MISIR - LUXOR

Mayıs 1993             
     
EN BÜYÜK MEDENİYETLERDEN BİRİNDEN GERİYE KALANLAR;

Mısır'a 1993 yılında eşimle, İstanbul - Kahire - Luxor Aswan Kahire - İstanbul güzergahını takiben gittik. Kahire havaalanına indiğimizde, Luxor'a gitmek için transit yolcu salonunda beklerken, cam bölmenin dışında bulunan Mısırlı erkeklerin bizlere sanki uzaydan gelen yaratıklarmışız gibi bakışları beni çok şaşırtmıştı. Neredeyse izdiham yaşanıyordu cam bölmenin arkasında.

Aslında koskoca bir medeniyeti yaşamış bir ülkeyi anlatmak bu küçük yazı sınırlarının çok ötesinde, ancak biz özetlemeye çalışacağız genel ve önemli gördüklerimizi.


İç hat seferiyle Kahire'den, Luxor'a uçtuk. Havaalanından transferle Nil nehri üzerinde 4 gün boyunca Luxor'dan, Aswan'a seyahat edeceğimiz otel gemimize ulaştık. Yanyana dizilmiş gemilerden geçerken ağır baharat kokuları rahatsız ediciydi. Hele birinde o kadar çoktu ki, inşallah bu gemide kalmayız diye dua ettik doğrusu. Neyse ki gemimizde o denli rahatsız edici bir durum yoktu.

Önce biraz gemiden söz edeyim; Gemi bir otel gemi olarak inşa edilmiş. Banyolu odaları, geniş yemek salonları, çevreyi izlemeye uygun güvertesi ve güvertede spor aletleri olan bir gemi. Genelde gece boyunca uzun mesafeli yolculuklar ve gündüzleri ise Nil nehri boyunca o büyük medeniyetin yaşandığı yerlere ziyaretler yapılıyor. Genelde yemekler gemide yeniyor. Garsonlar erkeklere içki servisi yaparken, bir şey demiyorlar ama kadınlara servis yaparlarken " haram, haram" diyorlar. Yemekler güzel sayılır ama bazılarında baharatı fazla bu nedenle  rahatsızlık verici olabiliyor.




Akşamları gemide düzenlenen eğlenceler de hoş oluyor. Bu eğlencelerin olmazsa olmazı dansöz. Biz de bu eğlencelere aldığımız yerel kıyafetlerle katılıyoruz. Böylesi bir yolculuk oldukça keyifli.


Gemideki 4 günlük seyahatimizz boyunca odamızın penceresinden zaman zaman, nehirde yüzen "Nil Gülleri" ni seyretmek oldukça hoş bir görüntüydü. Nil nehri oldukça uzun ve bir kaç ülke kateden ve bu ülkelerinin atıklarını da taşıdığı için, oldukça pis bir nehir. Ama buna rağmen nehirde yüzenleri görmeniz mümkün. Nil nehrinin yanındaki vaha oldukça canlı, burada tarım yapılıyor. Ancak düzlüklerin bittiği yerden itibaren çöl başlıyor. Bu genişlik bazı yerlerde Nil'den kilometrelerce bir mesafe iken bazı yerlerde sadece metrelere kadar düşebiliyor. Düzlüğün bittiği yerden itibaren hemen çöl başlıyor. Bu büyük medeniyet işte bu Nil havzasında kurulmuş, gelişmiş ve bitmiş. Geriye o medeniyetten sadece antik eserler kalmış. Şimdiki Mısır yaşamında o medeniyetten eser göremiyorsunuz ne yazık ki.


Krallar Vadisi,  M.Ö. 1500 - 1000 yılları arasında ölen Firavun ve önemli devlet adamlarının defnedildiği bir bölge. Dağlar oyularak bir dehliz haline getirilmiş, dehliz içinde az sayılamayacak bir mesafe yürünerek varılıyor firavun mezarına. Dehlizlerde o dönemde yapılan resimler hala canlılığını koruyor. Firavunların buraya definlerinin sebebi, piramitlerin talan edilmesi ve mumyalı olan cesetlerin sıcaktan çürümemesi olarak gösteriliyor. Orada bulunduğumuz sırada arkeologlar yeni buldukları bir mezar girişini açıyorlardı. Bu çalışmalar hala devam ediyor ve tam olarak ne kadar mezar bulunduğu henüz bilinmiyor.

