RUSYA - TRANS SİBİRYA, 9. DURAK - KRASNOYARKS

TEMMUZ 2019

Bugün Rusya'daki 23. günümüz ve yavaş yavaş gezimizin sonuna doğru yaklaşıyoruz. Bu seferki tren yolculuğumuz Novosibirsk'ten, gece saat 04,01 de başladı ve sabah 12,58 de, 9 saat 25 dakika süren yolculuk sonunda Krasnoyarsk'te bitti.


Yine Yandex taksi ile daha önceden rezervasyon yaptığım otele gittik. Otele yerleşip bir süre dinlendikten sonra, artık Krasnoyarsk'ı keşfe başlama zamanı diyerek yola koyulduk. 

Krasnoyarsk'tan kısaca söz edelim;

Kentin adı, Krasnoyarsk veya Kızıl Yar. Krasnoyarsk Krayı'nın idari merkezi ve Sibirya idari bölgesinin üçüncü büyük şehri. Krasnoyarsk ve Yenisey nehirleri arasında bulunuyor Trans-Sibirya demiryolu hattının üzerinde önemli bir kavşağı. Kent 19 Ağustos 1628'de kurulmuş.


Otelimiz, şehir merkezine göre Yenisey Irmağı'nın karşı kıyısında kalıyor. Şehir merkezine ulaşmak için hep Kommunalnyy Köprüsü üzerinden geçmemiz gerekiyordu. Bu 2300 m.lik köprüde Yenisey Irmağının güzel manzaralarını seyretmek de mümkün oluyordu.


Kentteki ilk ziyaretimizi Mira Meydanı'na yapıyoruz. Meydan girişinde  Zafer Kemeri vardı. Bu kemer Krasnoyarsk'ın kuruluşunun 375. yılı olan 2003'te ülkeleri için hayatlarını vermiş olanların anısına yapılmış.


Mira meydanı içinde ünlü Rus gezgin, komutan, diplomat ve devlet adamı Nikolay Petrovich Rezanov heykeli bulunuyor. Rusların ilk dünya seyahatinin başında bir komutan olarak bulunmuş. Anıt Rezanov'un mezarı üzerine yapılmış. Heykel, mezar taşını, bir fıskiyeyi ve Rus dünya seyahatinin simgesi olarak bir küre içeriyordu. 


Bu meydanın hemen yanında bulunan Yenisey Irmağı kenarında ve Irmak üzerindeki Vinogradovskıy Asma Köprüsü üzerinde Krasnoyarsklılar bisiklet, kay kay, paten gibi araçlarla geziyor ve eğleniyorlardı.


Irmak kenarı boyunca çocuklar için eğlence parkları, büyükler için de dinlenme alanları bulunuyordu. Kara kışı yaşayan Krasnoyarsk halkı burada hava alıp güneşlenme imkanı buluyorlar.



Yenisey ırmağını takiben ilerledik. Burada güzel bir at heykeli nin de bulunduğuğu güzel bir havuz gördük. 


Yolumuz üzerinde bir gemi müze vardı. Bu müzenin adı, Prelate Nikolay Steamship Museum. Bu geminin özelliklerinden biri, 1897 yılında Lenin'in bu gemiyle Shushenskoye köyüne sürgüne gönderilmiş olması. Bizim orada bulunduğumuz saatte  kapalı olması nedeniyle bu müzeyi gezme olanağı bulamadık.


Nehir kıyısın takiben yürümeye devam ettik. Yolumuz üzerinde bu kez da nehir gemi terminali bulunuyordu. Acaba bu teknelerle bir gezi yapabilirmiyiz diye inceledik ama bize uygun bir tarih ve saat bulamadık.

Bugün yeterince yorulmuştuk ve artık otele dönme vaktiydi.

Ertesi gün sabah kahvaltısını otel odamızda yaptık. Şimdi sıra şehrin diğer önemli mekanların keşfine geldi.


Otelden taksiyle şehrin neredeyse simgesi durumundaki Saat Kulesi'ne geldik. Londra'daki Big Ben'den esinlenmiş olsalar gerek, onlar da bu kule için aynı adı kullanıyorlar. 

Ufa yazımda da belirtmiştim, gezeceğimiz yerlerin google'dan haritalarını indirmiştim ama turistik harita ile yerleri bulmak çok daha kolay. Bu nedenle öncelikle şehir haritası temin etmem gerekiyordu. Yakındaki bir büyük otele gidip, şehir haritası temin ettim öncelikle.


İlk olarak en yakınımızda bulunan Krasnoyarsk Bölgesel Kültür Müzesi'ne gittik. Binanın mimarisi oldukça ilginç geldi bize. Binanın mimarisi nedeniyle, kendimizi sanki Mısır'daki bir müzeye girer gibi hissettik.


Müze oldukça güzeldi. Müzede Osmanlıyı Rus topraklarından nasıl kovdukları bir resim dikkatimi çekti.


Müzeden sonra Anton Çehov anıtına doğru yürüdük. Çehov ünlü bir Rus yazarı. Yazar özellikle öyküleri ve tiyatro oyunları ile tanınıyor. Ülkemizde de pek çok tiyatro oyunu sahnelenmiş. Belki de Vanya Dayı en bilinen tiyatro oyunu.

