Kamboçya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kamboçya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KAMBOÇYA - SİHANOUKVİLLE

Şubat 2016

Bugün yolumuz Kep'ten, Shanoukville'ydi. Yine otelden aldığımız biletle gelen minübüse binip, balık istifi tarzında Sihanoukville'e doğru yola çıktık. Bu yolculuk tam bir eziyet oldu bu kadar bir yolu sıkışık vaziyette tamamladık. Bu ülkede uzun yolculuklarda eğer kara yolunu kullanıyorsanız, illa ki otobüsü tercih etmenizi öneririm.  Bir de şunu ekleyeyim, ulaştırma sektöründe olanlar hem burada hem Tayland'da çok kaba.


Bu zorlu yolculuktan sonra nihayet Sinaoukville'e vardık. Burada kalmadan hemen Koh Rong adasına geçmek için biletimizi alıp gelen araçla iskeleye gittik. Hızlı katamaranla 45 dakika sonra Koh Rong' a vardık.


İskelede tekneden inerken karşımızda restoranlar, barlar ve guest house'ları gördük. Ben uygun bir guest house aramaya çıkarken, bizimkiler beni iskelenin önünde bekliyorlardı. Bu seyahate çıkmadan önce yaptığım araştırmalarda burada (10 USD)'ye oda olduğunu okumuştum. Gezdiğim bütün (10 USD)'lik guest house'lardeki odalar oldukça kötüydü.


Nihayet iskelenin sol tarafındaki yolun sonunda, daha iyi şartlarda olan guest house'dan bir gece için, iki oda kiraladım ve (toplam 46 USD) ödeme yaptım. Çok fazla ücrete rağmen de aman aman bir yer değildi burası da. Burası daha çok sırt çantalı gençlere hitabeden bir adaydı.


Buradaki barlar, restoranlar, tam plaja kadar dayanmışlar. İskeleden kiraladığımız guest house'a kadar eşyaları kumsalda taşırken adeta canımız çıktı.


Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için tekrar plaja doğru yürüdük. Restoranlarda bize uygun bir yemek bulamadık. Yol üstünde bir tezgahta spagetti bolonez yapan sempatik bir adamdan birer porsiyon aldık, gerçekten çok lezzetli bir yemekti. Burada şu ana kadar en olumlu şey bizim için bu oldu.

Burada iki gece kalmayı planlamıştım ama, hayal kırıklığı yaşayınca, ertesi gün Sihanoukville'e dönmeye karar verdik. Hızlı teknenin Sihanukville'e hareketine kadar adanın yakın plajlarını gezdik.


Öncelikle Police Beach'a gittik, burası çok sıradan bir plajdı.  Daha ziyade akşamdan kalma kafası iyi gençlerin barındıkları yer gibi görünüyordu. 


Tekrar iskelenin olduğu plaja geldik, bar ve restoranları geçince ilerisinin çok daha güzel olduğunu gördük. Deniz ve kumsal oldukça güzeldi. Buradan denize girdik, deniz şahaneydi. 



Ama barınma sıkıntısı nedeniyle, dönme kararımızı uyguladık. Teknemizin kalkış saatinden önce iskeleye geldik. Teknemiz geldi ve ver elini Sihanoukville.

Sihanoukville'e varınca bir tuk tuk tuttuk ve (Serendipity and Ochheuteal Beach) plajına yakın bir guest house'a gidip 2 oda kiraladık. Kaldığımız odalar güzeldi, geceliği (20 USD) ama (10 USD) odaları da vardı.

  
Odalarımız yerleştikten sonra, gerekli eşyalarımızı alarak, yakınımızdaki Serendipity and Ochheuteal plajına gittik. Burada bir çok bar ve restoran vardı ve bunlardan birinin şezlonglarına yerleştik. Burada oturmak sadece bir içecek karşılığıydı. Bu arada ellerindeki yiyecekleri satmak veya masaj yapmak için gelen Kamboçyalı kadınlarından birinden birama eşlik olsun diye yengeç aldım. Oldukça lezzetli olan yengeç ile bira güzel geldi.