   

Mısır tarihinin tek kadın Firavun'u Hatşepsut, tarihe oldukça derin izler bırakmış. Adına yapılan tapınağa uzunca bir yoldan ilerlenerek varılıyor. Bizim gezimizden sonraki günlerde, buraya gelen bir Alman turist gurubuna "Müslüman Kardeşler " örgütünce, bu yol üzerinde yapılan silahlı saldırı sonucunda, çok sayıda turist can vermişti.


Krallar Vadisinde yapılan arkeolojik kazılar sırasında bulunan bir mumyanın, Firavun Hatşepsut'un mumyası olduğu tesbit edilmiş. Resimde onun mumyası.    



Nil vadisi çevresinde çok sayıda Büyük Mısır Medeniyeti'nden kalan bir çok eser var ve seyahatimiz süresince bunlarda çoğuna uğradık. Bunlardan en çok ilgimi çekenlerden birisi de "Vergi Metre" nin bulunduğu tapınak. Bu tapınakta bir kuyu oluşturulmuş, Nil nehrinin o yılki su seviyesini ölçen, üzerinde skalalar bulunan bir ölçü cihazı yaratılmış. Nehrin su seviyesinin yüksek olması durumunda verimin arttığı, aksi durumda ise verimin düştüğü düşünülerek o yılın vergisi buna göre belirleniyormuş.


Bir tapınağın girişinde keçi başlı aslan gövdeli heykeller sıralıydı. Anıtkabir'deki aslanlı yol gibi. Turdaki muzip bir arkadaşımız yüksek sesle " Şimdi bir hanımefendi ile konuştum, bana " Nasıl böyle bir şey olabilir gövdeleri aslan, başları boynuzlu keçi" dedi. Ben de ona " Hanımefendi, siz kimsenin özel hayatına karışamazsınız "dedim, demesiyle kahkahalara boğulmuştuk.


Gezdiğimiz tapınaklarda en görkemli olanlardan birisi Luxor Tapınağı'ydı. Bu tapınakta gezerken rehberimiz duvardaki hiyeroglif yazılarından birisini okudu bize. Oradaki yazıda şu yazılıymış, Luxor'un erkekleri bir savaşa gidince Tanrı RA tek başına kalmış Luxor'da. Savaş bitince erkeklerden geri dönmüş bir de bakmışlar ki kadınların hepsi hamile....Bravo valla Ra'ya ne de olsa tanrı değil mi. :)



Yine Nil Nehri üzerinde bulunan önemli tapınaklardan birisi de, Karnak Tapınağı'ydı. Bu tapınakta buluna dev sütunlar ve tabii ki tanrı heykelleri çok dikkat çekiciydi.

Mısır halkı çok fakir, sokakta rahat yürüyemiyorsunuz etrafınızı hemen çeviriyorlar " bahşiş bahşiş " diye ellerini uzatıyorlar. Hatta bunu yapan polis ve asker üniformalılar bile var.



Mısır'da müslüman kadınlar evlenmeden önce renkli giysiler giyiyorlar ancak evlendikten sonra kara çarşaf giymek zorundalar.

Ülke çok pis, insanlar da öyle. Dışarıdan deyim yerindeyse kabuklu yumurta bile yememelisiniz.


Mısır'da heykel sanatı çok gelişmiş, sokak satıcıları veya hediyelik eşya satan dükkanlardan satın alabilirsiniz. Hatta ilk hiyeroglif yazılarının yazıldığı papirüs üzerine de hiyeroglif yazılar veya tanrı resimleri yapılmış olarak ta satılıyor.  Ama bunların bazıları gerçek papirüs olmayıp muz gövdesinden sahteleri de olabiliyormuş.  Ama anlaşılması da kolay değil.


