ARNAVUTLUK - TİRAN

Temmuz 2014

Tiran'a Temmuz 2014'te ilk kez gelmiştim. Bu kez de Balkan turumuzda, Yunanistan, Makedonya ve Kosova'dan sonra sırada Arnavutluk var.


Priştinadaki son günümüzde yediğimiz yemekten ikimiz de çok kötü oluyoruz ve sabaha kadar adeta içimiz dışımıza çıkıyor. Böyle bir geceden sonra, Priştina'dan yola çıkıyor ve yol üzerinde Prizren kavşağında bulunan bir kafede akraba çocuklarıyla buluşup bir süre onlarla da zaman geçiriyor ve otoyoldan yolumuza devam ediyoruz.

Bu otoyol yapılmadan önce eski yoldan Prizren ile Tiran arasının 23 -25 saat sürdüğünü söylemişlerdi ama şimdi 3,5 - 4 saatte varılıyor Tiran'a. Yolculuk sırasında o eski yolları da zaman zaman görüyoruz. Ama otoyol bile gerçekten görülmeye değer, o sarp dağlar traşlanarak yol açılmış. Gerçekten zor ve pahalı bir iş. Otoyolu yapan firma  bir Türk firması, finansman ise Amerika Birleşik Devletlerinden .



Yolumuz üzerindeki ilk Arnavutluk şehri Kukes. Kukes'e vardığımızda burada, Drin Nehrinin iki kolu olan, kaynağı Peja (İpek) şehrinde olan ve başlayan Ak Drin ile Ohrid Gölü ve Struga şehrinden çıkan, Kara Drin nehirleri birleşiyor. Burada bir baraj gölü oluşturuyorlar ve daha sonra da Drin Nehri olarak oradan da Adriyatik'e doğru devam ediyor ve dökülüyor. Bu barajda bir de hidroelektrik santral de bulunuyor. Ama o kadar prişan haldeyiz ki, bu gölün güzel manzaralarını izleyemiyoruz bile


Resimde Makedonya'nın Struga şehrinden başlayan Kara Drin nehri. Aşağıdaki resimde ise Kosova'nın  Peja (İpek) şehrinde bulunduğum Ak Drin nehri kaynağı.
         
                                             
Tiran'a varınca doğruca kalacağımız kiralık eve gidiyoruz. Geçirdiğimiz o kötü gece ve yolculuk nedeniyle iyice dinlenmeye ihtiyacımız var. 

Ertesi gün ben kendimi iyi hissediyorum ama Nurşen hala bitkin bir halde. Ama bu halde de olsa Tiran'ı gezmemiz gerekiyor, çünkü planladığımız zaman böyle. 

Kendimizden bu kadar söz ettikten sonra, Kısaca Tiran tarihinden söz edersek;


Tiran 17.yüzyıl başlarında Osmanlı döneminde, Süleyman Paşa ve bölgenin feodal efendileri tarafında kurulmuş ve kurulduğunda küçük bir köymüş. 1912 Balkan savaşları sırasında Osmanlının elinden çıkınca, 1920'de Arnavut yurtseverlerin kararı ile başkent seçilmiş ve bu durum halen devam ediyor. 

Kral Ahmet Zogu'nun hüküm sürdüğü (1928-1939) döneminde kentte İtalyanların desteğiyle bir yapılaşmaya gidilmiş. Nisan 1939'da İtalyanlar ve Almanlar tarafından işgal edilmiş. 18 Kasım 1944 yılında Enver Hoca önderliğinde partizanlarca kurtarılmış. 1946 yılında Halk Cumhuriyeti kuruluşundan sonra Sovyet desteğiyle bir endüstrileşme sürecine girmiş.



Bugün İzmir'de Çameria Derneğinin düzenlediği, "Çameria Sorunu" isimli panelde tanışmış olduğumuz, Tiran'da yaşayan Arnavut yayıncı Niazi Saliko ile buluşacağız. Onunla buluşuyoruz ve bizi yayınevine götürüyor. Burada daha önce tanıştığımız eşiyle de karşılaşıyoruz. Buradan Arnavutçamızı geliştirmek için bazı kitaplar alıyoruz ve tüm ısrarımıza rağmen, Niazi Saliko ödeme kabul etmiyor.




Daha sonra bizi hemen yanındaki hediyelik eşya dükkanına götürüyor ve oradan da bize ısrarla hediye almak istiyor. Uzun itirazlarımıza rağmen oradan da bir hediye alıyor bize. Kendimizi çok mahçup hissediyoruz doğrusu. 



Oradan arabayla Durres şehrine gidiyoruz. Bizi doğruca Durres'i tepeden gören Atlar Tepesi'ne (Kodra e Kuajve) götürüyor. Buradan Durres'in harika manzaralarını izliyoruz. Bu tepede bir otel ve restoran da bulunuyor. 

Burada bulunan manejde isteyenler atlara da binebiliyor. Zaten bu tepe de adını bu atlardan alıyor. Buradaki atlar artık yarış ömrünü tamamlamış olan atlar. Ayrıca küçükler de düşünülmüş, onlar için de pony atlar getirilmiş. Ayrıca otelin içinde de çok büyük bir salon da bulunuyor.



Niazi Bey bizi bu restorana davet ediyor. Bu sırada da yine İzmir'deki Arnavutça Dil Kursu Sertifika Töreninde geceye şarkılarıyla renk katan ses sanatçısı Hysni Alshi, da oraya gelerek bize sürpriz yapıyor. Hep birlikte Arnavut mutfağının nefis tadlarının deniyoruz. Gerçekten herşey çok mükemmeldi.