Krasnoyarsk'ta sadece bir gün kalmış ama kent ve Yenisey ırmağının manzaraları onu adeta büyülemiş ve bu şehirde yaşayabileceğini söylemiş belki de bu nedenle anıtını dikmişler.



Çehov anıtının arkasında denizler tanrısı Poseidon ve tanrıçaların heykellerinin bulunduğu havuz bulunuyor. Heykeller bakarken, kadın heykellerin güzelliğinden, Poseidon'un ne kadar seçici bir tanrı olduğuna da şahit olduk.)))


Bu havuzun hemen arkasında Tiyatro Meydanı ve bu meydanın bir tarafında da Krasnoyarsk Opera, Bale ve Tiyatro binası bulunuyordu. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, sezon henüz açılmadığından, burayı da  sadece dışarıdan fotoğraflayabildik.



Şimdi yolumuz Edebiyat Müzesi'neydi. Müze ahşaptan yapılmış bir bina, tarihi ve oldukça güzel bir mimariye sahip. İçeriye girme konusunu değerlendirdik ve girmemeye karar verdik. Çünkü bütün yazılar Rusça ve dolayısıyla böyle bir kitap müzesinde kitap seyretmenin bir anlamı yoktu.


Lenin Caddesi üzerinde yürümeye devam ettik. Bu cadde üzerinde bulunan binaların çoğunluğu da tarihi ve genelde ahşap binalar. Ruslar bu gibi tarihi binaları özenle korumuşlar ve günümüze kadar sağlam bir şekilde kalmalarını sağlamışlar.


Rus şehirlerinde çokça  sanat eserleri ve heykelleri gördük gezdiğimiz yerlerde. Hüseyin bunlardan birisinin elini öperek saygısını gösterdi.)))


İşte bu da cadde üzerinde bir başka heykel 


Lenin caddesi devamında Devrim Meydanı ve Lenin Anıtı bulunuyordu. Burada da hem dolaştık ve hem de çevrenin fotoğraflarını çektik.


Buradan yine taksiyle kentin en üst noktasında bulunan Paraskeva Cuma Şapeli'ne gittik. Çağırdığımız taksinin sürücüsü bir kadın. Rusya'da böyle kadın taksiciler oldukça fazlaydı. Sohbet sırasında kardeşinin bir Türk ile evli olup, İstanbul'da yaşadığı ve kocasının da Azeri olduğundan söz etti bize.


Aziz Paraskeva Pyatnitsa Ortodoks Şapeli (Cuma) Krasnoyarsk'ın simgesi durumunda. Eski bir Pagan Tatar tapınağının olduğu yerde Karaulnaya Dağı'nın tepesinde bulunuyordu.  Şapel, eski Rus tarzında küçük bir sekizgen tuğla yapıydı. 


Buradan kenti panoromik olarak seyrettik. Şansımıza kapalı bir hava denk gelince, en üstteki ve alltaki resimde de görüleceği üzere, net görüntüyle seyredemedik tabii ki.


Tepe üzerinde ralliciler için bir yarış pisti yapmışlar. Biz oradayken bir ATR'li genç adeta akrobasi gösterisi yapıyordu.


Tabii ki Krasnoyarsk'ta gezilecek daha yerler var ama buraya ayırabildiğimiz zaman bu kadar, Krasnoyarsk gezimizi burada noktaladık. Şimdi otele dönüp dinlenme zamanıydı. Yarın uzun bir yolculuğa çıkacağız. Saat 13.30 da hareketle Irkutsk'a gideceğiz. Bu yolculuğumuz 20 saat sürecek bir tren yolculuğu ve aynı zamanda son tren yolculuğumuz olacak.


Resimde Krasnoyarsk tren garı. Gittiğimiz tüm şehirlerdeki tren garları, diğer yazılarımda da resimlerini paylaşmıştım, gerçekten harika ve tarihi bir mimariye sahiplerdi.

Irkutsk - Baykal Gölü'nde görüşmek üzere..


TRANS SİBİRYA, 10. DURAK - BAYKAL GÖLÜ YAZIMI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..



İYİ SEYAHATLER


RUSYA - TRANS SİBİRYA, 8. DURAK - NOVOSİBİRSK

TEMMUZ 2019

Bu seferki tren yolculuğumuz Omsk'tan, gece saat 00,07 de başladı ve sabah 09,22 de, 9 saat 25 dakika süren yolculuk sonunda Novosibirsk'te bitti.

Doğrusu artık tren yolculukları da zor gelmeye başladı. Şimdiye kadar 7 tren yolculuğu yaptık ve iki tren yolculuğumuz daha var. Bunlardan birisi 11 saat 33 dakika diğeri ise, tam 20 saat sürecek. Hiçbirimiz yaşamımız boyunca bu kadar uzun tren yolculuğu yapmamıştık. Tabii ki bu da bizim için yaşamımızda ilginç ve değişik bir deneyim oldu.