Sokak satıcılar her yerde çevrenizi sarıyorlar, ellerinde genellikle granitten yapılmış heykelcikler ve papirüs'e yapılmış resimler oluyor. İnsana resmen yapışıyorlar. Özellikle bu sırada kadınları taciz de ediyorlar, bayanları korumaya almalısınız. Pazarlığın sınırı yok, eğer satıcıya fiyat sorarsanız kurtuluşunuz yok. Ben birine fiyat sordum, sonra 1/100 fiyat teklif ettim üzerimde kaldı. İşte böylesine pazarlık edebiliyorsunuz.


Gelelim antik dönem tanrılarına; biz genelde Ra'yı biliriz Mısır tanrısı olarak, bulmacalarda da çokça çıkan. Ama burada en önemli tanrını Horus olduğunu öğrendik. Horus şahin başlı bir tanrı resimde görülen. Ayrıca , AnubisHatorİsisOsiris gibi önemli tanrıların yanında isimlerini sayamayacağımız kadar çok tanrı da var.

Ayrıca bizim "bok böceği" dediğimiz böcek de burada kutsal.





Tanrı Anubis ve Tanrı Hator.


Bir çok tapınakta Horus heykeli de görmek mümkün. Nurşen de Horus heykeli le anı fotoğrafı çekiliyor.


Mısır seyahatimizin  ASWAN bölümünü okumak için tıklatınız...

 
İYİ SEYAHATLER









ÖZBEKİSTAN - GENEL ve FAYDALI BİLGİLER

Ekim 2014

Kazakistan'da iş yaptığım yıllarda hep Özbekistan'a gitmeyi düşünmüş ama gerçekleştirememiştim. 2014  yılının son seyahati olarak burasını gündemime aldım. Türkiye'den THY ile Taşkent'e direkt uçuş olmasına karşın, Almata üzerinde gelmek daha hesaplı olması nedeniyle bu yolu tercih ettim.

Öncelikle Özbekistan ile ilgili genel ve oraya seyahat etmeyi düşünenlere faydalı bilgiler vermek istiyorum;


Özbekistan eski Sovyet Cumhuriyetleri dışındaki tüm ülkelere vize uyguluyor. (Bu yazıyı yazdığım tarihte öyleydi şimdi Türklere vize yok) Özbekistan'a gitmek oldukça uzun süren bir vize süreciden sonra gerçekleşebiliyor ve en az 3-4 haftalık bir süreç bu. Bunu bilmediğim için, Eylül için planladığım bu seyahat Ekim ayına kaldı ve hava durumundan endişeli olarak gittiğim Özbekistan’da ilk 2 gün yağmur ve soğuk ardından güneşli ve sıcak günlerde dolaştım. Özbekistan için en iyi gezme dönemlerinin Nisan-Mayıs-Haziran ortası ile Eylül ve Ekim ayları olduğunu orada öğrendim. Arada kalan dönemler çok sıcak oluyormuş, bu nedenle programınızı yaparken bunlara dikkat etmekte fayda var.


Havaalanı gümrükte bir deklarasyon doldurmanız gerekiyor, üzerinizde bulunan para ve kıymetli eşyalar için. Bu daha önceki yıllarda zaman zaman bulunduğum Kazakistan’da da vardı ama daha sonra kaldırıldı. Sanırım zaman içinde de burada kaldırılacaktır diye düşünüyorum.


Özbekistan’da otelden başka bir yerde kalmanıza izin verilmiyor. Kaldığınız otelden orada kaldığınıza ilişkin bir belge (registre) almanız gerekiyor. Bu belgeler çıkışta gerekecek, bunlar olmazsa para ve hapis cezası uygulanıyor deniyor ama benim bu belgelerime çıkışta bakan olmadı. Yandaki resim, Taşkentte kaldığım, Özbekistan oteli şehrin merkezinde ve Amir Temur Meydanı'na bakıyor.