Hysni Alushi den bir şarkı dinlemek isteyenler buraya tıklayabilirler..



Bizi daha sonra Durres plajında bulunan bir kafeye götürüyorlar ve orada kahve içiyoruz. Niazi Bey'in kızı ve damadı da oraya geliyorlar ve damat beyin Türkçe biliyor olması, bizi epeyce zorlandığımız Arnavutça konuşmaktan kurtarıyor.))) Bugün Arnavutça pratik yapmaktan helak olmuştuk. ))

Daha sonra damadın yazlığına gidiyor ve orada da bir süre oturuyoruz. Buradan kendisine gösterdiği ilgi nedeniyle bir kere daha çok çok teşekkür ediyoruz.



İşte buradaki ilk günümüz böyle geçiyor.

Ertesi gün önce Kruje şehrine gidiyoruz. (Burası ayrı bir yazı konusu olacaktır). 

Kruje dönüşü Tiran merkezinde bulunan Skenderbeg Meydanı'na oluyor. Aşağıdaki resmi 2014 teki ziyaretim sırasında çekmiştim ama o yeşilliğin yerinde yeller esiyor şimdi. Nedense tamamen betonlaştırmışlar ve çevresindeki yolları da kapatmışlar.



Bu meydanda Arnavutluk'un, Osmanlı'ya karşı mücadele vermiş olan, Arnavutluk milli kahramanı Skanderbeg'in at üzerinde bir heykeli var meydanın tam ortasında. Sağ tarafında Ethem Bey Camisi ve Saat Kulesi, karşısında ise Tarih Müzesi bulunuyor.

Skanderbeg'in kısa bir biyografisini Kosova Genel ve Faydalı Bilgiler yazımda paylaşmıştım.



Ethem Bey Camisi, Tiran'da Osmanlı döneminde inşa edilen 8 camiden tek ayakta kalanı. 18. yüzyıl sonlarında, babası tarafından temeli atılan bu camiyi Ethem Bey tamamlatmış. Skanderbeg heykeli ve yine Ethem Bey tarafından yaptırılmış olan Saat Kulesi ile birlikte neredeyse kentin sembolü olmuşlar. Yukarıdaki resim 2014 yılından ve bu gidişimizde camide restorasyon yapılıyordu.



Meydandaki tarih müzesini ziyaret ediyoruz. Burada Arnavutluk'un tarihi süreci anlatılıyor. Osmanlıların hakimiyetine geçişi, Krallık ilanı daha sonra ise Cumhuriyet kurulması. Bunlar anlatılırken, sosyalist döneme ilişkin hiç bir iz ve emare yoktu müzede. Enver Hoca'dan hiç bahsedilmiyor. Burada bir kadın görevliye "Enver Hoca ile ilgili niye bir şeyler yok?" diye soruyorum, hafif mütebessim bir şekilde, "2 resmi var ya" diyor. Sonra da sadece "Politik" deyip üzerinde fazla konuşmak istemiyor.

Oysa müzenin girişinin üzerindeki resim, sosyalist devrimi canlandıran bir görüntü. Ben bu fotoğrafı gençliğimde "Halkın Kurtuluşu " gazetesinin köşesinden hatırlıyorum. 


Arnavutluk'taki insanların çoğunluğu Enver Hoca'yı sevmiyorlar. Daha sonra anlatacağım Kruje'ye gittiğimde oradan üzerinde Enver Hoca'nın resmi olan bir fincanı almak istediğimde, "Neden alıyorsun " diye sormuşlardı. Ben de Enver Hoca'yı severim demiştim. Bir adamı gösterip "Burada sadece onu seven tek kişi bu" demişlerdi. Adamı çağırıp ve benimle tanıştırmışlar ve epeyce şakalaşmıştık o zaman.




Ülkenin en büyük Ortodoks Katedrali, Tiran'ın merkezinde yer alıyor. Kilisenin kendisi oldukça yeni, 2011 yılında açılmış. Altın ön kapılar hemen göze çarpıyor ve süslemeleri dikkati çekiyor. Genç yaşından dolayı, bu katedralin mimarisi daha önce gördüğüm diğer Ortodoks katedrallerinden çok farklı.

Arnavutluk'ta dini hoşgörü yaşam biçimi olmuş. Arnavutların yaklaşık% 60'ının Müslüman olmasına rağmen, her inançtan vatandaşları kendi ibadethanelerinde özgürce ibadetlerini yapabiliyorlar.


Tiran'daki en önemli ibadethanelerin belki de başında Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi geliyor. Arnavut devleti tarafından resmen tanınan yasal bir kurum olarak Bektaşilerin adına tüm hizmetleri yürütme yetkisine sahip. Arnavut devleti, iki çok önemli gününü Muharrem ayında aşure gününü, 21 Mart Nevruz'da Hz. Ali'nin doğum gününü resmi tatil ilan etmiş. Görüldüğü gibi Bektaşilerin burada etkisi oldukça fazla.

Bu merkezi bulmakta hayli zorlandık. Sonunda kentin bir dış bölgesinde, dar bir sokaktan geçerek girebildik buraya.  Yukarıdaki Resimde Bektaşilik merkezi.
                      
Ayrıca , bu gezimin amatör kameramla yaptığım çekimin kısa filmini de aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

 http://www.youtube.com/watch?v=tZMGUeMP-Kk


Arnavutluk gezimin KRUJE bölümünü okumak için tıklayınız..



İYİ SEYAHATLER






                                                   




Hiç yorum yok: