PORTEKİZ - LİZBON

 EYLÜL 2024

Portekiz'deki ilk durağımız Porto'dan sonra sıra Lizbon'a gelmişti. Porto'dan Lizbon'a hızlı tren ile gitmeyi planlamıştım ancak o saatlerde yol üzerinde meydana gelen orman yangını nedeniyle istasyonda 4 saat beklemek zorunda kaldık. Daha sonra yola çıktığımızda yangın bölgesinden geçerken hala tüten dumanları gördük ve yanık kokularını teneffüs ettik.

Bu nedenle Lizbon'a planladığım zamana göre oldukça geç vardık. Lizbon merkezi tren istasyonundan, şehir içi tren ile Queluz semtindeki kalacağımız (Apartamentos Turisticos Queluz)'a vardığımızda vakit oldukça geç olmuştu.

Lizbon gezinizde burasını barınma için öneririm, hem güzel, geniş ve temiz bir daire ve çok yardımsever bir sahibi var.

Ertesi gün evde yaptığımız kahvaltıyı takiben, kenti keşfe başlamak için yola çıktık. Evden tren istasyonu biraz uzaktı ve bu yüzden her seferinde epeyce yürümemiz gerekti. Buradan şehir merkezindeki Rossio İstasyonuna da her seferinde buradan geçen trenle ulaştık. 

Pedro IV (Rossio) Meydanı (Praça Dom Pedro IV);

Portekiz Kralı 4. Pedro'nun adının verildiği bu meydanın tam ortasında yer alan uzun sütun üzerinde  4.Pedro'nun bronz bir heykeli bulunuyor. Meydan tarihi binalarla çevrilmiş vaziyette.

Burası orta çağdan beri kutlamalar, boğa güreşleri, ayaklanmalar, mitingler ve çeşit çeşit gösteriler için kullanılmış.

Sao Jorge Kalesi (Castelo de S. Jorge);

Öncelikle kente yukarıdan bakmak amacıyla bu kaleye gittik. Kendimizi yormamak için buraya otobüs ile gittik. Bu kadar dar yollarda o koca otobüsü harika kullanan sürücüyü tebrik ettim doğrusu. Çünkü bu kadar dar sokaklarda normal araba kullanmak bile oldukça zor olmalıydı.

Kale, tarihi merkezin en yüksek tepesinde bir konumda duruyor ve ziyaretçilere şehrin ve Tagus Nehri ağzının en güzel manzaralarından birini sunuyor.

Çeşitli halklar tarafından birkaç kez yeniden inşa edilmiş ve farklı isimler alan kalenin ilk duvarları M.Ö. 2. yüzyıla dayanıyormuş. 14. yüzyılda Kral John I'in emriyle şövalyelerin ve haçlı seferlerinin koruyucu azizi olan Aziz George'a olan saygıdan dolayı kaleye onun ismi verilmiş.

Kaleyi gezerken yine geleneğim gereği, yabancı bir kız ile fotoğraf çekildim. Foto by; Nurşen Yavaş.

28 no'lu tramway;

Buraya otobüs ile çıktığımızı yazmıştım ama burada turistlerin daha çok kullandığı 28 no'lu tramway bulunuyor. Bu tramway hem nostaljik hem de çok popüler. Tramwayda yer bulmak kolay değil biz de bu yüzden Kaleye otobüs ile çıkmayı tercih ettik.

Kalabalıktan sıkıntı duymazsanız bu tramway ile Alfemo bölgesini gezmek çok daha kolay. Çünkü dik yokuşlar ve inişler yürüyerek oldukça zordu.

Buradan aşağıya doğru yürüyerek inerken bazı yerlerde asansörlerin olduğu dikkatimizi çekti. Bu asansörleri kullandık ve daha az yorulmuş olduk.

Ticaret Meydanı (Praça do Comercio);

Praça do Comércio, eski ismi Terreiro do Paço'ymuş. Buradaki sarayın 1755 yılında depremden yıkılmasından sonra Saray meydanı olan bu alan, Ticaret Meydanı olmuş. Meydan çevresinde renkli tarihi binalar bulunuyor. Bu binalar şimdi hükümet binaları olarak kullanılıyormuş. 

Meydanın ortasında, 18. yüzyılın başlıca Portekizli heykeltıraşı Joaquim Machado de Castro tarafından 1775'te dikilen D. José'nin atlı heykeli bulunuyor.

Meydanın kuzey tarafında, Baixa'nın girişi olan Rua Augusta Zafer Takı bulunuyor.

Rua Augusta;

Akşam yemeğimizi kentin ünlü restoranlarının bulunduğu Rua Augusta'da yedik. Şarap eşliğinde deniz mahsülleri menülerinden denedik ama burası tam turist tokatlayıcı bir restorandı ve hiç memnun kalmadık. Oysa sokak içlerinde bulunan restoranların, ki daha sonra buralarda yedik, yemekleri hem lezzetli hem de fiyat olarak daha uygundu.

Ertesi gün gezimize Belem'den başladık.