Burası oldukça güvenli bir ülke, her 50 metrede bir yollarda ve metro girişlerinde bir polisle karşılaşıyorsunuz. Bunun sebebi de 1999 yılında bir binada gerçekleştirilen patlama ile darbe girişiminde bulunulması. Fetullahçı cemaat okulu öğretmenlerinden 2 kişinin bu olayın içinde olmaları nedeniyle, cemaatin okulları kapatılmış. Bu şahıslar Türkiye'ye kaçmışlar tüm ısrarlara rağmen iade edilmemişler. Bu nedenle, Türklerin burada bireysel iletişimleri çok iyi ama devlet olarak aramız iyi değil.

Ayrıca Başkan İslam Kerimov, bu darbenin arkasında olduklarını düşündüğü, Özbekistan'da bulunan bütün Amerikan vatandaşlarını 24 saat içinde ülkeyi terk etmelerini aksi halde hapse atılacakları uyarısında bulunmuş ve tüm ABD vatandaşları ülkeyi terk etmiş.

İslam Kerimov, yan etkiler nedeniyle toplumun giderek muhafazakarlaşması önüne geçme amacıyla, Üniversitedeki  okuyan tüm kızların başının açık olması uygulamasını getirmiş, bizim ülkemizin tam tersine.


Her yerde İslam Kerimov'un ülkenin bağımsızlığına, özgürlüğüne, gelişimine ve geleceği olan gençlere güvenine dair, sözlerinin yer aldığı yazıları görebiliyorsunuz. Ama diğer Türk Cumhuriyetlerinde gördüğüm ülkenin liderinin boy boy resimleri burada yok. İslam Kerimov'un resmini sadece Amir Temur Müzesi'nde bir pano üzerinde gördüm. Bu da sanırım onun alçak gönüllüğünün göstergesi.


Görüldüğü gibi burasının kuralları ve disiplini oldukça katı. Ama İslam Kerimov kendi vatandaşlarının özgürlüğü için bu kuralları ve uygulamaları koymuş. Bizim ülkemiz gibi yolgeçen hanı değil burası. Burada birlikte yaşayan, Özbek, Rus, Kazak, Tatar, Kore, Uygur Türkleri ve Türkler uyum içinde kavgasız, barış ve kardeşlik içinde yaşıyorlar. Ama tabii ki bunların hepsi Özbekistan vatandaşı.


Özbekistan'da kadınların (Ayollar) bir kısmı  belki daha modern ama Taşkent'in dışına çıktıkça genellikle geleneksel kıyafetlerini giyiyorlar  Giysileri parlak taşlarla süslü, hatta normal günlerinde bile bazıları abiye ayakkabı giyiyorlar. Erkeklerin (Erkaklar) bazıları da parlak takım elbise giyiyor.


Özbekler Türkleri çok seviyorlar. Sorduklarında Türk olduğumu söyleyince yüzleri gülüyor ve hemen ilgileniyorlardı. Semerkand’da bir taksiye binmiştim konuşurken Türkiye’den geldiğimi söyleyince şoför Türkçe bilip bilmediğimi sordu. :) Türkçe konuşmaya başladık, kendisi de oralı Türk olduğunu söyledi ve gideceğimiz yere varınca benden para almak istemedi, zorla parayı bıraktım.


Öğrenciler de yabancılarla İngilizce konuşmak istiyorlar ama az bildikleri için sadece birkaç cümle kuruyorlar. Türk olduğumu söyleyince seviniyorlar ve onlarla fotoğraf çektiriyordum.


Yine şehri gezerken bir gelin-damat ve arkadaşlarıyla karşılaştım, oldukça sempatiktiler onlarla da fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedim.

Türkçe'den başka dil bilmiyorsanız bile, Özbekistan’da rahat gezebilirsiniz. Çok sayıda insanla Türkçe, Özbekçe karışık konuşarak derdinizi anlatabilirsiniz.

Çocukluk dönemimden hatırlarım bizde de bazı insanlar altın diş yaptırırlardı. Burada da çok sayıda insan altın diş yaptırmış ve oldukça itici görünüyor.


