Şubat 2016
Bugün yolumuz Siem Reap'tan, Phnom Pen'e doğru. Otelimiz
resepsiyonundan aldığımız biletle (12 USD) otobüsle Phnom
Pen'e gidiyoruz. Otellerden otobüs, minibüs, gibi ulaşım araçları için
bilet alınabiliyor, üzerine bir miktar komisyon koyuyorlar ama otel
kapısından alıyorlar bu nedenle otelden bilet almayı tercih ettik.
Gelen minibüs ile otobüs terminaline gidip oradan yolculuğumuza
başladık.
Yolculuğumuz pek zor geçmiyordu doğrusu. Karayolundan giderek Siem Reap
ile Phnom Pen arasında
yaşayan Kamboçya halkının yaşamlarını da gözlemiş oluyorduk. Yol boyunca pirinç tarlaları, çeşitli tropikal meyve ağaçları, çok
miktarda Hindistan cevizi ağaçları gördük.
Konutlar
hemen yol kenarında ve çoğu yerde insanlar ahşap direkler üzerine inşa
edilmiş ahşap evlerde ve bazı yerlerde de yeni oldukları belli olan
betonarme evlerde yaşıyorlardı. Muson dönemindeki su taşkınları
nedeniyle, yollar doldurulup yükseltilerek yapılmış ve işte bu konutlar da
yol boyunca dizili halde bulunuyorlardı. Yol boyunca bazı yerlerde de büyükbaş
hayvancılık yapıldığını da gördük.
Kamboçya'daki
yolculuklarımız sırasında sık sık “Kamboçya People's Party" binaları gördük. İnsanların yaşadığı konutlar çok kötü
durumdayken bu partinin binaları oldukça görkemliydi. Bana
insanlara karşı güçlü görünmek için böyle yaptıklarını düşündürdü.
PHNOM
PEN ;
Yaklaşık
6,5 saat süren bir yolculuktan sonra, Phnom Pen'e vardık.
Burada bir tuk tuk kiralayıp, yoğun trafik içinde daha önce rezervasyon
yaptırdığım Salita Otel'e geldik. Otelde bir süre dinlenip
akşam yemeği için, resepsiyon görevlisinin tavsiye ettiği bir restorana gittik. Burada iki çeşit Kamboçya et yemeğini test
ettik ve yemekleri oldukça lezzetli bulduk.
Yemekten
sonra kısa bir yürüyüşle şehrin merkez bölümünü gezdik. Her taraf çöp doluydu ve dolayısıyla kötü kokular etrafa yayılmış
vaziyetteydi. Burada kaldığımız 2 gün boyunca yaptığımız
gezilerde Phnom Pen'i hiç beğenmedik desem yeri var. Ama burada
bulunmamızın en önemli nedeni aşağıda anlatacağım Pol Pot döneminin
izlerini yerinde görmekti.
ÖLÜM
TARLALARI (KILLING FIELDS) ve TUOL SLENG
SOYKIRIM MÜZESİ ( TUOL SLENG GENOCİD MUSEUM ) S-21
****
Bu iki önemli mekan ayrı ayrı
yerlerde olmasına karşın hikayeleri biri birini tamamladığı
için beraber yazdım.****
Yine
günlük kiraladığımız bir tuk tuk (18 USD) ile yaklaşık 20 km.
mesafedeki Ölüm Tarlaları bölgesi ve anıtına gittik.
Burada
gezerken içlerimiz acıdı, duygusal anlar yaşadık. İnsanların,
insanlara nasıl bu kadar zulüm edebileceğine inanmak istemedik.
Burada Pol Pot yönetimi dönemimde işkenceden geçirilmiş
ve kafaları kesilerek vücutlarından ayrılmış insanların toplu mezarları bulunuyordu. Fotoğraftaki çukurlar işte bu toplu mezarlardı..
Biraz
tarihinden bahsedersek;
(Burasını okumanızı önemle tavsiye ederim)
Pol
Pot liderliğindeki Khmer Rouge ( Kızıl Kmer'ler),
1975-1979 tarihleri arasında 7 milyon nüfuslu Kamboçya’da tam
1,5 milyon insanın ölümüne ve bir o kadarının sakat kalmasına
sebep olmuş. Batılı ülkelerin göz yumduğu, hatta desteklediği
bu soykırımdan sonra Kamboçya’da hiçbir şey eskisi gibi
olamamış.