Akşam yemeği için şehrin merkezi olan Aslan heykelli meydana geldik. Tam karşımızda “Olive” isimli restoran gördük  ve heyecanla oraya girdik. Garsonlardan aldığımız bilgiye göre, burasının sahibi bir Türk'müş. Restoran bir Akdeniz mutfağı restoranıydı. Türkiye'deki gibi lavaj ile garnitürler ve ısmarladığımız patlıcan ezme geldi ve ardından Margarita pizza. Biraz karışık Akdeniz mutfağı oldu ama özlemişiz.

Bu arada söyleyeyim burada ekmek bulmak çok kolaydı, çünkü Avrupalıların yaşadığı ortamlarda ekmek bulmak oldukça kolay ama onların olmadığı yerlerde pirinç ile idare etmek durumunda kalınıyor.

Burayı ikamet etmiş çok sayıda Avrupalı burada yaşıyordu. Genellikle orta ve üzeri yaşta kişilerdi bunlar. Hepsinin yanlarında bir Kamboçyalı kadın vardı. Sanırım emekliliklerini burada yaşıyorlar ve o kadınlar da bunlara bakıyor. 


Biraz da Sihanokville'in gece hayatını da yaşamak istedik. Dayımı uyuttuktan sonra. :) gecenin bir saatinde tekrar Serendipity and Ochheuteal plajına geldik. Gündüzleri pek açık olmayan bazı barlar gece cıvıl cıvıldı. Biz de içkilerimiz alıp müzik eşliğinde dans ettik ve oldukça iyi eğlendik.


Ertesi gün işimiz Sihanoukville'i keşfetmekti. Kapımızın önündeki tuk tuk'çularla pazarlık edip birisiyle günlük (15 USD) anlaştık ve Sihanoukville turumuza başladık.


İlk durağımız Sokha Plajı oldu. Burası, bize göre Sihanukville'in en güzel plajıydı. Tabii ki bu kanıya diğer plajları gezdikten sonra vardık. Burası Sihanukville'in en bakir plajıydı. Orada bir süre kalıp, fotoğraf çektikten sonra diğer plajlara doğru hareket ettik.


Sırada Bağımsızlık Plajı (Independence Beach) vardı. Oraya da inip gezdik ve fotoğrafladık.


Sıradaki plajlar bitişik gibi olan, Hawai Plajı (Hawai Beach) ve Victory plajı (Victory Beach). Bizim orada bulunduğumuzda oldukça dalga gören plajlardı. Bu plajlar limana oldukça yakındılar ve bu nedenle pis olduklarını düşündüm.


Victory plajının önünde bir Vietman anıtı vardı ama nedenini öğrenemedik. Ama Pol Pot dönemini Vietnam güçleri sona erdirdiği için yapılmış olabilir diye düşünüyorum.
    

Sırada balıkçı köyü vardı. Tam da orayı gezerken bir tekne yanaştı ve oldukça çok sayıda balığı tekneden indirdiler. Bize de fotoğraflarını çekmek düştü.

Akşam yemekte bir gün önce yolda yürürken gördüğümüz deniz ürünleri restoranında istakoz yeme fikrimiz vardı ama bu gece biz gidinceye kadar kalmamıştı. Türkiye'de istakoz yemek için oldukça yüklü para ödemek lazım ama burada çok daha ucuza yemek mümkün, diye okumuştum. Gerçi Türkiye'de istakoz yemediğim için fiyatını bilmiyorum ama Tayland'da yediğimiz  0,6 kg. istakoza 1250 baht yani 110 TL. gibi bir rakam vermiştik. 


Aslında başta yazmalıydım, Sihanoukville ismi nereden geliyor diye ama şimdi aklıma geldi Sihanouk, Kamboçya kralının adı ve Ville'de biliyorsunuz köy, yani Sihanouk köyü. Ama artık kocaman bir şehir olmuş burası.