İYİ SEYAHATLER

KOSOVA - PRİZREN


PRİZREN:

Sabah kalkıp Prizren’e doğru yola çıkıyoruz. 4 saat boyunca ormanlar, kasabalar, köyler içinden geçiyoruz. Dedemin doğduğu köyü, Nerodime’yi uzaktan gösteriyorum eşime! Bu arada neredeyse her köyde “UÇK” anıt mezarlıkları var. Saygılarımızı sunup yanlarından geçiyoruz. Prizren’de otobüsten inince şehrin ünlü Taş Köprü’süne doğru 10 dakika kadar yürüyoruz. Şansımıza(!) hava tüm gün yağmurlu; ancak bu bizi durduramıyor tabi ☺ Kosova’da yaşayan akrabalarımız bizi almaya geliyor ve onlarla buluştuğumuz gibi Taş Köprü’de fotoğraf çektiriyoruz. Prizren’in doğal güzelliği şahane. Arnavut kaldırımları, hemen yanındaki orman ve dağın güzelliği; her şey çok güzel! Şehir merkezinde, nehrin kıyısında sıralı bar ve kafelerde gün boyu gençleri görmek mümkün. Biz de XL isimli bir kafeye oturuyor ve bu seyahatimizde sudan daha çok tükettiğimiz Macchiato’larımızı içiyoruz. Belirtmeden geçemeyeceğim; Prizren’de hemen hemen herkes Türkçe konuşuyor, her seferinde şaşırıyorum buna! 


Biraz soluklandıktan sonra, şehir merkezinden ayrılıp akrabalarımın yaşadığı “Korija” köyüne geçiyoruz. Orada yemek yiyip bol bol sohbet ediyoruz. Bu arada bizi gezdiren genç çift ve kardeşleri Türkçe/İngilizce-Arnavutça iletişimimizi sağlıyor. Onlar olmasa anne ve babaları ile iletişim kuramazdık çünkü Prizren’in aksine köylerdekiler Türkçe bilmiyor. Gece, şehirde yine macchiatolarımızı içerek gelin verdiğimiz başka bir köye yatmaya gidiyoruz. Kosova hakkındaki izlenimim; 8 yıl öncesine göre Kosova çok gelişmiş. Mermi izlerini artık evlerin duvarlarında görmek pek mümkün değil. Yeni evler, yollar yapılmış, fakat insanlar hala çok fakir. Burada fabrikalar kurulmalı, üretim olmalı ama siyasi istikrar yokken bu gelişmeleri beklemek gerçekten zor. Kosova’yı tanımayan bir çok ülke olması ve 4 aydır bir türlü anlaşmaya varılarak hükümetin kurulamaması da Kosova’nın gelişimini etkileyen faktörlerden ne yazık ki…

Sabah erkenden 5:30 otobüsüyle iki buçuk saatte Tiran-Rinas Havalimanı’na geçiyoruz (kişi başı 10 Euro). Uçağa binip o tatlı yorgunlukla İstanbul’a geri dönüyoruz ☹

Doğanın güzelliği, bitki örtüsü ve tabii ki temiz hava gerçekten bu turda en çok etkilendiğimiz şeylerdi. Üsküp’teki gelişim bence görmeye değer. İkinci bir Viyana yaratmaya çalışmışlar resmen. Kosova belki: 1 gün Priştine, 1 gün Ferizaj ve Prizren şeklinde 2 gün gezilebilir. Ucuz ve vizesiz bir gezi isteyenler için önerebilirim!

DİKKAT !!!
  
- Vize yok
- Ülkeler arası otobüsler için iyi bir site var. Varış saatleri maksimum 15 dakika oynadı: http://www.balkanviator.com
- Cafelerde, otellerde Wi-Fi sorunu yok
- Fiyatlar oldukça iyi (Barlarda 50lik bira 3 TL!)
- Yaz sezonu için öneririm
- Araba kiralama opsiyonunu düşünülebilirsiniz (sınır geçişleri sorun olmuyor)


İYİ SEYAHATLER

MAKEDONYA - OHRİD - ÜSKÜP


OHRID (OHRİ): 

