ABD - NEW YORK

  Haziran 2001-2003- 2010

   NEW YORK, NEW YORK

New York'ta üç kez bulundum. Birincisi, 2001 yılında New York ile Miami arasında iki hafta süren bir ABD doğu yakası yolculuğunun başlangıç noktasıydı (bunu bir yazı dizisi olarak yazdım). İkincisi, 2003 de İngilizce dil bilgimi geliştirmek üzere gidişim. Üçüncüsü de 2010 yılında, öğrenci olarak evlerinde pansiyoner olarak kaldığımın ailenin daveti üzerine gidişim.


New York'u anlatmak buranın sınırlarını zorlayacak bir durumdur ama yine de bence önemli olan yerleri ve yaşam tarzlarını anlatmak istiyorum. New York tam bir dünya kenti, her ülkeden, her ırktan, her milliyetten insanı burada görmek mümkün. Her ırktan insanın yaşam bölgeleri de ayrı ayrı. Örneğin, Siyahlar Harlem ve BronksLatinler Bronx ve YonkersÇinliler China Town'da, İtalyanlar Little İtaly de gibi. Tabii bazı bölgelerde karışık bir yaşam da var. Buradaki Türk kökenliler de genellikle, New Jersey'de yaşıyorlar ve onlar da kendilerine bir mahalle kurmuşlar. İnsan çeşitliliğinden adeta başınız dönüyor. Ama kimsenin kimseye bir müdahalesi yok, isteyen istediği gibi davranıp yaşıyor, tam bir özgürlükler şehri NY. Örneğin; metroda giderken, basketbol topu sektiren siyahi çocuğa neredeyse tepki gösterecektim ama, kafasını kaldırıp da bakan benden başka insan yok, çaresiz sessiz kaldım. Adamın birisi takım elbise giymiş, çoraplarının birisi kırmızı diğeri yeşil, ama kimse en azından bıyık altından bile gülmüyor bu duruma.


New York denince akla öncelikle Manhattan ve dev gökdelenler geliyor. Ancak burası New York' un sadece küçük bir bölümü, büyük bir arazi üzerine kurulmuş bu kent. Broadway adını, aramızda duymayanımız yoktur. Çok uzun bir cadde Broadway ve özellikle bu caddenin adı Manhattan bölgesinde 42.ve 45. caddeleri arasında bulunan büyük sahnelerde müzikal gösterilerileriyle özdeşleşmiş durumda. Resimdeki cadde Broadway ve caddenin merkezi ise Times Square. New York'un en ünlü meydanı burası.


Manhattan'ın merkezi, Times Square denebilir. Bir çoğumuz gökdelenlerdeki dev ekranlarıyla tanıdığı yer burası. Adı meydan ama çok da büyük olmayan bir meydan. Buraya çok yakın mesafedeki müzikallerin uygun fiyatta biletlerini temin etmek için, uzun bir kuyruk olduğunu görürsünüz burada. Tabii ki New York'a gelmiş olan turistlerin uğradığı ilk merkez de burası. Sokaklarında gösteri yapanlar, turistik hediye satan dükkanlar, sokak satıcıları ve çok yoğun bir insan trafiği bulunuyor burada.

Buraya yakın bir parkta dinlenmek için mola verdiğimizde, eşim kahve ve sigara içmek istedi ama ne görelim, parkın o bölümünde sigara içme yasağı var. O zamanlarda bizde kahvelerde ve restoranlarda sigara içiliyordu.


ABD resimde de görüleceği gibi her türlü çılgınlığın yapılabileceği bir ülke.


Burada yıllardır sahnelenen ünlü müzikaller var. Ben bu müzikallerden, Operadaki  Hayalet (The Phantom of the Opera) müzikalini  izledim. Çok müthiş bir gösteriydi, yaşamın boyunca böyle bir müthiş gösteri izlememiştim doğrusu. New York'a gitmeyi düşünenlere tavsiyem bu müzikallerden en azından birine gitmeyi ihmal etmemenizdir.