Sihanoukville'de geçirdiğimiz üç gün sonunda artık Kamboçya'ya veda zamanıydı. Yine otobüs ile Kamboçya'nın sınır şehri Koh Kong'a doğru yola çıktık. Hedefimiz Kon Kong'da bir gece kalıp ertesi günü sınırdan Tayland'a geçmekti.

Koh Kong çok sıradan bir şehir ve hiç bir özelliği yoktu, ama bizim için dinlenme noktası oldu. Oradan sonra yolumuz Pattaya'yaydı. Kamboçya'da (iç geziler hariç) katettiğimiz 903 km. karayolundan sonra, bugün yolumuz Tayland ve hedefimiz Pattaya oldu.

Otelden bir tuk tuk ile yaklaşık 10 km. mesafedeki sınıra hareket ettik. Sınırda işlemleri yaptırıp Tayland'a geçtik. Bize sıkıntı yaratacak olan, yeşil pasaporta üç ay vize ihtiyacı olmamasına rağmen, verilen 15 günlük vizeyi Tayland Phang Nga şehrinde farkedince feleğimiz şaştı. Devamı Pattaya yazımızda...


KAMBOÇYA İLE İLGİLİ FAYDALI BİLGİLER ;

1- Kamboçya Türklere vize uyguluyor ama vize havaalanından 29 USD ye alınıyor. Yeşil pasaporta vize gerekmiyor.

2- Burada kendi paraları olan Riel'den çok USD geçerli bu nedenle para değiştirmeye gerek yok.

3- Eğer buradan Tayland'a da gidecekseniz, Kamboçya, Tayland'a göre daha ucuz bir ülke alışverişlerinizi burada yapabilirsiniz.

4- Alışverişlerinizde pazarlık yapmayı unutmayın, söylenen rakamın yarısını hatta daha azını teklif edebilirsiniz, çekinmeyin.

5- Ulaşım oldukça ucuz, tuk tuk ile yapılan yolculuklar keyifli oluyor.

6- Kamboçya'ya giderken çok fazla eşya almanıza gerek yok, buradan çok ucuza eşya temin edebilirsiniz. Biz fazla eşya aldık pişman olduk.

7- Ulaşım araçlarında klimalar içerisini çok fazla soğutuyor, çantanızda ince de olsa sizi koruyacak bir giysi bulundurmakta fayda var.


İYİ SEYAHATLER



KAMBOÇYA - KAMPOT - KEP

Şubat 2016


Phnom Pen'de kaldığımız otelden otobüs biletimizi (10 USD) (bilet ücreti terminalde 7,75 USD) alıp, tuk-tuk ile Central Market'in yanındaki şehrin en "büyük" otobüs terminaline geldik. Bugün yolculuğumuz Kampot'aydı. Yine daha önceki Phnom Pen yazımda bahsettiğim gibi, yol boyunca yoksul Kamboçya halkının yaşamına izleyerek yolumuza devam ettik. Yolculuğumuz yaklaşık 3,5-4 saat sürdü ve Kampot'a vardık.

KAMPOT;


Buraya gelmeden önce hazırlık yaparken burası ile ilgili araştırma yapmış ve o yazılarda nehir üzerinde güneşin batışı bir harika oluyormuş diye okumuştum. Tabii ki yazarların kendi değerlendirmeleridir, saygı duyarım.


Bizim memlekette güneş çok daha güzel batıyor buradan. Sizinle sadece bir güneş batma resmini paylaşayım burasının. Bana sorarsanız hiç vakit kaybetmeyin burada, hiç bir özelliği bulunmayan bir yer. Bir de kaldığımız Guest House'un sahibi karı-koca da suratsız çıkınca....

Daha da fazla bir şey bulamıyorum burasını yazmak için..