Öncelikle biraz Pol Pot'tan söz edelim; Çiftçi bir ailenin oğlu olan Pol
Pot (asıl adı Saloth Sar) Fransa’ya eğitim görmek
için gitmiş. Kamboçya'da iken dini eğitim almış. Gençliğinde siyasi olarak
oldukça aktif bir kişiliğe sahip bir kişiymiş. Fransa'daki eğitimi sırasında, Komünizm'e ilgi duymaya başlamış, ama komünizmi
çok radikal ve hastalıklı bir şekilde yorumlamış. Onun fikirleri
için taş devri komünizmi deniyormuş.
Kamboçya’ya
geri döndükten ve bir süre öğretmenlik yapmış ve daha sonra
Khmer Rouge (Kızıl Khmerler) gerilla örgütüne
katılmış. Kısa sürede hızla yükselerek örgütün lideri konumuna yükselmiş. Bu örgütün 100,000 kişilik asker ordusu siyah
üniforma üstüne kırmızı poşu takıyormuş. İç savaşta
sürgündeki kralın desteğini alan Pol Pot, Kamboçya'da devrim gerçekleştirmiş.
Pol
Pot yönetimindeki askerler, Phnom Penh şehrine tanklarla girdikleri
gün herkesin yüzü gülüyormuş. Halk askerleri alkışlarla ve
kutlamalarla karşılamış. Çünkü artık savaş bitmiş ve
uzun zamandır bekledikleri huzur dolu hayata biraz olsun
kavuşacaklarının umudunu taşıyorlarmış.
Ertesi
gün askerler şehri boşaltmaya başlamışlar, yapılan anonslarda
halkın yanına eşya almadan evlerini bir an terketmeleri ve şehir
dışındaki tarlalara gitmeleri söylenmiş. Amerika'nın bir kaç
gün içinde şehri bombalayacağı, geride kalanlar bombardıman
altında kalacağının anonsları yapılmış. Tabi tüm halk apar topar şehri
terk etmiş, günlerce, haftalarca askerlerce belirlenmiş yerlere yürüyerek gitmek zorunda kalmışlar.
Aslında
bir Amerikan saldırısı falan olmamış. Pol Pot modern hayatın,
paranın, eğitimin ve dinin zararlı olduğuna inanıyormuş. Ona göre
tek gerekli meslek çiftçilik olmalı ve çiftçilik dışındaki
tüm meslekler ortadan kaldırılmalıymış. Kamboçya sıfır yılına
(Year Zero) geri dönmeliymiş.
Böylece tüm şehirleri yok
etmeye başlamışlar. Hastaneleri yıkıyor, okulları kapatıyor,
tapınakları yakıp heykelleri parçalattırıyorlarmış. Başta doktor,
öğretmen, avukat, sanatçı, yazar gibi eğitimli kesimi, tüm
entellektüelleri ve hatta o sırada ülkede bulunan yabancıları da tutuklamışlar.
İnsanları bina içinde tuğladan örülmüş küçücük hücrelerde ayaklarına pranga bağlayarak işkence yapıyorlarmış. Fotoğrafta bu hücreler görülüyor.
Okuma-yazma
bilmek, gözlüklü olmak, elleri nasırlı olmamak bile tutuklanma
sebebi oluyormuş. Yakaladıkları insanların önüne yazılı bir
metin koyuyorlar ve okumasını istiyorlar, eğer okursa hemen
kamyonlara bindirilerek. S-21 hapishanesine gönderiyorlarmış.
Kızıl
Kmerler’lerin sorgulama ofisi olarak kullandığı, Security Prison 21 (Güvenlik Ofisi 21), insanların akıl almaz
işkencelerden geçirildiği ve öldürüldüğü bir yer olmuş. Bazıları
için ise son durak olan Kamp S-21, yüzbinlerce kişinin, işkence
altında Pol Pot yönetimine karşı olduklarını itiraf ettirilip,
işkenceler yapıldığı yer olmuş. Islık çalmanın ve güneş
gözlüğü bile takmanın suç sayılabileceği bu kamptaki vahşet
odalarında 15 bin kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor.
S-21
hapishanesinde açlıktan ya da işkenceden ölmeyenler kamyonlarla
en yakındaki tesislere götürülüyormuş. Bu tesislerde göz bağıyla
bağlanan zavallılar genellikle palayla, zincirle, baltayla
defalarca vurularak öldürüldükten sonra kafaları bedenlerinden
kesilerek ayrılıyormuş. Bunu yaparken silah kullanmıyorlar, çünkü
kurşun israfı yapmak istemiyorlarmış. Cesetler önceden kazılmış
toplu mezarlara, kafalar ise ayrı bir yere atılıyormuş.
Pol
Pot öldürülenlerin çocuklarının da öldürülmesinin çok önemli olduğunu, çünkü
öldürülmeyen çocukların seneler sonra intikam almak isteyeceklerini
düşünüyorlarmış. Bu yüzden bu küçük çocuklar bedenleri ağaçlara
vurula vurula, olabilecek en vahşi şekilde öldürülüyorlarmış.