Manhattan gökdelenlerinden, ziyaretçi kabul eden Empire State,102 katlı ve 381m. yükseklikteki bir bina. Üzerinde bulunan dev antenle boyu 443 m. ye ulaşıyor. Ziyaretçilerin sadece en üst katına çıkabiliyor ve bu katta korkuluklar olmasına rağmen, insan bu kadar yüksekten bakınca oldukça heyecanlanıyor. Aşağıdaki, bırakın insanları görmeyi, araçlar bile küçücük görünüyor. Bu ziyaretçilerden de alınan paralar da oldukça iyi bir gelir oluyor onlara. İnşa edildiğinde dünyanın en yüksek binası olan Empire State, şu anda 5. liğe düşmüş durumdadır.   


Her yıl Mayıs ayında burada bir "Türk Yürüyüşü" düzenleniyor. 2003 yılında burada düzenlenen yürüyüşe eşimle birlikte katıldık. Çeşitli kurumlar olarak katılınıyor, biz  de Galatasaraylılar ekibiyle katıldık yürüyüşe.


New York'ta  çok sayıda köprü var, Bunlardan en önemlileri Manhattan ile Brooklyn köprüleri. Manhattan köprüsü taş ayaklar üzerine oturtulmuş bir asma köprü. Manhattan'ın Pier tarafı ile Brooklyn'i birbirine bağlıyor. Brooklyn Köprüsü  ise çelik bir asma köprü, o da China Town ile Brooklyn'i birbirine bağlıyor. Resimde öndeki Manhattan, arkadaki ise Brooklyn Köprüleri, resimde benim bulunduğum yer de Pier.  Pier bir alışveriş merkezi ve balık restoranlarıyla ünlü bir mekan.


Ellis Adası ve Liberty Parkı, Manhattan'ın en alt ucundaki Battery Parktan kalkan  teknelerle gidilen adalar. Liberty  parkı, Özgürlük Heykelinin bulunduğu ada. Ellis adası ise, Amerika'ya gelen göçmenlerin, karantina altında tutuldukları ada. 1892 den 1954 yılına kadar bu ada karantina adası olarak kullanılmış. Bu ada şu anda, göçmenlerin o dönemini anlatan ve onların eşyalarından oluşturulmuş bir müze haline getirilmiş.


11 Eylül 2001 de Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırı sonrasında yıkıntıların temizlenmesinin ardından, burası uzunca bir süre etrafı çevrilerek, boş durumda kaldı. Oraya daha alçak bir bina inşa ediliyordu benim en son gördüğümde ve burası da bir anıt gibi değerlendirilecek. Sağ taraftaki resimde inşaat alanı görülüyor.


China TownSO-HO ve Little Italy de Manhattan'ın güney bölgesinde bulunuyorlar. China Town bizdeki bit pazarları gibi bir bölge. Çinlilerin yaşadığı bir semt ve adını da bundan alıyor. Daha ziyade Çin'den getirilen ucuz hediyelik eşya satılan dükkanlardan oluşuyor. Çok yoğun insan trafiğinin olduğu bir bölge. Özellikle dışarıdan gelen turistlerin ilgisini çeken bir yer. Bitki çayları ve ilaçları da burada oldukça yoğun ilgi görüyor. Burada bir Çin restaurantında "Pekin Ördeği" yiyip tadını öğrenmiş oluyoruz. Eşe dosta küçük birer anı hediyelik almayı da ihmal etmiyoruz buradan.


Little Italy, ismi üzerinde buranın küçük İtalya'sı. Burada da binalar çok yüksek değil ve yaşayanlar da genellikle İtalyanlar. Burada çok miktarda İtalyan restoranları var ve İtalyan mutfağından ne düşünürseniz burada mevcut.