Tiran’dan bir sonraki durağımız Ohrid’e sabah 6 otobüsüyle geçtik (Kişi başı 15 Euro). Bizim şirket servisleri gibi ufak dolmuşlar bunlar. Bayık bir müzikle 5 saat yol yapacağımızı düşünürken Armin Van Buuren’le güne başladık :) Biraz otoyol, biraz tek gidiş tek geliş, çoğunlukla virajlı dağ yollarından oluşan arabayla giderseniz çok daha kısa sürecek bir yolda, sınır geçişi sebebiyle iyice gecikiyoruz. Sınırda Arnavutlar’ı tek tek çağırıyorlar, bize ise selam verip pasaportumuzu iade ettiler. Sınır beklemesi nedeniyle 5 saat süren yol sonunda dolmuş bizi Struga’da yol kenarında bıraktı. Şehre doğru 5 dakikalık bir yürüyüşle Ohrid dolmuşuna vardık ve yarım saatlik (ve kişi başı 0,5 Euroluk) yolculuk sonunda Ohrid’e ulaştık. Bu arada hemen belirteyim Makedonya Arnavutluk’a göre bir tık daha pahalı ama Türkiye’ye göre yine de ucuz. Para birimi denari. 60 denari= 1 Euro = 3 TL kaba hesabını yapabilirsiniz. Restoran ve otellerde Euro kabul ediyorlar.


Ohrid’nin hep gölden fotoğrafları vardır. Benimki de kaleden olsun!

Ohrid’de House Jovan’da kaldık. Günlüğü 40 Euro’ya rahat ve güzel bir oda bulduk. Ohrid gerçekten çok güzel bir yer. Tsar Samuel, Ohrid Gölü’nün etrafında yılın günleri kadar kilise olmasını istemiş. Bu yüzden şehirde irili ufaklı çok sayıda kilise var. Daha önceden gittiğimde de yaz değildi. Bu yüzden yine göle giremedik ve sokaklar tenhaydı. Ohrid’de yapabilecekleriniz; inişli çıkışlı yollardan kiliseleri ve camileri gezmek, bir de kaleye çıkmak. Bunların dışında gölde gezmek için sandallar ve gezi vapuru var. 10 Euroluk tarifeyle gölde gezinti yaptırıyorlar. Akşam yemeği saati geldiği için son tura katılamadık ama uzaklaşan gemide Türkçe konuşan rehberin mikrofonla etrafı anlattığını duyunca açıkcası pişman olduk. Vapura binmeyi düşünüyorsanız Türkçe konuşan rehber hep var mı diye bir sorun derim, teknelere binecekseniz de kesinlikle pazarlık yapın. Bu arada Ohrid incileriyle ünlü kendinize ya da yakınlarınıza kaliteli Ohrid incileri alabilirsiniz. Şehirde Türk nüfusu oldukça fazla, onlara giderseniz fiyat konusunda yardımcı da olurlar. Bu arada Makedonlar’a da yanlış bir şey söylemiş olmayayım. Yurtdışında Türkler’e en iyi davranılan ülke burası olsa gerek.





Gece yemek için Dalga Restoran’ı seçtik. Yemekler öyle çok ahım şahım değil. Meze olayı bildiğiniz sos. Daha önceden okuduğumuz Ajvar ve Garlic(Sarımsak) soslarından söyledik. İkisi de güzel soslar; acı biber sevmiyorsanız sarımsak sosa bulaşmayın derim yanında getirdikleri biberler çok acı. Balık olarak da gölde avlanması yasal olan “Belvica” söyledik. Önceki gidişimde “trout(alabalık)” yemiştim, alabalığı tavsiye ederim. Yanında şarapla 40 Euro ödeyip kalkıyoruz. Biz yorgunluktan odaya döndük ama eğlenmek için gidebilecek yerler var. Ertesi sabah, otel sahiplerinin olan güzel bir şarapevinde çok lezzetli bir kahvaltı yapıyoruz. Ardından İstanbul Çay Ocağı’nda çayımızı içip taksiyle 2–3 Euroluk bir ücret ödeyerek otogara geçiyoruz.