Belem Kulesi (Torre de Belem);

Kentin sembollerinden birisi olan Belem Kulesi, 1514 ile 1519 yılları arasında nehrin kuzey kıyısından biraz uzakta, bazalt bir çıkıntının üzerine inşa edilmiş.

Kulenin yapılış amacı, Lizbon limanını istilacılardan korumakmış. Yıllar geçtikçe bina bir hapishane, gümrük binası ve deniz feneri olarak da kullanılmış. 

Portekiz anıtını çevreleyen alan kendi başına bir cazibe merkezi. Manzara günün saatine göre değişiyor: gelgit, tepede güneş veya gün batımı. Kulenin yakınındaki duvarlarda veya basamaklarda oturup onu hak ettiği sakinlik ve dikkatle seyretmek için biraz zaman ayırmaya değer.

Biz de kule içine girmeyip civarında dinlenip manzarayı izlemeyi tercih ettik.

Belem Kulesinin devamında bulunan Keşifler Anıtı (Padrao dos Descobrimentos Anıtı)'na doğru yürüdük.

Keşifler Anıtı (Padrao dos Descobrimentos);

Burası Tajo Nehri'nin yanında bulunan ve ulusal tarihin altın çağını hatırlatan anıtsal bir heykel olan Padrao dos Descobrimentos. Bu devasa taş karavel, mimar Cottinelli Telmo ve heykeltıraş Leopoldo de Almeida tarafından 1940 yılında Portekiz Dünya Sergisi için inşa edilmiş.

Fırtınalar Burnu'nu Ümit Burnu'na dönüştüren Bartolomeu Dias, Hindistan'a deniz yolunu keşfeden Vasco da Gama, Brezilya'yı keşfeden Pedro Alvares Cabral ve Güney Pasifik'i geçip Dünya'nın etrafını dolaşan ilk Avrupalı ​​olan Fernao de Magalhaes gibi başlıca denizciler bu anıtta yer alıyor.

Bu anıtın etrafında dolaştıktan sonra buradan Jefonimos Manastırına gittik.

Jeronimos Manastırı (Mosteiro dos Jerónimos); 

Bina, 1495'ten 1521'e kadar saltanat süren Kral Manuel I'in girişimiyle inşa edilmiş. Keşifler Çağı'nda gemilerin ve karavellerin yelken açtığı yer olan Tagus Nehri'nin yanındaki tarihi ve anıtsal bir ortamda yer alıyor. Kral Manuel I, yalnızca Lizbon limanını ve Tagus Nehri ağzını değil, aynı zamanda o sırada inşa halinde olan Jerónimos Manastırı'nı da korumak amacıyla Belém Kulesi'nin inşa edilmesini emretmiş. 

Portekiz mimarisinin bir şaheseri, Aziz Jerome Tarikatı için tasarlanmış olan ve Jerónimos Manastırı olarak da bilinen Santa Maria de Belém Kraliyet Manastırı, 1907'den beri Ulusal Anıt olarak sınıflandırılmış ve 1983'te UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne eklenmiş.

Burasını gezmek için bilet almak istedik ama bilet satış yeri kapalıydı. Kapı görevlisine durumu söyledim o da bizi Katedral bölümüne biletsiz aldı ama diğer yerlere giremeyeceğimizi söyledi. Dolayısıyla o güzel manastırı gezememiş olduk.

En azından katedrali ve Vasco do Gama anıt mezarını görmüş olduk. Yukarıdaki fotoğrafta Vasco do Gama anıt mezarı.

Artık yeterince yorulmuştuk ve eve dönmenin zamanı gelmişti.

Sabah kahvaltımızı takiben kiralık evimizin hemen karşısında bulunan, Queluz Sarayı (Palácio de Queluz) gitmekle gezimize başlamış olduk.

Queluz Sarayı (Palácio de Queluz);

Buradan itibaren sarayla ilgili bilgileri Wikipedia'dan alarak paylaştım.

''Queluz Sarayı, Portekiz Rivierası'ndaki Lizbon Bölgesi'ndeki Sintra Belediyesi'nin bir şehri olan Queluz'da bulunan 18. yüzyıldan kalma bir saraydır''.

''Avrupa'da tasarlanan son büyük Rokoko yapılarından biri olan saray, Kral Joseph I'in kardeşi Kraliçe Maria I, daha sonra kocası ve kral jure uxoris (Kral Peter III olarak) olacak olan Braganza'lı Peter için bir yazlık olarak tasarlanmıştı''. 


Peter'in ölüm anı resmedilmiş.

''Sonunda, 1786'da Peter III'ün ölümünü izleyen yıllarda ciddi bir akıl hastalığına yakalanan Maria I için gizli bir hapishane yeri olarak hizmet etti. 1794'te Ajuda Sarayı'nın yangında yıkılmasının ardından , Queluz Sarayı, Portekiz Prensi Naibi John ve ailesinin resmi ikametgahı oldu ve Fransızların Portekiz'i işgal etmesinin ardından (1807) kraliyet ailesi Brezilya'daki Portekiz kolonisine kaçana kadar öyle kaldı''.

