapılmış.


Castelvecchio yüzyıllar boyu silah deposu, askeri akademi ve kışla olarak kullanılmış. 1925 yılında müzeye dönüştürülmüş. Bizimkiler müzeyi sonraya bırakmamızı önerdiler ama daha sonra da yeterince yorgun olduğumuz için müzeye girmedik.


Buradan kentin ünlü ve en büyük meydanı, Piazza Bra'ya gidiyoruz. Bu meydan, Arena, Gran Guardia Sarayı ve bir çok kafeye ev sahipliği yapıyor.


Arena, kentin en önemli simgelerinden birisi. M.S.1. yüzyılda inşa edilen bir Roma anfitiyatrosu. İlk yapıldığı yıllarada 30.000 kişiye ev sahipliği yapan bu anfitiyatro, bugün bazı bölümlerinin yıkılmış olması ve güvenlik nedeniyle, 15.000 kişiye ev shipliği yapabiliyor.

Döneminde halka ne tür oyunlar oynandığı ve ne tür şovlar sunulduğu tam olarak bilinememekle birlikte, antik sporlar ve gladyatör kavgalarının olması da ihtimal dahilinde görünüyor.

Napolyon döneminde de burası toplama kampı ve hapishane olarak da kullanılmış.


Artık burası gerçek bir sanat mekanı olarak kullanılıyor. 1913 yılında, Aida performansıyla, arena resmen opera ve baleye adanmış. (Bazı tarihi filmlerin ara sıra çekimleri hariç)

Bizim orada bulunduğumuz sırada Arena yeni sezon için düzenleniyordu. Bir gösteri dönemine denk gelemediğimiz için, ne yazık ki burada bir opera izleme şansımız olmuyor.

Bra meydanındaki önemli yapılardan birisi de Gran Guardia Sarayı. 17. yüzyılda yapımına başlanan bu binada, dönemler göre farklı amaçlarla kullanılmış. Şimdilerde konferans ve kongre merkezi olarak ve aynı zamanda sergi ve etkinliklerde kullanılıyor.


Buradan şehrin dar sokaklarından birinden, Erbe Meydanına doğru ilerliyoruz. Burası halen de kullanılan bir pazar meydanı. Yüzyıllar boyu bu meydan, şehrin ekonomik ve politik merkezi olmuş.


Bu meydanın her yeri anıtlarıyla ve tarihi binalarıyla adeta tarih kokuyor. 

Meydanda en eski anıt, 4. yüzyılda Roma dönemine ait olan, Madonna Verona isimli heykel ve çeşmesi bulunuyor. Bu anıt sonraki dönemlerde değişime uğramış.


Resimde çeşmenin arka planında görülen Maffei Sarayı, 17. yüzyılın başlarında yapılmış. Sarayın terasında Hercülese, Jupiter, Venüs, Merkür, Apollo ve Minerva heykelleri bulunuyor. Öndeki sütun üzerinde ise Venedik sembolü kanatlı aslan da burada yerini almış.


Bu sarayın hemen köşesindeki yapı ise, Gardello Tower. Bu kule kentin ilk çan kulesi ve bu kulenin çanı Catelvecchio müzesinde sergileniyor.



Meydanda bulunan önemli yapılardan birileri  de Casa Mazzanti evleri. Bu evler de duvarlarındaki freskler le dikkati çekiyor. Bu yapılar 14. yüzyılda yapılmış.


Meydanın bir köşesinde de Casa dei Mercanti Merchat'ın evi bulunuyor. Bu bina 1301 yılında yapılmış ama diğer binalar gibi zamanla değişime uğramış. 1797 de ev ismini değiştirmiş ve Ticaret Odası olmuş.


Meydandaki bir diğer önemli yapı Torre dei Lamberti (Lamberti Kulesi). Bu kule 1172 yılında Lamberti ailesi tarafından yaptırılmış.  Kulede 2 adet çan bulunuyor. Bunlardan biri, yangın çıktığında, iş başı ve bitimi saatlerinde ve saat başı çalınıyormuş. İkinci çan ise cenazelerde ve savaş uyarısı amacıyla çalınırmış. Bu yüksek kuleye çıkmadık ama çıkabilseydik Verona'yı tepeden görmüş olacaktık.


Bu kulenin içinde bulunduğu bina da Plazzo del Capitano (Capitano Sarayı). Ortasında geniş ve taşlardan yapılmış bir meydan bulunuyor. Bu saraya girişe izin verilmiyor.