Novosibirsk'teki otelimiz tam tren istasyonun karşısında, dolayısıyla otele yürüyerek kısa zamanda ulaştık. Ben yine tren yolculuğu sırasında, hem yeri yadırgamaktan ve de 4 saate ulaşan zaman farkı nedeniyle uyuyamamıştım. Otele varınca odalarımıza dinlenmeye çekildik. Bir süre sonra gece uykularını almış arkadaşlarım hemen şehri keşfe başladılar  bile. Onların heyecan ve hevesle gittikleri yerlere, daha sonra birlikte de gittik.

Önce kısaca Novosibirsk'ten söz edelim;

Rusya’nın madencilik, otomotiv başta olmak üzere endüstriyel anlamda çok önemli bir merkezi şehiri olan Novosibirsk şehri 1983 yılında Ob nehri dolaylarında yapılan bir demiryolu köprüsü etrafında kurulmuş. 2 milyon nüfusuyla Sibirya'nın en büyük şehri olan Novosibirsik şehri ülkenin en büyük ve tarihi bale ve opera binası olan Sibirya Kolezyumuna sahip. Novosibirsk aynı zamanda ülkemizin başkenti olan Ankara şehri ile kardeş bir şehir.



Otele yaklaşık 1,5 km. uzaklıktaki Lenin Meydanı, ilk ziyaret noktamızdı. Burada bulunan Lenin Meydan'nında, Lenin Anıtı ve Devrim Kahramanları Anıtı oldukça görkemli görünüyor. Burası şehrin en büyük meydanı ve en önemli noktası.

Daha önceki yazılarımın bazısında da söz etmiştim, Sovyetlerin çöküşü sırasında, ülkemizde kara propaganda olarak birçok basın ve medyada, Lenin heykellerinin de yıkıldığını izlemiştik. Ama gezdiğimiz her kentte oldukça görkemli Lenin anıtlarının varlığına şahit olduk. 


Meydanın hemen arkasında, Sibirya Kolezyumu (Novosibirsk State Academic Theatre of Opera and Ballet) bulunuyordu. Ülkenin en büyük opera ve bale gösterilerin yapıldığı bir yer burasıymış. 40 000 м² alana kurulu olan bu Kolezyum günümüzde aktif olarak kullanılıyor.


Biz kolezyumun açık olduğu dönemde orada bulunamadığımız için, ne yazık ki içine de giremedik. Sadece dışarıdan bakıp fotoğraflayabildik. Burada sezon Eylül ayında açılıyor, buraya gitmeyi düşünenler burada bir gösteri izlemeyi düşünürlerse, Eylül ayından itibaren  burada bulunmalıdırlar. Biz de aktif dönemde orada olabilseydik, bir opera veya bale gösterisini izleme şansına sahip olacaktık.


Meydanın hemen çapraz köşesinde, Novosibirsk Devlet Yerel Tarih ve Doğa Müzesi,  bulunuyor. Burası 1920'de etrafımızdaki dünyayla ilgili bilgileri halka sunmak isteyen Vladimir A. Anzimirov tarafından kurulmuş. İlk sergiler astronomi ve jeolojiye adanmış. 1920'lerin sonunda, müze Batı Sibirya Bölgesi'nde öncü olmuş. Bugün müze, kentin en önemli turistik yerlerinden birisiymiş. Her yıl 150 binden fazla kişi tarafından ziyaret ediliyormuş. 200 binin üzerinde maddeye ev sahipliği yapan koleksiyon, arkeolojiyi, bölgenin tarihini ve doğasını kapsıyormuş. Şimdi müzeye ev sahipliği yapan bina, 1910 yılında özel mimar Andrey D. Kryachkov tarafından tasarlanmış ve şehrin kalbinde yer alıyor.


Bu müzeyi arkadaşlarım şehri keşfetmek üzere erken yola çıktıkları için gezebildiler. Ben dinlenip geç çıktığım için vardığımda müze kapanmıştı ve bu güzel müzeyi gezememiş oldum. Buradaki fotoğraflar arkadaşlarımın çektikleridir. Fotoğraflarda bir Şaman ve geçmiş dönemde kullanılan giysiler.


Şehirde gezerken yerde devam eden çizgi bulunuyordu. Bu çizgiyi takiben, turistik mekanlara gidiliyormuş. Ama bazen bu çizgiler de hata yaptırıyor insana, arkadaşlarım bunu anladılar.)))


İşte bu çizgilerin de olduğu, Krasniy Prospect'in (Kızıl Bulvar üzerinde  St. Nicholas Şapel'i bulunuyordu. Şapel, 1915 yılında 300 yıllık Romanov yönetimini anmak için inşa edilmiş. 1930'da yıkılmış ve bir Komsomol üyesi heykeli ile değiştirilmiş. Şapel 1993 yılında yeniden inşa edilmiş. 

Şapel Novosibirsk'in bir simgesi durumunda. Yeni evlenenler arasında oldukça popüler bir mekanmış. Buraya gelip  bir mum yakıp dua etmek çiftler arasında neredeyse gelenekselleşmiş bir davranışmış.


Tam Bulvarın ortasında yer alan bu şapel, küçük bir parkın içerisinde bulunuyordu. Biz de bu parkta oturup bir süre dinlenip yoldan gelen geçenler baktık.

Şimdi sırada yine  Krasniy Prospect üzerinde bulunan Aleksandr Nevski Katedrali var.


Katedral, Neo-Bizans tarzında yaldızlı bir kubbe ile inşa edilmiş ve adını Rus ortaçağ tarihinin devlerinden biri olarak yazdırmış. Burada demiryolunun inşasını ve Novonikolayevsk'te bir istasyonun kurulmasını başlatan Çar Alexander III adına inşa edilmiş. Bu şehir küçük bir yerleşim bölgesiyken, giderek büyümüş ve büyük bir şehir haline gelmiş. 


Katedral, 1937'de Stalin tarafından kapatılmış ve 1989'da yeniden açılmış. Binayı yoketmek için birçok girişimde bulunulmuş ama hepsi başarısız olmuş. Sadece güzel çan kulesi ve iç duvarların bazıları yerle bir edilmiş.


Katedralin hemen önünde, katedrale adını veren Çar Aleksandr III 'ün bir anıtı da bulunuyordu.


Bu bulvar üzerinde yine bir çok müze de vardı ama Novosibirsk'e ayırdığımız süre zarfında ne yazık ki hepsini gezme şansımız yoktu.



Daha önceki yazılarımda da Rusyadaki bütün şehirlerde büyük parkların olduğundan söz etmiştim. Novosibirsk'te de insanların nefes alacağı, eğleneceği ve dinleneceği yeşil ve rengarenk çiçeklerle süslü böyle parkları da vardı. 

Şimdi yolumuz Obi Nehri'ne..


Türkiye'den gelmeden önce Rusça hocam Andrei, Sibirya'da çok miktarda kene, sivrisinek ve bizdeki yakarca büyüklüğünde olup insanı sokmayan, ama ısırdığı yerden parça koparan bir sineğin varlığından söz etmiş ve önlem almamız konusunda uyarmıştı.


Obi Nehrine varınca o bahsettiği küçük sineklerin adeta saldırısına uğradık. Hatta nehir kıyısında bir balıkçı lokantası bulursak orada yemek yemeyi de planlıyorduk, ama bu saldırı karşısında yapılması gereken oradan bir an önce uzaklaşmaktı ve biz de onu yaptık.

Nehir kıyısında da yine Çar Aleksandr III'e ait büyük bir anıt bulunuyor. Demek ki Novosibirskliler Çar Aleksandr'ı pek sevmişler.

Nehrin üzerinde bir demir köprü vardı. Orada bulunduğumuz sırada, başı sonu belli olmayan tren katarlarından bir kaç tane geçti. Rusya'da ulaşım genelde demiryollarıyla sağlanıyor. Gerek insan, gerekse mal taşımacılığında demiryolları önemli bir role sahip.


Novosibirsk'in hayvanat bahçesinin çok güzel olduğunu öğrendik ama vakit darlığı ve daha önce Çelyabinsk'te hayvanat bahçesine gittiğimiz için, burada tekrar gitmedik. Ama hatıra olsun diye önünde bir resim çekilmeyi de ihmal etmedik.


Novosibirsk'te üç tane cami bulunuyor. Bu camilerden biri olan ve tamamen ahşaptan yapılmış olan camiye gittik.  Bu cami 1916 yılında şehrin Tatar yerleşim bölgesinde inşa edilmiş. Kazan yazımda da belirttiğim gibi Ruslar önceleri sadece ahşap camilere izin veriyorlarmış ve bu yüzden bu camide ahşap olarak inşa edilmiş. 


Sovyet döneminde kapatılan bu cami, daha sonra tekrar açılmış ve 2010 yılında tamamen yenilenmiş. Şehirde daha büyük bir cami olmasına rağmen, yaşlı müslümanlar genelde cuma namazları için buraya geliyorlarmış.

Artık bu gece saat 04,01'de yolumuz Krasnoyarsk'a

Krasnoyarsk'ta görüşmek üzere..

TRANS SİBİRYA, 9. DURAK - KRASNOYARKS YAZIMI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..


İYİ SEYAHATLER

RUSYA - TRANS SİBİRYA, 7. DURAK - OMSK

TEMMUZ 2019


Bu seferki tren yolculuğumuz, gece saat 03.06 da başladı ve ertesi gün, akşam üzeri 17,30 da, 13 saat süren yolculuk sonunda Omsk'ta sona erdi. 


Bu yolculuk sırasında trenimiz, yolun sovyet döneminde yapılması ve ayrılma sırasında demiryolunun Kazakistan sınırları  içinde kalması nedeniyle, Kazakistan'a da girdi. Bu yolculuğu planlarken Rusya'ya iki giriş yapmamız mı gerekecek acaba diye düşünmüş ve araştırmıştım. Çünkü Rusya bize sadece  tek girişli 30 günlük vize veriyordu. Araştırma sonucunda Rusya ile Kazakistan'ın demiryolu konusunda anlaşmaları olduğunu öğrenmiştim. Dolayısıyla giriş çıkış bizim için bir sorun yaratmadı.