ÜSKÜP (SKOPJE):




Otogardan kişi başı 15 Euro’ya aldığımız biletle eski otobüsümüze binip Ohrid’den ayrılıyoruz. 4 saat süren yolculukta mola verip, önceki gezide de uğradığımız Kırçova dağlarındaki dinlenme tesisinde pırasalı böreğimizi yiyoruz. Buranın börekleri harika. Arabayla da geçerseniz atlamayın derim. Kırçova’yı geçince sağda bir benzinlikte parketmiş otobüsleri göreceksiniz. Orası bizim börekçi. Makedonya yolları güzel, dağ yollarındaki orman manzarası da gerçekten şahane. Bir karede aynı anda 7–8 renk ağaç var. Gerçekten şaşırdım :)



Taş Köprü üzerinden Yeni Şehir Meydanı

Üsküp otogarında inip yürüyerek otelimize geçiyoruz. Kej Hostel! Ben hostel olayına pek sıcak bakmıyorum ama eşim denemek istiyor, dinliyorum mecbur. Hostelde banyolu özel oda tutuyoruz. Meğer oda 2 katlı ve 4 kişilikmiş. Nehir kenarında hostelin balkonlu kral dairesinde(!) geceliği 35 Euro’ya kalıyoruz. 8 yıl önce görülecek yerler hep eski şehir (nehrin ötesi) tarafındaydı. Tüm parayı Üsküp’ü turistik bir “Avrupa” şehri yapmak için harcamışlar resmen. Adam başı 1 heykel düşüyor desem yalan olmaz. 40 metrelik heykeller mi istersiniz, su ve ışık şovları mı? Etkilendim. Ama açıkcası biraz da görgüsüzlük olmuş. Çok bir tarihleri olmadığından, ya da tarihi tekrar yazmak istediklerinden midir nedir, hep başka ülkelerin kahramanlarının heykellerini yapmışlar. (Buraya gelmeden Büyük İskender mevzuusunu okumanızı öneririm, ama heykel konusu sadece İskender’le de kalmamış gibi!) Türkler’i bu kadar sevmelerine rağmen Atatürk heykeli acaba niye yok diye düşündüm ama her yerde TİKA’nın yardımlarını görünce biraz nedenini anlar gibi oldum…! Bu arada yiğidi öldür hakkını yeme: TİKA’nın bu turda gezdiğim tüm yerlerde İslam tarihinin korunması üzerine büyük katkıları olduğunu gördüm.


Neyse; Türk çarşısı, şehir kalesi, Kurşunlu Han ve Mustafa Paşa Camii’ni gezdikten sonra yeni şehre geçiyoruz. Heykellerin etrafında bir tur attıktan sonra meydandaki İskender Heykeli manzaralı Tivoli isimli güzel bir restoranda güzel de bir yemek yiyoruz. İstanbul’a kıyasla cüzdanı bırakacağınız yerden 30 Euro’ya kalkıyoruz. Ardından Üsküp’te yaşayan bir arkadaşımızla biraz gezerek gece hayatına göz atıyoruz birer içki içiyor ve otele dönüyoruz.



İYİ SEYAHATLER

KOSOVA - BİR DÜĞÜN

KOSOVA'DA GELENEKSEL BİR DÜĞÜN

Kosova'daki akrabalarımızdan, Davut Ahmetaj'ın kızı Marigona'nın düğününe davet edildik. Beni bir amca olarak orada görmekten çok mutlu olacaklarını söylediklerinde, memnuniyetle kabul ettim . Eşim ve kızkardeşim  birlikte Türkiye'den Prizren-Korisha köyünde yaşayan bu akrabalarımıza gittik. Bizi sevinçle karşıladılar. Türk misafirperliği nasıl ise öyle bir misafirperverlik gösterdiler. Onlar her zaman için benim Kosova'daki ailem olarak kalacaklar. 



Kına gecesi günü  geline getirilen çeyizler sergileniyor kız evinde. Türkiye'de genel olarak çeyiz, daha çok ev eşyası ve elde hazırlanan eşyalardan oluşur. Ama orada hem kız tarafı, hem erkek tarafının hazırladığı çeyizlerin çoğu giysi, ayakkabı ve de hepsi abiye.