Gelelim Harlem'e, Harlem bir çoğunuzun da bildiği gibi bir zenci mahallesi. İzlediğimiz filmlerde bu mahallede her tür suçun işlendiğini biliyoruz o yüzden adı bile korkutucu geliyor. Harlem, benim kaldığım Yonkers ile Manhattan arasında bir bölge, Manhattan'dan geçerken bindiğimiz otobüs ışıklarını söndürerek geçerdi oradan geceleri. Ama dil okulundaki bir beyaz hocamız, Harlem'in artık eskisi gibi bir suç mahalli olamadığını söylese de, orada dolaşma cesareti gösteremedim doğrusu. Ama orada yapılan dans ve müzik gösterilerinin bir harika olduğunu söylüyorlar.


Bronx'a gelince burası da Siyahi ve Latin karışımı bir bölge. Misafiri olduğumuz ailenin burada bir dairesi vardı ve bize tahsis ettiler. Ama her seferinde bizi eve getirdiklerinde, sokakların bizim için tehlikeli olacağını düşündükleri için, biz  içeriye girinceye kadar beklediler. Oysa biz onların olmadığı zamanda çıkıp dolaştık. Hatta bir keresinde yanlış metro durağında inince gece yarısı, sıcak nedeniyle sokaklarda oturan Siyahi ve Latinlerin arasından epeyce yürüyerek varabilmiştik eve. Onların da bize şaşkın şaşkın bakışlarını da bir görmek lazımdı. Çünkü ortalıktaki 2 beyaz sadece bizlerdik. Ancak hiç bir tacize de uğramadık.


New York'ta çok sayıda homeless (evsiz) insanla karşılaşabilirsiniz. Bazılarımız düşündüğünün aksine, Amerikalıların hepsi zengin değil, fırsatlar var ama değerlendirmesini bilene. Devlet te bir sosyal devlet değil.


Bronx'ta ünlü New York Yankees Beyzbol takımının bir stadyumu var, adı Yankee Stadyumu. Bu stadyumda NYYankees - Boston baseball maçını izledim. Canım o kadar sıkıldı ki uyukladım bile. :) Ama o sırada Amerikalılar maçı bağırış çağırışlarla izliyorlardı.


New York denilince akla hemen gelenlerden birisi de Central Park. Manhattan'ın merkezi denilebilecek bir pozisyonda ve çok büyük bir park. Bizde nerede bir park görseniz, bu parklar, AVM yapmak için bazılarının iştahını kabartıyor. Ama burada çok büyük bir alanda hem de arazinin en kıymetli olduğu yerde park yapmışlar ve çok güzel de koruyorlar. Burada insanlar piknik ve spor yapıyorlar, ama bizdeki gibi mangal partileri yok.


Burada dikkatimi çeken bir şey oldu, sadece insanların girebildiği hayvanlara yasaklanmış, çitle ayrılmış bölümler var. İnsanlar burada güneşlenmek için sere serpe uzanmışlar ama hayvan pisliklerinden uzak bir biçimde.

Yine bu parkın içerisinde bir de hayvanat bahçesi bulunuyor.


New York'ta müzeler oldukça fazla sayıda ve en önemlilerinden biri, belki de en önemlisi, Metropolitan Müzesi, yine bu Central Park içinde yer alıyor. Müzeyi bir günde gezip bitirmek mümkün değil.. İçerisinde belki on binlerce eser var.


New York'ta toplu ulaşım genellikler metro vasıtasıyla sağlanıyor. New York Metrosu dünyanın en uzun metrosu özelliğini taşıyor. Her istasyonu müze niteliğinde olan Moskova Metrosu'ndaki güzelliği burada görmeniz mümkün değil hatta çok kötü ve pis metro istasyonları.


Manhattan bölgesinde genellikle yer altından devam eden metro, bu bölge dışında yer üstünden ve çelik konstrüksiyonlar üzerinde devam ediyor. Görüntüsü hiç güzel değil ama ulaşım sorununu ancak böyle aşmışlar. Alt tarafında da araç ve yaya trafiği var.


New York'ta her türlü mutfağı bulabilirsiniz. Her ülkeden restaurantlar ve Fast Food'çular var burada.  Türk restaurantları da var, bunlardan biri 47. caddedeki Dervish Restoran. Burada Türkiye'den getirilen yiyecekler, balıklar var. Ben zaman zaman bu restorana gittim ve rakı - balık özlemimi giderdim.