Günümüz hemen hemen yolda geçti. Bu arada trenimiz Kazakistan'ın Kızılyar şehrinde durdu ve Kazak polisler trene bindiler ve yola devam ettik. Hareket halindeyken açık olan kompartmanımızın kapısı önünden geçen polisler kompartmenımıza bakarak yürüdüler. Daha sonra bir Kazak polis doğrudan kompartmanımıza girdi ve pasaportlarımızı istedi.






O pasaportları incelerken aynı zamanda kompartmanımızı gözlüyor ve sorular soruyordu. Ben cevaplarken polis, Ergun'un yatağının üzerindeki açık satıştan aldığı pet şişe içindeki birayı gördü. Trende içki içmenin yasak olduğunu ve ceza yazacağını söyledi. Ceza yazmasın diye Türklerle, Kazakların dost ve kardeş olduğundan falan söz ettim. Hatta Kazakistan'ın başkenti Astana'da önceki yıllarda firmamın olduğunu ve iş yaptığımı söyledim. O da hediyemiz olup olmadığını sordu, yani adam resmen rüşvet istedi.  Ben de gayet pişkin bir vaziyette burada misafir olduğumuzu, bize hediye verilmesi gerektiğinden bahsetim. Sonunda polis rüşvetten umudu kesince, pasaportlarımızı iade etti ve iyi seyahatler dileyip gitti.




Nihayet bu 13 saat süren yolculuk sonunda Omsk'a varıp ve taksi ile otelimize gittik. Tabii ki yine yandex taksi ile gitmiştik. Arkadaşım Mustafa Ökmen hep yandex taksiden bahsettiğimi ama hiç taksi resmi paylaşmadığımı yazmıştı. Bu nedenle bir de yandex taksi resmi paylaşıyorum. Gönlün oldu mu sevgili Mustafa?


Resimde otelimiz ve Kolchak'ın karargah evi.

Otelimiz şehrin turistik mekanlarına oldukça yakındı, daha yoldayken taksici bize genel olarak gezilecek yerleri gösterdi. Otelimizin yanında Kolchak'ın Omsk'ta bulunduğu sürede yaşadığı ev ve karargahı bulunuyordu. (Kolçak'tan daha sonra söz edeceğim). 


Otelde bir süre dinlendikten sonra artık şehri keşfetmeye başlamanın zamanıydı;

Otelimizin hemen önünden geçen İrtiş Nehri'nin kıyısında bir plaj oluşturmuşlar. Aslında nehir pek temiz görünmemekle birlikte, insanların da zaten başka çareleri yok, burada daha çok güneşlenmeyi tercih ediyorlardı. Bir süre bu plaj civarında dolaştık.


Artık akşam olmak üzereydi ve bu nedenle gezilecek yerler de sınırlıydı. Biz de kentin önemli caddesi Lenin Bulvarı'nda dolaştık. Hep birlikte bulvar üzerinde, neredeyse kentin simgesi haline gelmiş, Tesisatçı Anıtı'yla poz verdik.


Lenin Bulvarı üzerinde, içinde Lenin Anıtı'nın bulunduğu Devrim Meydanı'na uğradık. Buradaki Lenin anıtı gezdiğimiz şehirlerdekilere göre en küçük olanıydı.


Bu arada da akşam yemeği yiyeceğimiz bir mekan bakıyorduk. İnsanların oldukça yoğun ilgili gösterdiği bir İtalyan restoranına gittik.



Deniz ürünlü İtalyan makarnası ve Margarita pizzasını beyaz şarap eşliğinde keyifle yedik.  Hesap şarap nedeniyle biraz yüksek gelse de, lezzetli bir akşam yemeği yemiş olduk.

Artık otele dönüp dinlenme zamanıydı.


Ertesi gün şehri keşfe otelimizin yanındaki Bucholz Meydanı'ndan başladık. Bu meydan adını 1716 yılında, kentin kurucularından olan, Johannes Buhgolts'tan alıyormuş. Meydanın ortasında, Sibirya'nın keşfi ve gelişimini anlatan 7 m. çapında bir küre bulunuyordu. Bu meydan tarih boyunca bir çok olaya tanıklık etmiş bir meydan. Burası aynı zamanda gençlerin buluşma ve eğlenme alanıymış.


Buradan Karl Marks Bulvarı'na çıktık. Bulvar üzerindeki park içinde bulunan Kazak St. Nicolas Katedrali'ne uğradık. Bu katedral, Sibirya'daki en eski katedrali  özelliğini taşıyormuş ve 1843 yılında Vasily Stasov tarafından Neo-klasik tasarımlara inşa edilmiş. 




Bu parkın içinde ve katedralin hemen yanında da St. Peter ve Febronia of Murom anıtı vardı. Efsaneye göre St. Peter, Murom ülkesinin prensi (Murom Rusya'da bir yer). Prens cüzzam hastalığına yakalanmış ve Gürcistan'dan Febroina gelip onu iyileştirmiş. Bu arada prens Febroina'ya aşık olmuş ve evlenmişler. Fakat halk bu evliliği istememiş ve ikisini sürgüne göndermişler. Onlar sürgündeyken ülke felakete sürüklenmiş ve halk tekrar geri dönmeleri için onlara yalvarmışlar. İşte böyle bir efsaneyi burada anıtlaştırmışlar.