KEP ;

Kampot'ta bir gece kaldıktan sonra sadece 26 km. mesafedeki Kep'e, kişi başı (2.5 USD) vererek ve sadece üçümüzün olduğu bir minibüs ile geldik. Kep merkezi küçük bir yerleşim, otobüs ve minibüs terminali de burada hemen plajın arkasında bulunuyor. Minibüsten inince etrafımızı saran tuk tukçulardan birisi ile anlaştım, bizi uygun bir Guest House'a götürmesi karşılığı, ki beğenene kadar arayacak ve sadece, (2 USD) ödeyecektik.


Tuk Tukçu bizi Crab Market yakınındaki bir Reaksmey Krong Kep Guest House'a götürdü. İki oda için günlük (32 USD) anlaştık. Burası pırıl pırıl, tertemiz, harika bir bahçesi olan ve deniz manzaralı bir yerdi. Eğer buraya yolunuz düşerse hiç tereddüt etmeden buraya gelmenizi tavsiye ederim.


Yerleştikten sonra, hemen yanında bulunan Crab Market'e dolaşmak için gittik. Tezgahlarında henüz denizden çıkardıkları yengeçler, balıklar, ahtapotlar, sübyeler, kalamarlar ve adını bilmediğim diğer deniz ürünleri vardı . 


Bunları mangallarda bir güzel pişirip satıyorlardı. Biz de buradan büyükçe bir kızarmış balık alarak, Guest House'mizin güzel bahçesinde öğle yemeğimizi yedik.


Kepli balıkçı  kızlar resim çekmemizden pek hoşlanmadılar. Güneşten korunmak için, eldiven, çorap, uzun pantalon ve sadece gözleri açıkta bırakan şapkalar takıyorlardı. Sanırım daha da fazla kararmamak için böyle giyiniyorlardı.



Öğleden sonra Kep plajına gittik ve 2016 yılının deniz sezonunu burada açtık. Biraz denizinin suyu biraz bulanık ve sıcaktı ama ilk sezon açılışı olması nedeniyle kendimi denize attım.

Kamboçya'da derdimiz hep ekmek bulmak oldu. Burada bir fırın görünce sevindik ve kahvaltılık ekmeğimizi alıp Guest House'mize döndük, tuk tuk ücreti (1,5 USD) idi.


Akşam yemeğinde yine yakınımızdaki Yengeç Market'inde bulunan restoranlardan en kalabalığını seçerek girdik. Çünkü kalabalık restoranlar her zaman daha iyidirler. Bu akşam deniz ürünleri dersimiz vardı. Üç ayrı çeşit siparişimiz oldu, yeşil biber ve midye soslu yengeç, yeşil biber ve midye soslu kalamar, yeşil biber ve midye soslu karides. Hepsi bir ayrı lezzetti, doğrusu ben çok keyif aldım bu yemeklerden.

Kep tam bir dinlenme yeri, yat, kalk, denize gir, deniz ürünleriyle beslen, içkini iç. İşte Kep aynen böyle bir yerdi.

Biz iki günümüzü böyle geçirdik ve yarın yolumuz Sihanoukville'e...



İYİ SEYAHATLER



KAMBOÇYA - PHNOM PEN

Şubat 2016


Bugün yolumuz Siem Reap'tan, Phnom Pen'e doğru. Otelimiz resepsiyonundan aldığımız biletle  (12 USD) otobüsle  Phnom Pen'e gidiyoruz. Otellerden otobüs, minibüs, gibi ulaşım araçları için bilet alınabiliyor, üzerine bir miktar komisyon koyuyorlar ama otel kapısından alıyorlar bu nedenle otelden bilet almayı tercih ettik. Gelen minibüs ile otobüs terminaline gidip oradan yolculuğumuza başladık.

    
Yolculuğumuz pek zor geçmiyordu doğrusu. Karayolundan giderek Siem Reap ile Phnom Pen arasında yaşayan Kamboçya halkının yaşamlarını da gözlemiş oluyorduk. Yol boyunca pirinç tarlaları, çeşitli tropikal meyve ağaçları, çok miktarda Hindistan cevizi ağaçları gördük. 