New York, Yonkers'taki dil okulum, College of Mounth Saint Vincent.



Dil eğitimim boyunca kaldığım konut.                                                                      
                      

  Amerika'daki sevgili dostlarımız Carmen ve Jorge ile

Aslında New York ancak kitaplarla anlatılabilecek bir şehir ama ben önemli gördüklerimi kısaca paylaşabildim.




İYİ SEYAHATLER

MEKSİKA - MEXİCO CİTY

Temmuz 2010        

    DÜNYANIN EN KALABALIK ŞEHİRLERİNDEN BİRİ " MEXİCO CİTY "


Mexico City'e, eşimle beraber New York üzerinden, hem kuzenimin Meksikalı eşi ve çocuğunu ziyaret etmek hem de bu kenti yaşamak amacıyla geldik.
     

Mexico City oldukça kalabalık ve pis bir şehir ve binaların büyük çoğunluğunun  gecekondulardan oluştuğunu düşünürseniz, kentin ne kadar büyük bir alana yayıldığını tahmin edebilirsiniz. Nüfusun 25.000.000 üzerinde olduğu söyleniyor.  Şehrin merkezinde ise çok sayıda tarihi yapı, katedral görmek mümkün. Kentin bazı bölgeleri de oldukça modern. Adını Türk savaşçılarından aldığı söylenen Çapultepek modern bir bölge. 





Mexico City'de, Meksika'nın  tarihsel gelişimi anlatan Ulusal Antropoloji Müzesi bulunuyor. Bu müze oldukça güzel bir şekilde hazırlanmış, Meksika uygarlığını anlatıyor. Önce Olmec'ler ,sonra Aztek'ler daha sonra da İnka'lar burada hüküm sürmüş bunları da görsel olarak sunmuşlar.


Pazarda ünlü Meksika şapkaları satan, satıcı kız çocuğu ve ben.


Tur otobüsüyle şehir turunda


Sokak Satıcıları
                          

Resimdeki kızılderili sihirbaz tarafından üzerimdeki kötü ruhlardan tütsülenerek temizlenmek istemiştim. Ama aksine, belkide ben yabancı olduğum için, Meksika'lıların kötü ruhlarını benim üzerime gönderdi ve güzel bir gezi yaşamadık. :)

PİRAMİDLER

Meksika Teotihuacan piramitleri; Bu piramitler Aztek'lerden önceki dönemlere ait olmasına karşın, tam olarak hangi döneme ait olduğu bilinmemektedir. Mexico City'e yaklaşık 40 km. mesafededir. Burası Güneş Piramidi, Ay Piramidi, Ölüler yolu ve Tüylü Yılan Tapınağı'ndan oluşmaktadır.





Burada Coco böceğinden resim yapan bir satıcı ile de karşılaşıyoruz. Buradaki tapınaklardaki gördüğümüz kırmızı yazıların, bu böceğin ezilmesiyle elde edildiğini ve aradan geçen binlerce yıla rağmen yazıların herhangi bir zarara uğramamış olduğunu anlatıyor bize. Cola'nın rengini veren de bu böcek Coco, onu da hatırlatmak istiyorum. Bu böcek Aleo Vera bitkisinin üzerinde yaşıyor.

NE YENİR NE İÇİLİR?



Meksika'nın mutfağına gelirsek, tabii ki  başta taco gelir. Mexico City'de nereye giderseniz gidin taconun kokusundan kaçamazsınız. Havaalaınından çıktığımız andan itibaren, yine havaalanına dönünceye kadar Taco kokusundan kurtulamadık. Sokak başlarında mutlaka bir seyyar Taco'cu görmeniz mümkün zaten etrafa kokuyu da yayanlar bunlar.

Ama görüntüsü ne yazık ki pek hoş değil Taco'cuların, elleri dirseklarine kadar yağ içinde. Taco çok ucuz bir yiyecek. Bir kere Taco yemeyi denemeye kalktık bir restaurantta ama yiyemedik. Çünkü kokusu çok ağır ve rahatsız ediciydi bizim için, bu koku eti içine koydukları baharat ve mısır gevreğinden geliyor. Bu mısır gevreğini de adı Tortilla. 