Yolumuz üzerinde Dante'nin. heykeli gözümüze çarpıyor Hep biliriz Cahit Sıtkı Tarancı'nın ünlü şiirini;





Dante gibi ortasındayız ömrün,
Delikanlı çağımızdaki cevher
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.


Giuseppe'ye bu şiiri söylüyorum, bana " Evet Dante'nin" diyor ve kafam karışıyor !!! Tartışmaya girmeye gerek yok, bir tarafta Dante, diğer tarafta Cahit Sıtkı Tarancı.

Santa Maria Antica, Bu bölgede uzun yıllar hakimiyetini sürdürmüş olan Scala ailesine ait küçük bir kilise. Buranı önemi, daha ziyade 14. yüzyılda Verona'nın efendilerinin mezarlığı oluşu. Cangrande, Mastino2 ve Cansignorio'nun etkileyici mezarları dikkati çekiyor burada. 


Giuseppe daha önce de Marostica'da gösterdiği merdiven ambleminin, burada hüküm süren Scala ailesine ait olduğunu bir kez daha anlatıyor bana. Scala İtalyancada, "merdiven" demekmiş. İşte bu amblemle bölgede bir çok yerde karşılaşıyoruz.



Buradan Juliet'in evine doğru o ünlü balkonu görmek için yürüyoruz. O küçücük bahçe mahşer yeri gibi kalabalık. Balkona çıkma ücretli ve biz de pek gerekli görmüyoruz ve sadece aşağıdan fotoğraflıyoruz. Aşağıda da Juliet'in bir heykeli bulunuyor. Nedense her poz veren heykeli göğüslerinden tutuyor ve bu yüzden heykelin o bölümü parlak görünüyor. Biz de bu geleneğe uyuyoruz tabii ki. :) Bunun anlamı Jüliet'in sağ memesine dokunmak şans getirirmiş.:)


Artık karnımız da iyice acıktı. Önceki iki gün lazanya yemek istemiş ama bir lazanyacı bulamamıştık. Bu kez lazanya yapan nehir kıyısındaki bir restoranda oturup, güzel manzara eşliğinde lezzetli lazanyamızı yiyoruz. Kaş göz arasında Ulli gidip hesabı ödüyor. Bize gerçekten misafirperver davrandılar hep.


Hemen karşımızda Castel San Pietro bulunuyor. Burasını sadece karşıdan seyretmek ve fotoğraflamakla yetiniyoruz. Burada da Roma döneminden kalan bir tiyatro da bulunuyor ve  o sırada restorasyonu sürüyordu. Aslında gidip gezmek gerekiyordu ama buraya ayırdığımız 1 gün yeterli olmuyor buradaki herşeyi görmeye. 


Yemeğimizin ardından kentin ünlü taş köprüsü, Ponte Pietra'ya yürüyoruz. Yapımı M.Ö. 100 yıllarına dayanan bu köprü, Verona'nın en büyük ve en eski köprüsü.  Köprü üzerinden hem çevreyi hem de Adige nehrinin akışını izliyoruz. 


Yolumuz üzerindeki katedral, Catedral de Verona. 1187 yılında inşası tamamlanmış olan bu  Romanesk tarzdaki katedral, Verona'nın en büyük katedrali. Dış cephe, ana cephesi ve asla tamamlanmayan devasa çan kulesi ile ama daha ziyade güzelliği ve büyüklüğü ile dikkat çekiyor. Verona katedralinin iç kısmı, tapınak boyunca dağılmış fresklerle ve paha biçilemez resimlerle dolu .


Artık oldukça yorulduk ve geriye dönmeye karar veriyoruz. Burada Giuseppe'nin dediğine göre, İpek yoluna giden Roma ana yolunda bulunuyoruz. Bunun önemli bir izi de Roma döneminden kalan, şimdilerde binalar arasında kalmış olan, bu yol üzerindeki kapısı.


Yine bu yol üzerinde bulunan ancak daha sonra taşınan bir başka Roma kapısının altındaki taşlar üzerindeki araba tekerleklerinin izi dikkati çekiyor.


Artık geriye dönüş vakti. Arabamıza binip Bassano del Grappa'ya dönüyoruz.

Yine Giuseppe'nin evine gidiyoruz. Burada bize yaptığı ikramlardan sonra, bizi otelimize bırakıyor ve vedalaşıyoruz.

Giuseppe ve Ulli'ye gösterdikleri dostluk ve ilgiden dolayı çok teşekkür ediyoruz.

Seneye Türkiye'de olacaklar, görüşmek üzere.

Yarın yolumuz Venedik'e

Venedik seyahatimizi okumak için tıklayınız..

İYİ SEYAHATLER