Yolumuz üzerinde tarihi ve güzel binalar da bulunuyordu. Burada paylaştığım fotoğraflar kentin güzel ve tarihi yerleri, ama her şehirde olduğu gibi burada bir çok semtte kötü yapılar da bulunuyordu.


Rotary parkın içinden geçerek, nehir boyuna çıktık. İrtiş nehrinin üzerindeki köprünün adı Leningradsky Köprüsü. Zaman zaman nehir kıyısında verdiğimiz ufak molalar sonunda tekrar otelimize doğru geldik.


Daha önce yazdığım gibi otelimizin hemen yanında Kolçak'ın karargah evi vardı. Şimdi bu evi müze olarak değerlendiriyorlar. Bu müzeye giriş ücretsiz ama fotoğraf çekmek için 200 ruble istediler. Bu yüzden sadece ben cep telofonuyla fotoğraf çektim ve ne yazık ki bu  fotoğrafları yanlışlıkla silmişim. Arkadaşlarıma paylaştığım için elimizde kalan, tek fotoğraf bu  oldu.

Müzeyi rehber eşliğinde gezdik ama bize birşey anlatmadı, sanırım sadece fotoğraf çekimini kontrol ediyordu. Müzede Kolçak' a ait müştemilat, giysi, çalışma odası, belgeler v.s. bulunuyordu,

Şimdi kısaca Kolçak'ı tanıyalım; (Alıntı)

"Aleksandr Vasilyevich Kolchak, 4 Kasım 16 Kasım 1874 te, St. Petersburg, Rusya doğdu. Kuzey Kutbu kaşif ve deniz subayı. I. Dünya Savaşı'nın başlamasında Kolçak, Baltık filosunun bayrak kaptanıydı. Ağustos 1916'da amiral yardımcısı olarak Karadeniz'deki filoya komuta ediyordu. 1917 yılının haziran ayında, Şubat devrimi sonrasında istifa etti ve Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. Daha sonra Mançurya’daki Beyaz Rus kuvvetlerini koordine etmeye çalıştı. 1918 yılının Ekim ayında, Bolşevik hükümetinde savaş bakanlığı yaptığı Omsk'a gitti. 18 Kasım 1918'de, Omsk'taki bir askeri darbe, ona mutlak güç getirdi."

"Omsk'un bir başka özelliği de, Bolşevik Ordusu'na karşı direnen Amiral Kolçak'ın geçici "devleti"ne mekân olması. Amiral Kolçak (Alexander Kolchak), diktatör kişiliğiyle tanınan, aynı zamanda maceraperest ruha sahip bir askerdir. Bolşeviklerden kaçırılan 1300 ton altına ilave olarak yüklü miktarda gümüş ve platinin yanı sıra, milyonlarca Ruble'lik serveti taşıyan özel bir tren, bir şekilde Omsk'ta Kolçak'ın eline geçer. Bu hazinenin bir kısmı, anti-Bolşevik ordusunun silahlanması için harcanırken, çoğu da, Omsk'ta yaşayan Çarlık Rusyası devrinin geri geleceğini uman Beyaz Ruslar tarafından bonkörce harcanmaya başlanır. Hazinenin bir kısmı ile, Beyaz Ordu'nun ihtiyacı için Japonya'dan yüklü miktarda silah ve mühimmat alınır "

"Orduları ilk başta başarılı olsalar da, Omsk 14 Kasım 1919'da Kızıl Ordu'ya eline geçti, Kolchak merkezini Irkutsk'a devretti, ancak 4 Ocak 1920'de Sosyalist Devrimci-Menşevik grup o şehirde iktidara geldiğinde istifaya zorlandı. Bolşevikler tarafından götürüldüğü Irkutsk'ta yetkililerine teslim edildi. İdam edildi ve bedeni Angara Nehri'ne atıldı."


Müzenin hemen yakınında da Kolçak isimli Restoran vardı. Onun önünde de Kolçak'a ait bir heykel bulunuyordu. Binanın bir ön taraftaki yüzü üzerinde de bir yanda Lenin, ortada Çar ve diğer yanda ise Kolçak'ın resimleri bulunuyordu. Hiç birinin kalbi kırılmasın diye düşünmüşler herhalde.))))









Devrim askerleri anıtının önünden ilerleyerek, Om Nehri üzerindeki Yubileiny Köprüsü üzerinden Lenin Bulvarına çıktık. Hemen solumuzda Seraphim-Alexy Chapel bulunuyordu.




Yolumuzun sol tarafında nehir kıyısında Diriliş Parkı bulunuyordu. Bu parkın içindeki bir seyyardan aldığımız samsa ve doğranmış karpuz ile öğle yemeğimizi yedik.


Dinlendikten sonra, nehir kıyısını takiben Partizanskaya caddesi üzerindeki, Tobolsk Kapısı'na geldik. 