Gerek tavuk gerek et Fajitas'larıda oldukça lezzetli yanında da tekila ile oldukça güzel gidiyor. Meksika mutfağının olmazsa olmazı, zehir gibi acı biberleri ve baharatları.

Genelde Mexico City yiyecek ve içecek anlamında ucuz bir şehir. Damak tadımıza uygun bir yemek konusunda hayli zorlandık burada. Bir gün yolda yürürken bir restaurantın önünden geçiyorduk, ne görelim nefis biftekler yiyiyordu insanlar. Hemen kendimizi içeriye attık. Burası bir Arjantin restaurantıydı, İngilizce bilen insan pek fazla yok buralarda o yüzden işaretle tabaklardaki etleri gösterip sipariş ettik. Bir de içinde elma ve buz  parçacıkları bulunan hafif bir şarap eşliğinde yemeğimizi mideye indirdik. Buraya geldiğimizden beri ilk kez karnımız bu denli doyurabildik.



Alin, Monica, Nurşen ve ben. Ben,Tekila eşliğinde Fajita'yı mideye indirirken


Şehirde gezerken çok büyük bir pastane görüyor ve içeriye giriyoruz. Binbir çeşit, tatlı, tuzlu kurabiyeler, börekler, çörekler, pastalar, tatlılar bulunuyordu. Burası adeta bir fabrika gibi çalışıyordu, çok sayıda çalışan ve müşteriyle içerisi adeta kaynıyordu. Üst katında sadece yüzlerce çeşit düğün pastası vardı. Eşim önce inanmadı bunların gerçek olduğuna ve parmağıyla bir parça aldı bunlardan birinden ve gerçek bir yaş pastaydı . Bu kadar çok düğün pastasını bir arada görmek bizi şaşırtmıştı. Demek ki talep var.





Meksika denilince akla zaten hemen Tekila gelir. Bizdeki rakı gibi, tekila da buranın milli içkisi niteliğinde. Şeffaf ve sarı renkte olanları var, hatta içinde kurtlu olanı da.










Pina Colada yine buranın ünlü içkilerinden. Rum, ananas ve hindistan cevizi yağından yapılan ve soğuk içilen  bir içki.










Acapulco ve Cancun güzel tatil beldeleri olmasına karşın, biz buralara gitme fırsat bulamadık.



DİKKAT

1- Meksika Türk vatandaşlarına vize uyguluyor ama ABD üzerinden giderseniz o zaman vize                 istemiyor.
2- Burada kullanılan para birimi Meksika pezosu.
3- Türkiye'ye göre oldukça ucuz bir ülke.
4- Toplu taşım araçları oldukça kötü , taksiler ucuz.


İYİ SEYAHATLER










TÜRKİYE - ARTVİN VE GÜNEY KAÇKARLAR

Ağustos 2009


2009 yılının Ağustos ayında İzmir-Trabzon uçuşu ile akşam saatlerinde, Trabzon havaalanına indik. Havaalanından bir araç kiraladık ve doğruca Trabzon'da kalacağımız otele gittik. 



Ertesi gün, önce Rize'ye uğradık. Kardeşimin Rize'de görev yapması nedeniyle, Rize'ye bir kaç kez gelmiştim. Hatta bunlardan bir tanesi de onun düğünü içindi. 1999 yılında Ağustos ayında yine Rize'de gezideyken ,büyük Marmara depremi yaşanmıştık. Rize'de bir süre gezdikten sonra, burada kalmadan doğruca Artvin'e gittik.


Yaşamım sürecinde bu kadar dik yerleşime sahip bir şehir görmemiştim. Kentin içinde sürekli yükselen yolunda ilerlerken, zaman zaman da durup çevredeki manzarayı izliyorduk. Artvin'den sonra da, işte bu güzel çevre manzaralarını izleyerek, Yusufeli yönündeki yolumuza da devam ediyorduk.