Köyde bunu nerede giyecek gelinler diye hep merak ettim doğrusu. Ama daha sonra yeni gelinlerin, misafir karşılama, başka birinin kına gecesi, düğünü gibi yerlerde, bu kıyafetlerini sıkça değiştirdiklerini gördüm. Demek o yüzden bu kadar kıyafete ihtiyaç varmış. Yanda yeni gelinler geleneksel kıyafetleriyle.


Kına gecesi kız evinde yapılıyor bizde olduğu gibi. Misafir kadınlar güzel ve yeni evlenmiş gelinler de geleneksel giysilerle katılıyorlar geceye. Kına gecesi yemekli oluyor ve çok yakın erkekler dışında erkek gelmiyor geceye. Geceye katılan kadınların gece boyunca sürekli kıyafet değiştirmesi bana ilginç geldi. Özellikle gelin adayı ve yeni gelinler çok sık giysi değiştirdiler.


Gece boyunca eğlenip sürekli halay çekiyorlar, geleneksel müzik eşliğinde. Bizdeki gibi tek kişilik oyun yok ama biz de oyunlarına katılınca, bizim için öyle de oynadılar.


Damat ve aile

Gecenin sonunda geline ağıtlar eşliğinde kına yakılıyor ve gelini ağlatıyorlar. Bu da buranın geleneği ve bizdekine de epey benziyor.


Kadınlarda kıyafetlerin bu kadar önemli olmasına karşın, erkeklerin kıyafet konusundaki yaklaşımı şaşırtıcı. Hem gelin tarafı, hem de kız almaya gelen damat tarafı erkekleri, kıyafet konusunda hiç de özenli değiller. Günlük giysileri ile katılıyorlar bu seremoniye.
   

Ertesi gün kız almaya belki de damat tarafı köyü, olduğu gibi geldi. Tam bir seremoni havası hakimdi, önde bir Arnavutluk bayrağı, arkasında imam ve onunla birlikte nikah memuru, onların arkasında da, oraya özgü zurnası ile 2 zurnacı, arkalarında da damat tarafı erkekleri geliyor.


 Biz gelen misafir erkekleri evin dışında, onları misafir etmek için hazırlanmış olan bir yerde karşıladık. Onlara ikramlar yapıldı sohbet edildi. Ben Mehdi Seidju'nun tercümanlığıyla etkinliğe ortak oldum.


Bu arada erkek tarafının kadınları, ellerinde tefler ve müzik eşliğinde gelin evine gidiyorlar ve onlara da orada ikramlar yapılıyor.


Bu kez gelinlik giymiş olan gelini, erkek kardeşleri evden  alarak gelin arabasına bindiriyorlar.


Gelinin ağzına bir para koyuyorlar ve  köyü çıkana kadar arka koltukta oturmadan dikilmek zorundaymış. Sebep ise  ailesinin evinin bereketini kaçırmamak.


Burada kız evi oğlan evinde yapılan düğüne gitmiyor. Damat ta gelini almaya gidemiyor ilginç geldi bana. Düğünü oğlan evi kendi arasında yapıyor. Biz de bu geleneğe uyarak, damadın ısrarına rağmen gitmedik. Damadın evinde, maddi güce göre, günlerce sürebiliyor eğlence.
 
Düğünün ertesi günü kız evinden, oğlan evine ziyarete gidiyor gençler. Biz de misafir olarak oraya gittik. Orada düğün hala devam ediyordu. Bizi karşıladılar, ikramlarda bulundular , şansımıza damat Salajdin Türkçe bilen bir gençti ve anlaşmamız kolaylaştı. Aynı gün bizim damadın erkek kardeşinin de düğünü varmış meğerse. Eve bir günde iki gelin gelmiş oldu böylelikle.


O gün bizi de eğlencelerine davet ettiler, biz de memnuniyetle katıldık.                                                                                                                 

                                           
 Gelinler Türkiye'den gelen misafirleriyle

Sizlere hep seyahat yazıyorum bu seferki ise biraz değişik oldu ve geleneksel bir Kosova Düğünü yazısı oldu....

Kosova Genel ve Faydalı Bilgiler yazımı okumak için tıklayınız..


İYİ SEYAHATLER