Konutlar hemen yol kenarında ve çoğu yerde insanlar ahşap direkler üzerine inşa edilmiş ahşap evlerde ve bazı yerlerde de yeni oldukları belli olan betonarme evlerde yaşıyorlardı. Muson dönemindeki su taşkınları nedeniyle, yollar doldurulup yükseltilerek yapılmış ve işte bu konutlar da yol boyunca dizili halde bulunuyorlardı. Yol boyunca bazı yerlerde de büyükbaş hayvancılık yapıldığını da gördük.


Kamboçya'daki yolculuklarımız sırasında sık sık “Kamboçya People's Party" binaları gördük. İnsanların yaşadığı konutlar çok kötü durumdayken bu partinin binaları oldukça görkemliydi. Bana insanlara karşı güçlü görünmek için böyle yaptıklarını düşündürdü.

PHNOM PEN ;

Yaklaşık 6,5 saat süren bir yolculuktan sonra, Phnom Pen'e vardık. Burada bir tuk tuk kiralayıp, yoğun trafik içinde daha önce rezervasyon yaptırdığım Salita Otel'e geldik. Otelde bir süre dinlenip akşam yemeği için, resepsiyon görevlisinin tavsiye ettiği bir restorana gittik. Burada iki çeşit Kamboçya et yemeğini test ettik ve yemekleri oldukça lezzetli bulduk.


Fotoğrafta Phnom Pen merkezindeki Bağımsızlık Meydanı ve Anıtı.

Yemekten sonra kısa bir yürüyüşle şehrin merkez bölümünü gezdik. Her taraf çöp doluydu ve dolayısıyla kötü kokular etrafa yayılmış vaziyetteydi. Burada kaldığımız 2 gün boyunca yaptığımız gezilerde Phnom Pen'i hiç beğenmedik desem yeri var. Ama burada bulunmamızın en önemli nedeni aşağıda anlatacağım Pol Pot döneminin izlerini yerinde görmekti. 

ÖLÜM TARLALARI (KILLING FIELDS) ve TUOL SLENG SOYKIRIM MÜZESİ ( TUOL SLENG GENOCİD MUSEUM )  S-21

**** Bu iki önemli mekan ayrı ayrı yerlerde olmasına karşın hikayeleri biri birini tamamladığı için beraber yazdım.****



Yine günlük kiraladığımız bir tuk tuk (18 USD) ile yaklaşık 20 km. mesafedeki Ölüm Tarlaları bölgesi ve anıtına gittik.

Burada gezerken içlerimiz acıdı, duygusal anlar yaşadık. İnsanların, insanlara nasıl bu kadar zulüm edebileceğine inanmak istemedik. Burada Pol Pot yönetimi dönemimde işkenceden geçirilmiş ve kafaları kesilerek vücutlarından ayrılmış insanların toplu mezarları bulunuyordu. Fotoğraftaki çukurlar işte bu toplu mezarlardı..


Biraz tarihinden bahsedersek;

(Burasını okumanızı önemle tavsiye ederim)

Pol Pot liderliğindeki Khmer Rouge ( Kızıl Kmer'ler), 1975-1979 tarihleri arasında 7 milyon nüfuslu Kamboçya’da tam 1,5 milyon insanın ölümüne ve bir o kadarının sakat kalmasına sebep olmuş. Batılı ülkelerin göz yumduğu, hatta desteklediği bu soykırımdan sonra Kamboçya’da hiçbir şey eskisi gibi olamamış.