Bu bölgenin yolları çok ilginçti, Artvin istikametinden, Yusufeli'ne doğru gelirken, dağların oyulmasıyla zorlukla yapılabilmiş bu yolları ilgiyle izledik. O zamanda, bir de Artvin Barajı çalışmaları  yapılıyordu ve eski yollar baraj gölü altında kalacağı için, daha yukarılarda yol çalışmaları vardı. Bu nedenle zaman zaman dinamitleme yaptıkları için de, yolda  uzun süreler de beklemek zorunda da kaldık. Fotoğrafta bir yanı nehir, diğer tarafı da dağ oyularak oluşturulmuş yol. Aşağıdaki fotoğrafta ise, yeni yol çalışmaları.



Artvin'de büyük bir Hidroelektrik santral Barajı inşa ediliyordu. Ayrıca bu bölgede, aşağıdaki resimde de görüleceği gibi, bir yerlerden su taşıyıp getirilen, böyle küçük güçlü Hidro Elektrik Santralları (HES) da görmek mümkündü.



Yusufeli'ne geldiğimizde neredeyse akşam karanlığı çökmek üzereydi. Bir süre de burada gezdik.

Bu gezi için hazırladığım, gezi dosyamı inerken uçakta unutmuştum. Dosyayı uçaktan alma konusunda gayretime rağmen, uçağın hemen geri dönecek olması nedeniyle ulaşamamıştım, Sadece aklımda kalanlarla bu geziye devam etmek zorunda kalmıştık. Yusufeli'nden daha ileride bulunan kalacağımız otelin sadece internetteki görüntüsü gözümün önünde kalmıştı. 

Artık gece olmuştu ve Çoruh'un bir kolu üzerinde bulunan ahşaptan yapılmış otelimizi, gecenin bu karanlığında bulmak zorundaydım. Yusufeli'nden sonra ve sadece bir arabanın geçebileceği yolda ve o karanlık havada, heyecan içinde sanki bir bilinmeyene doğru yolculuk yapıyorduk. Sonunda zorla da olsa, oteli bulabildik. Bulunca da sıkıntılı halimiz sona ermiş ve oldukça keyiflenmiştik.




Otelin girişinde gerilmiş çelik tellerin taşıdığı ahşap bir asma köprü bulunuyordu.  Çok eğreti durduğu için doğrusu üzerinden geçerken eşimi ne olur ne olmaz diye araçtan indirdim. Ama başka araçların da üzerinden geçip, otelin arkasına park ettiklerini görünce, yanlış bir iş yapmadığımız anladık. O gece bu otelde kalıp, akşam yemeğinde, yörenin ünlü balığı alabalık eşliğinde iki tek atarak günün yorgunluğunu giderdik. 


Sabah  hemen yanımızdaki akarsuda rafting yapanların çığlıklarıyla uyandık. Bu bölgede bulunan akarsularda, rafting yapma imkanı da çok fazla. Sadece Yusufeli tarafında değil, Ayder bölgesinde de bu imkan var.



Sabah kahvaltımız sırasında, otel işletmecisine, gitmek istediğimiz Olgunlar köyünün yolunu tarif etmesini rica ettim. Bize bir kroki çizdi ve 3. köprüden sola dönmemiz gerektiğini söyledi.  Onun tarifiyle yola çıktık. Yolumuz üzerinde bulunan Barhal kilisini görmek istedik ve oraya doğru yöneldik. 



Kiliseyi gezerken 3 kişilik bir İsrailli aile ile tanıştık ve bize katılmak istediklerini söylediler. Ben de yolu biliyormuşum gibi, bize katılmalarını ve takip etmelerini söyledim. Bizi takip edeceklerini söylediler ve yola çıktık.  