Kapı, 1791-1794 yıllarında kalenin "taş" yapısının başlangıcı sırasında, eski ahşapların üzerine inşa edilmiş. Kalenin yapımında dört kapı bulunuyormuş bunlar, Tarski, Irtysh, Omsk ve Tobolsk kapıları. Biz şehir gezimiz sırasında bunlardan sadece ikisini gördük.


Kent içi parklardan hep söz etmiştim ya bu da işte onlardan biri.


Askeri Müze'nin yanından geçerek, önce Pazar Kilisesi'ne, sonra da Uspenskiy Katedrali, diğer adıyla Varsayım Katedrali'ne gittik. 



Omsktaki din adamları 1879 yılında, tüm cemaatler için çok küçük olan Diriliş Katedrali'ni genişletmeye karar vermişler. Batı Sibirya Genel Valisi G. Mescherinov, eskisini genişletmek yerine yeni bir katedral inşa etmeyi önermiş ve bu katedral inşa edilmiş.



1930'larda, ülkenin dört bir yanına yapılan kitlesel din karşıtlığı kampanyalar sonucunda, Katedral havaya uçurulmuş. 2005'te Omsk Bölgesi Hükümeti bu harika dini binayı restore etmeye karar vermiş. Varsayım Katedrali 15 Temmuz 2007'de ibadete  açılmış.

Buradan Yangın Kulesi'ne gittik. 




Bu kule 1915 yılında, daha önce ahşap kulelerin yerine taş kule olarak inşa edilmiş. 32 m. yüksekliği ile Omsk'un en yüksek yapısıymış. Yangın kulesi, 1940 yılına kadar amacına hizmet etmiş. 2002 yılında, gözlem güvertesine kask ve itfaiyeci kıyafeti giymiş bir manken konulmuş. Şimdi sadece turistlerin ilgisini çeken bir yer olarak duruyor.




Yolumuzun devamında, Omsk Devlet Drama Tiyatrosu vardı. Bu sırada tiyatroda bir tadilat yapılıyordu. Zaten tiyatrolar Eylül ayında kapılarını açıyorlar ve biz de bu harika yapıları sadece dışarıdan fotoğraflayabildik.


Lenin Bulvarı üzerinde çok sayıda bronz anıtlar bulunuyordu. Bunlardan birisi de ünlü Polis Heykeli




Bunlardan biri de Lyubochka Anıtı idi. Bu anıt 1999 yılında, hastalığı nedeniyle hep bankta oturarak vakit geçiren bir kıza adanarak yapılmış. Bir efsaneye göre de, Omsk valisi Gustav von Gasford'un eşi Lyubov Fedorovna'ya adanmış. Omskluların inancına göre heykel ile resim çekilenler, tekrar Omsk'a geri dönerlermiş. Demek ki Ergun ve Hüseyin Omsk'a tekrar gelecekler.)))




Artık otele dönüp dinlenme zamanıydı.

Akşam yemeği için, gündüz gördüğümüz bir Özbek restoranına gittik, ama bu kez yediklerimizden hiç memnun kalmadık.


Sabah kahvaltısından sonra ben dinlenme ihtiyacı duydum bu nedenle otelde kalırken, arkadaşların şehri keşfe devam ettiler.


Arkadaşlarım Vrubel Müzesi'ne gitmişler. Omsk bölgesel M.A. Vrubel güzel sanatlar müzesi, Batı Sibirya Bölgesi müzesinde kurulmuş ve 21 Aralık 1924'te ziyaretçilere açılmış.











Müze, Sibirya ve Uzak Doğu'nn 30 binden fazla eserine ev sahipliği yapıyormuş.  Resim, grafik sanat, heykel, dekoratif ve uygulamalı sanat eserleri, nadir basılmış eserler ve belgesel sanat eserleri, Rusya, Batı ve Doğu Avrupa, Orta ve Orta Asya, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Kuzey Amerika ustaları tarafından yaratılmış. 





Ben bu arada dinlenip çıktım ve arkadaşlarım daha müzedeyken ben de Dostoyevski Müzesi'ne gittim ve müzeyi bulmakta hayli zorlandım. İlginçtir müzenin tam karşısında bulunduğum sırada, bir Omskluya müzeyi sordum ama o da bilmiyordu. Neyse ki sonunda, pek müzeye benzemeyen ve önünde sadece küçük bir tabela bulunan binaya girdim.


Müzede Rusça konuşan rehber bulunuyordu ama başka dilde konuşan kimse yoktu. Bu nedenle elime fotokopi ile çoğaltılmış bir dosya verdiler ve sayfaları okuyarak mekanları anlamaya çalıştım.







Omsk'un en önemli özelliklerinden birisi de, 1849-1853 yılları arasında Dostoevski'ye ev sahipliği yapması. Aslında buna "hapishane sahipliği" demek daha doğru. Dostoevski, bu 4 yıllık hapis yaşamında, yaşadığı ağır şartlardan ötürü, burada ölümün eşiğinden dönmüş, 



Müzede onun yaşamına ait eşyalar, kitaplar, çalışma masası gibi müştemilat da sergileniyor du. 