Öncelikle biraz Pol Pot'tan söz edelim;  Çiftçi bir ailenin oğlu olan Pol Pot (asıl adı Saloth Sar) Fransa’ya eğitim görmek için gitmiş. Kamboçya'da iken dini eğitim almış. Gençliğinde siyasi olarak oldukça aktif bir kişiliğe sahip bir kişiymiş. Fransa'daki eğitimi sırasında, Komünizm'e ilgi duymaya başlamış, ama komünizmi çok radikal ve hastalıklı bir şekilde yorumlamış. Onun fikirleri için taş devri komünizmi deniyormuş.

     
Kamboçya’ya geri döndükten ve bir süre öğretmenlik yapmış ve daha sonra Khmer Rouge (Kızıl Khmerler) gerilla örgütüne katılmış. Kısa sürede hızla yükselerek örgütün lideri konumuna yükselmiş. Bu örgütün 100,000 kişilik asker ordusu siyah üniforma üstüne kırmızı poşu takıyormuş. İç savaşta sürgündeki kralın desteğini alan Pol Pot, Kamboçya'da devrim gerçekleştirmiş.


Pol Pot yönetimindeki askerler, Phnom Penh şehrine tanklarla girdikleri gün herkesin yüzü gülüyormuş. Halk askerleri alkışlarla ve kutlamalarla karşılamış. Çünkü artık savaş bitmiş ve uzun zamandır bekledikleri huzur dolu hayata biraz olsun kavuşacaklarının umudunu taşıyorlarmış.

     
Ertesi gün askerler şehri boşaltmaya başlamışlar, yapılan anonslarda halkın yanına eşya almadan evlerini bir an terketmeleri ve şehir dışındaki tarlalara gitmeleri söylenmiş. Amerika'nın bir kaç gün içinde şehri bombalayacağı, geride kalanlar bombardıman altında kalacağının anonsları yapılmış. Tabi tüm halk apar topar şehri terk etmiş, günlerce, haftalarca askerlerce belirlenmiş yerlere yürüyerek gitmek zorunda kalmışlar.

     
Aslında bir Amerikan saldırısı falan olmamış. Pol Pot modern hayatın, paranın, eğitimin ve dinin zararlı olduğuna inanıyormuş. Ona göre tek gerekli meslek çiftçilik olmalı ve çiftçilik dışındaki tüm meslekler ortadan kaldırılmalıymış. Kamboçya sıfır yılına (Year Zero) geri dönmeliymiş. 


Böylece tüm şehirleri yok etmeye başlamışlar. Hastaneleri yıkıyor, okulları kapatıyor, tapınakları yakıp heykelleri parçalattırıyorlarmış. Başta doktor, öğretmen, avukat, sanatçı, yazar gibi eğitimli kesimi, tüm entellektüelleri ve hatta o sırada ülkede bulunan yabancıları da  tutuklamışlar.


İnsanları bina içinde tuğladan örülmüş küçücük hücrelerde ayaklarına pranga bağlayarak işkence yapıyorlarmış. Fotoğrafta bu hücreler görülüyor.
   
                                    
Fotoğrafta eskiden okul olan  S-21 hapishanesinin bir bölümü


Okuma-yazma bilmek, gözlüklü olmak, elleri nasırlı olmamak bile tutuklanma sebebi oluyormuş. Yakaladıkları insanların önüne yazılı bir metin koyuyorlar ve okumasını istiyorlar, eğer okursa hemen kamyonlara bindirilerek. S-21 hapishanesine gönderiyorlarmış.


Kızıl Kmerler’lerin sorgulama ofisi olarak kullandığı, Security Prison 21 (Güvenlik Ofisi 21), insanların akıl almaz işkencelerden geçirildiği ve öldürüldüğü bir yer olmuş. Bazıları için ise son durak olan Kamp S-21, yüzbinlerce kişinin, işkence altında Pol Pot yönetimine karşı olduklarını itiraf ettirilip, işkenceler yapıldığı yer olmuş. Islık çalmanın ve güneş gözlüğü bile takmanın suç sayılabileceği bu kamptaki vahşet odalarında 15 bin kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor.