    
Otel işletmecisinin eksik tarifi nedeniyle 4. köprüden dönmemiz gerekirken 3. köprüden dönerek yolumuza devam ettik. Yol sürekli yükselen, ancak bir aracın geçebileceği kadar dar ve toprak bir yoldu. Eğer bu sırada karşıdan bir araç gelecek olsa ne yapardık bilemiyordum. Çok şükür karşıdan gelen bir araç olmadı.Yaklaşık 10 km'lik bir yolculuktan sonra bir yaylaya vardık. Orada ortalıkta kimse görünmüyordu neyse ki zorla da olsa birisini bulup, burasının Olgunlar olup olmadığını sorduk. Meğerse yanlış bir yere gelmişiz. Adam eliyle uzak bir noktayı göstererek oranın Olgunlar olduğunu söyledi. Bizi takibeden İsraillilere de mahçup olmuştum ama çok rahat insanlardı ve yeni bir yer gördüklerini ve memnun olduklarını söylediler. 


Burada gezimiz sırasında bu bölgede çok sayıda İsrailli gördük. O aileye "Buradaki dereler sizde olsaydı nasıl olurdu?" diye sorduğumda, cevap olarak yanından geçtiğimiz dereyi gösterip " Dereler değil, sadece şu dere olsa yeterdi" dediler. Memleketimizin gerçek bir cennet olduğunu orada tekrar düşündüm. Ama bir de bu güzel ülkeyi yönetecek "adam gibi" birileri olsaydı ne güzel olmazmıydı? 


Ancak burada yaşayan insanlarımız, İsraillilerin bu kadar ilgisinden de rahatsız. Mutlaka bir hesapları olduğu düşüncesindeler.


Yola devam ederek Olgunlar köyüne vardık. Orada bir kaç tane pansiyon bulunuyordu. Genelde Kaçkar'lara zirve yapmak için gelen dağcılar barınıyordu bu pansiyonlarda. Güney Kaçkar tırmanışı buradan başlıyordu. Buradan zirve öncesi göller bölgesine ya da başka bir bölgeye kamp yapılıyor ve ertesi gün Kaçkar zirve tırmanışı yapıyor dağcılar.



Biz de yerleştiğimiz pansiyonda nereye yürüyebileceğimizi sorduk. 3 parkur tarif ettiler ve o İsrail'li aile ile birlikte bu parkurlardan Dobe yaylasına yürüyüşe geçtik. Biz yürürken, gerimizden gelip bizi geçen kıza hayranlıkla bakıp ve kendimize baya güldük. :)  Kız tıpkı bir ceylan gibi yanımızdan hızla geçmiş ve biz baya bir gerisinde kalmıştık. 3 saatlik bir yürüyüşten sonra, Dobe yaylasına vardık. Burada niyetimiz Kaçkarların zirvesine doğru yaklaşmaktı, ama zirve yapacak ne gücümüz, ne de malzememiz bulunuyordu. Kaçkar zirvesinin sadece uzaktan resim çekmekle yetinmek zorunda kaldık.


Burada hayvancılık yapan insanlar derme çatma taşlardan oluşturulmuş kulübelerde yaşıyorlardı. Bunun dışında tabii ki manzara harikaydı. 


Gezimiz sırasında konuştuğumuz yöre insanları, güzel manzaranın karın doyurmadığını ve gençlerin daha ziyade büyük şehirlerde yaşamak istemeleri nedeniyle nüfusun hızla azaldığından söz ediyorlardı. Bizim gibi kısa bir süre için buraya gelenler için harika ama orada yaşayanlar için durum böyle değil. Sırası gelmişken, tüm gezimiz boyunca Karadeniz insanının sıcaklığını yaşadığımız da söylemeden geçmemeliyim.




Dobe yaylasında bir süre dinlendikten sonra geri döndük. Pansiyona vardığımızda, isteğimiz doğrultusunda, pansiyoncu kuru fasulye, pilav, turşu ve mıhlamadan olan menüyü hazırlamıştı bile. Akşam yemeğimizin devamında yorgunluğumuz nedeniyle yatıp derin bir uyku çektik.

Burada pansiyonların fiyatları çok makuldu, akşam yemeği ve kahvaltı da fiyatlara dahildi. Üstelik akşam yemeğinde ne yemek istediğimizi sordular ve menü o şekilde hazırladılar.

Bugün artık yolumuz Macahel'e..... 



İYİ SEYAHATLER