Onun Omsk'taki yaşamının özeti. (Alıntı)


"6 Ocak 1849 gecesi Dostoyevski, bir hapishane konvoyunda Petersburg'dan Sibirya'ya gönderildi. Dört yılını Omsk Hapishanesinde geçirecekti: "Dört yılımı hapishanede, duvarların arkasına çıkmadan geçirdim ve sadece iş için çıktım. Bize düşen iş zordu ... ve bazen kendimi de tükettim Kötü havalarda, nemli, rüşvette veya kışın dayanılmaz soğukta ... Bir yığınta, hep birlikte bir kışlada yaşadık… Kendiniz için uzun süre yıkılmış olması gereken eski, harap bir ahşap bina düşünün. ve bu artık hizmet edemezdi. Yaz mevsiminde katılık dayanılmaz, kışın m dayanacak kadar soğuk m. Bütün katlar çürümüş. Yer çamurla bir inç kalınlığında, kayıp düşebiliyor. kırağı ile, bu yüzden bütün gün okumak için neredeyse imkansız.Pencere panellerinde bir inç buz var .. Tavandan bir damlama var - hepsi deliklerle dolu. Çıplak tahta yataklarda uyuduk, bir yastığa izin verildi, kendimizi kısa yarı yarıya kapattık. -uzun kürk mantolar ve ayaklarınız her zaman çıplak. Bütün gece titriyorsun. Pirelerin, bitlerin ve hamamböceklerin dağları ... Bunların hepsine ekle, kitap sahibi olmanın neredeyse imkansızlığını, eğer bir tane alırsan, onu etrafından titizlikle okumak zorundasın, sürekli düşmanlık ve çömelmek, küfretmek, bağırmak, gürültü, açgözlülük, her zaman nöbetçi, asla yalnız ve dört yıllık bir değişiklikle ... "
Dostoyevski'nin hapishane kampındaki yılları korkunç bir rüya gibiydi. Kendisini "dökme taş" ya da "dilimlenmiş kabuk" olarak yazdı: "Ve bu dört yıl 1, canlı olarak gömüldüğüm ve bir tabutun içine kilitlendiğim bir zamandı. bitmeyen acılar, çünkü her saat, her dakika ruhumun üzerinde bir taş gibi tartıştı. Bu dört yılda, hapiste olduğumu hissetmediğim bir an yoktu ”.
Omsk'ta, yazar bir tuğla fabrikasında çalıştı, kaymaktaşı pişiriyor ve öğütüyordu; Bir mühendislik atölyesinde çalıştı ve şehir sokaklarından kar kürüyordu. Hapishanede yazmak yasaklandığından, Dostoyevski'nin Omsk'taki asıl yaratıcı çalışması gelecekteki romanlarını planlıyordu. Çevresinde bu tür planlar için sınırsız bir malzeme kaynağı oldu. Dört yıl boyunca hapishanede yaşadığı tecrübe boyunca aldığı ilk eseri, Rus hapishanesi temasına adanmış bir romandı, Ölüler Evi'nden Notlar. Yazarın yaşadığı hiçbir şehir araştırılmamış ve Omsk gibi ayrıntılı bir şekilde tanımlanmamıştır.

Onun için hapishanede yaşam genellikle dayanılmaz derecede zordu. Normal hayata döndüğünde, o yılları hatırlamaktan hoşlanmıyordu. 1876'da, bir Yazarın Günlüğü'nde, Dostoyevski, “O zamana kadar bazen uykumda bana geri döner ve daha fazla işkence görmeyi hayal etmediğimi” itiraf eder. Kendi hayatı m olmuştu."

Ne yazık ki, müzede çektiğim fotoğrafları da yanlışlıkla sildiğim için, müzeyle ilgili olarak internetten indirdiğim fotoğrafları paylaştım.



Arkadaşlarım bu arada tekne turuna katılmışlar ve dönüşte de pek memnun olmadıklarını ifade etmişlerdi.


Akşam yemeği için yine gündüzden keşfettiğimiz bir restorana gittik. Burada biz biftek yemeği yercih ederken, Ergun siyah burger yemeyi tercih etti. Garson kız "beyaz ekmek mi? siyah ekmek mi?" diye sormuştu burger için ve Ergun da koyu renkli ekmek diye düşündüğü için, siyah demişti. 



Ergun'un siyah burgeri gelince şaşırdık, ekmeği gerçekten simsiyahtı. Hatta garson kız siyah eldivenler de giydirdi Ergun'a. Ergun burgeri bir heves ve iştahla yedi. Ama burgerden dolayı mı yoksa başka birşey dokunduğu için mi, sonraki iki günü oldukça kötü geçirdi.




Bir kazık da bu restoranda yedik. Meğerse menüdeki fiyatlar 100 gr. içinmiş ve kendi kafalarına göre, bize sormadan,  yenilemeyecek kadar çok biftek hazırlamışlar. Sonuçta da bu hesaba yansımış tabii ki.



Omsk şehrini de vaktimizin yettiği ölçüde gezdik. Bu gece yolumuz Novosibirsk'e, saat; 00,07 de kalkacak olan trenle yolumuza devam edeceğiz. 


Novosibirsk'te görüşmek üzere.



TRANS SİBİRYA, 8. DURAK - NOVOSİBİRSK YAZIMI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..


İYİ SEYAHATLER