 
Sarayın Tören Cephesi

''Saraydaki çalışmalar 1747 yılında Portekizli mimar Mateus Vicente de Oliveira yönetiminde başlandı. Çok daha küçük olmasına rağmen saray sıklıkla "Portekiz Versayları" olarak anılır''.


''1826'dan itibaren saray, Portekiz hükümdarlarının gözünden yavaş yavaş düştü. 1908'de devletin malı oldu. Ciddi bir yangının ardından 1934'te iç kısmının üçte birini boşaltan saray kapsamlı bir şekilde restore edildi ve bugün büyük bir turistik cazibe merkezi olarak halka açık''.


Neptün Çeşmesi

''Sarayın Kraliçe Maria I Pavyonu olarak adlandırılan bir kanadı Manuel Caetano de Sousa tarafından yaptırılmıştır , şu anda yabancı devlet başkanlarına tahsis edilmiş Portekiz'in resmi devlet konukevi olarak kullanılıyor''.


''Queluz'un mimarisi, 1690'da Brezilya altınının keşfedilmesinin ardından gelen Portekiz kültürünün abartılı bir dönemini temsil ediyor. 18. yüzyılın başından itibaren, yeni zenginleşen aristokrasinin taleplerini karşılamak için Portekiz'de birçok yabancı sanatçı ve mimar çalıştırıldı; Rönesans'tan türeyen klasik mimari fikirlerini de beraberlerinde getirdiler. Queluz, tasarımında bir başkaldırıdır Avrupa'nın her yerinde Rokoko stilinden önce gelen daha erken, daha ağır, İtalyan etkisindeki Barok tarzı''.


Alıntılar: Wikipedia

Bu büyük saraydaki gezimizi, biraz uzun sürdü, tamamladıktan sonra tekrar Rossio'ya gittik. Burada eksik bıraktığımız yerleri tamamlamaya çalıştık.

Santa Justa Asansörü (Elevador De Santa Justa);


Lizbon'a gelen turistlerin çokça ilgisini çeken bir asansör. Biz de bu asansöre binmek istedik ancak o kadar uzun bir sıra vardı ki, yarım saat beklediğimiz halde, yarısına bile gelememiştik vazgeçtik.  O kadar kısa mesafe için ödenecek ücret de 6 EURO idi.


Kalan zamanımızı Rosario meydanı civarında dolaşarak geçirdik. Akşam tekrar evimize döndük.

Ertesi gün hem Lizbon'da hem de seyahatimizin son günündeydik. Bu günümüzde de Avrupa'nın en batısı olan Cabo da Roca'ya gitmeyi planlamıştım. Queluz'dan trenle Sintra'ya gittik. Oradan otobüs ile Cabo da Roca'ya giderken o dar yollardaki trafik şıkışıklığı nedeniyle oldukça zaman kaybettik.


Trafik sıkışıklığının nedeni o bölgede bulunan masallardaki gibi müthiş güzellikte saray ve kalelerin oluşuydu. Lizbon'a gitmeden önce Lizbon ile ilgili okuduklarımda bunlara rastlamamıştım. Yani sadece yolda giderken bunları görmüş, zamanımız kalmadığı için bunları gezememiştik. Şehir merkezinde geçirdiğimiz o baş zamanların yerine bunları tercih ederdik. Lizbon'a gidecekler için; öncelikli olarak burasını tercih etmenizi öneririm.

Cabo da Roca;

Daha önce yazdığım gibi burası Avrupa'nın en batı ucu. Burada bir deniz feneri bulunuyor. Ayrıca müthiş güzellikte Okyanus ve kıyı manzaralarına ev sahipliği yapıyor.

Fener, Atlas Okyanusu'ndan 165 metre yukarıda bulunuyor.  İlk olarak 1772'de faaliyete geçen üçüncü dereceden bir deniz feneri. 


Cabo da Roca civarında, uçurumlar 100 metreden daha yüksekteymiş ve kuvvetlice kıvrılmış ve faylanmış tortul birimlerden oluşan kristal kayalara oyulmuş.

Biz de bu doyumsuz manzaraları izlerken fotoğraflarını da çekiyoruz.


Birçok göçmen ve deniz kuşu, kıyı bölgesinin uçurumları ve korunaklı koyları boyunca geçici olarak yaşarmış.

Tabii ki burası çok özel bir yer ve biz de böyle bir yerde bulunmanın keyfini yaşıyoruz.


Burada bulunan Cabo da Roca'yı kıta Avrupası'nın en batı noktası olarak ilan eden bir anıt herkesin ilgisini çekiyor ve herkes fotoğraf çekilmek için sıraya girmiş vaziyetteydi. Tabii ki biz de sıraya girdik.

Nurşen'in buradaki daha yakın planda çekilmiş olan fotoğrafıyla yazımı sonlandırmak istiyorum. Dikkat ettiniz mi bu anıt üzerinde iki tane ay-yıldız var. Ama bunun hikayesini ben de bilmiyorum.

Artık Lizbon'daki son saatlerimizi burada tamamlayıp, akşam uçağıyla İzmir'e döndük.

İYİ SEYAHATLER