S-21 hapishanesinde açlıktan ya da işkenceden ölmeyenler kamyonlarla en yakındaki tesislere götürülüyormuş. Bu tesislerde göz bağıyla bağlanan zavallılar genellikle palayla, zincirle, baltayla defalarca vurularak öldürüldükten sonra kafaları bedenlerinden kesilerek ayrılıyormuş. Bunu yaparken silah kullanmıyorlar, çünkü kurşun israfı yapmak istemiyorlarmış. Cesetler önceden kazılmış toplu mezarlara, kafalar ise ayrı bir yere atılıyormuş.



Pol Pot öldürülenlerin çocuklarının da öldürülmesinin çok önemli olduğunu, çünkü öldürülmeyen çocukların seneler sonra intikam almak isteyeceklerini düşünüyorlarmış. Bu yüzden bu küçük çocuklar bedenleri ağaçlara vurula vurula, olabilecek en vahşi şekilde öldürülüyorlarmış.      


Şimdi bu ağaçlar birer anıt gibi. Buraya gelenler öldürülen çocuklar için, ağaçlara rengarenk bileklikler asıyorlar.


Bu süreçte ülkeye milyonlarca mayın döşenmiş. Yasak bölgelere gidenler bu mayınlar nedeniyle hayatlarını kaybetmiş ya da sakat kalmışlar. Sağ kalanlar sokaklarda müzik yaparak para kazanıp ya da dilencilik yaparak hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar.


Ölüm Tarlaları” müzesini gezerken izlediğimiz filmde o dönemi yaşamış birisi “Ben ağaca tırmanırım, ağaca tırmanmak için yetiştirildim. Başka bir şey yapmayı bilmem, sadece ağaca tırmanırım ve hindistan cevizi toplarım” diyordu. Bu da insanlara dayatılan, düşünmene gerek yokun bir örneğiydi.


Ölüm tarlalarında, zaman zaman su baskını oluyor ve suların çekilmesiyle birlikte, yerden insan kemikleri ve eşyaları fışkırıyormuş. Biz de bunlardan bir kısmını gördük.

Bu dönemde insanlar düşünmeye korkuyor ve herkes birilerinin müdahale edip kendilerini kurtarmasını bekliyormuş ama o yardım çok uzun süre gelmemiş. Üstelik soykırım devam ederken Birleşmiş Milletler’in düzenli toplantılarına Kamboçya da davetli oluyor, Bu toplantılara Kamboçya adına Pol Pot katılıyormuş. Başta ABD olmak üzere batılı ülkeler, yaşanan katliamların bilincinde olmasına rağmen, Pol Pot’a karşı seyirci kalıyorlarmış.


Bu sırada Vietnam ile Amerika arasındaki savaş yeni sona ermiş. Vietman birlikleri buna rağmen 1979’da ülkeye girerek Kızıl Khmer’leri kısa sürede yenilgiye uğratmışlar ve hapishanede hayatta kalan “şanslı” insanları serbest bırakmışlar.

Geride 3,3 milyon ceset, harabe halinde masumların kanıyla bulanmış bir ülke kalmış. Pol Pot ve örgütün diğer liderleri kaçarak Çin ile Tayland’da gerilla hareketlerine devam etmişler. Ancak 1997’de başkenti tekrar ele geçirme denemesi başarısızlığa uğramış. 


Pol Pot ömür boyu ev hapsine mahkum edilmiş ve 1998’de kalp krizinden ölmüş. Tüm eşyaları ve cesedi yakılarak Kamboçya’nın ufak bir köyündeki mezara konulmuş.

      
Örgüt zamanla zayıflamış ve diğer elebaşıları da çok geçmeden tutuklanmışlar. Yaptıkları suçların hepsini itiraf edip vicdanlarının rahat olduklarını belirtmişler. Uluslararası bir mahkemede yargılanan S-21 in başkanı olan dük lakaplı Kaing Guek Eav ise, 2011’de 35 yıl hapse mahkum edilmiş.


Artık müze haline getirilmiş ve 30 yıl önceki hali olduğu gibi bırakılmış olan S-21’de her gün saat 10 ve 15’te film sunumları yapılıyor. Kızıl Kmerler döneminde, 20 binden fazla kurbanın fotoğraflanıp kayıt altına alındığı arşivin bulunduğu binada kurbanların fotoğrafları ve işkencelerde kullanılan teknikleri anlatan resimler ve figürler ile kullanılan araçlar bulunuyordu.

   
TUOL SLENG  soykırım müzesinin çıkışında, o dönemleri yaşayıp, hayatta kalabilmeyi başarmış olan birisi olan Chum Mey ile tanıştık. O döneme ilişkin adı da SURVIVOR olan bir kitap yazmış. Kendisinden imzalı olarak bu kitabı edindim ve okuyunca o günlere ilişkin daha da fazla şeyler öğrendim.


****  Okurken içinizin daraldığını hissediyorum, çünkü biz de oraları gezerken aynı duyguları yaşadık.****

Kraliyet Sarayı (Royal Palace);


Bu insanı olağanüstü üzen iki yerden sonra sırada Kraliyet Sarayı vardı. Kraliyet Sarayı (Royal Palace) 15. yüzyılda King Preah Ponhea Yat zamanında yapılmış, daha sonra 19. Yüzyılda King Norodom zamanında ise eklemeler yapılmış.


Saray nehrin hemen karşısında inşa edilmiş. Ülkedeki önemli tapınak ve Pagodalar'ın minyatürleri de saray bahçesinde bulunuyor.


Kralın altın tahtının ve altın süslemelerin bulunduğu sarayda fotoğraf çekilmesi de yasaktı. Dolayısıyla biz de fotoğraflayamadık.

Saraya giriş ücreti 6,5 USD ve 07,30–11.00 ve 14.00–17.00 saatleri arasında gezilebiliyor.


Bu gezilerimizi yaparken Kraliyete ait olan binaların veya dini yapıların görkeminin yanında, yoksul halkın yaşadığı izbe kulübeleri karşılaştırınca, bu kadar büyük çelişki karşısında şaşkınlık duyuyor insan.

Ulusal Müze ( National Museum ) ;



Phnom Pen'de gezdiğimiz bir başka yer de, Ulusal müzeydi. Burada geçmiş dönemlere ilişkin resim, heykeller vs. sergileniyor. Buraya giriş ücreti 5 USD ve Müze  saat 08.00 ile 17.00 arası açık.



Müzenin girişinde bulunan tapınakta o gün bir kutlama vardı. Buda'ların önüne yiyecek, içecek, çiçek bırakıyorlardı. Kamboçya'da olduğumuz süre içinde bunu pek çok yerde gördük.

Central Market;


İsmindeki gibi şehrin merkezinde olan bu market çok çeşitli ürünlerin satıldığı bir yerdi. Buradan hem elektronik hem de hediyelik eşya alınabiliyor.
   
Burada aynı zamanda şehrin merkez otogarı bulunuyor ve hem Kamboçya hem de komşu ülkelere ulaşım sağlanabiliyor.

Tonle Sap nehrinin batısına kurulmuş şehir merkezinde nispeten lüks sayılabilecek kafe ve restoranlar bulunuyordu. Biz de bu nehir kıyısında bir restoranda deniz ürünlerinden oluşan akşam yemeği yedik.


Phnom Pen tam bir curcuna, motosiklet, tuk tuk, taksi ve araç trafiğinin iç içe olduğu, kokuların ve gürültünün birbirine karıştığı kötü görüntülere sahip bir şehir.

Ayrıca bizim gidemediğimiz ancak gezilebilecek yerler arasında, Phnom Chisor Temple, Daughters of Cambodia Visitor Centre, Russian Market de bulunuyor.


Kamboçya seyahatimizin KAMPOT VE KEP bölümü için tıklayınız...
      

 İYİ SEYAHATLER