Şimdi bu ağaçlar birer anıt gibi. Buraya gelenler öldürülen çocuklar için, ağaçlara rengarenk bileklikler asıyorlar.
Bu
süreçte ülkeye milyonlarca mayın döşenmiş. Yasak bölgelere
gidenler bu mayınlar nedeniyle hayatlarını kaybetmiş ya da
sakat kalmışlar. Sağ kalanlar sokaklarda müzik yaparak para kazanıp ya da dilencilik yaparak hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
“Ölüm Tarlaları” müzesini gezerken izlediğimiz filmde o dönemi
yaşamış birisi “Ben ağaca tırmanırım, ağaca tırmanmak için
yetiştirildim. Başka bir şey yapmayı bilmem, sadece ağaca
tırmanırım ve hindistan cevizi toplarım” diyordu. Bu da insanlara dayatılan, düşünmene gerek yokun bir örneğiydi.
Ölüm tarlalarında, zaman zaman su baskını oluyor ve suların çekilmesiyle birlikte, yerden insan kemikleri ve eşyaları fışkırıyormuş. Biz de bunlardan bir kısmını gördük.
Bu
dönemde insanlar düşünmeye korkuyor ve herkes birilerinin
müdahale edip kendilerini kurtarmasını bekliyormuş ama o yardım çok
uzun süre gelmemiş. Üstelik soykırım devam ederken Birleşmiş
Milletler’in düzenli toplantılarına Kamboçya da davetli oluyor, Bu
toplantılara Kamboçya adına Pol Pot katılıyormuş. Başta ABD olmak
üzere batılı ülkeler, yaşanan katliamların bilincinde olmasına
rağmen, Pol Pot’a karşı seyirci kalıyorlarmış.
Bu
sırada Vietnam ile Amerika arasındaki savaş yeni sona ermiş. Vietman
birlikleri buna rağmen 1979’da ülkeye girerek Kızıl Khmer’leri
kısa sürede yenilgiye uğratmışlar ve hapishanede hayatta kalan “şanslı”
insanları serbest bırakmışlar.
Geride
3,3 milyon ceset, harabe halinde masumların kanıyla bulanmış bir
ülke kalmış. Pol Pot ve örgütün diğer liderleri kaçarak Çin
ile Tayland’da gerilla hareketlerine devam etmişler. Ancak
1997’de başkenti tekrar ele geçirme denemesi başarısızlığa
uğramış.
Pol Pot ömür boyu ev hapsine mahkum edilmiş ve
1998’de kalp krizinden ölmüş. Tüm eşyaları ve cesedi
yakılarak Kamboçya’nın ufak bir köyündeki mezara konulmuş.
Örgüt
zamanla zayıflamış ve diğer elebaşıları da çok geçmeden
tutuklanmışlar. Yaptıkları suçların hepsini itiraf edip
vicdanlarının rahat olduklarını belirtmişler. Uluslararası bir
mahkemede yargılanan S-21 in başkanı
olan dük lakaplı Kaing Guek Eav ise, 2011’de 35 yıl hapse mahkum
edilmiş.
Artık
müze haline getirilmiş ve 30 yıl önceki hali olduğu gibi
bırakılmış olan S-21’de her gün saat 10 ve 15’te film
sunumları yapılıyor. Kızıl Kmerler döneminde, 20 binden fazla
kurbanın fotoğraflanıp kayıt altına alındığı arşivin
bulunduğu binada kurbanların fotoğrafları ve işkencelerde
kullanılan teknikleri anlatan resimler ve figürler ile kullanılan
araçlar bulunuyordu.
TUOL SLENG soykırım müzesinin çıkışında, o dönemleri yaşayıp, hayatta kalabilmeyi başarmış olan birisi olan Chum Mey ile tanıştık. O döneme ilişkin adı da SURVIVOR olan bir kitap yazmış. Kendisinden imzalı olarak bu kitabı edindim ve okuyunca o günlere ilişkin daha da fazla şeyler öğrendim.
**** Okurken içinizin daraldığını hissediyorum, çünkü biz de oraları gezerken aynı duyguları yaşadık.****
Bu insanı olağanüstü üzen iki yerden sonra sırada Kraliyet Sarayı vardı. Kraliyet
Sarayı (Royal Palace) 15. yüzyılda King Preah Ponhea Yat zamanında
yapılmış, daha sonra 19. Yüzyılda King Norodom zamanında ise
eklemeler yapılmış.
Saray
nehrin hemen karşısında inşa edilmiş. Ülkedeki önemli tapınak
ve Pagodalar'ın minyatürleri de saray bahçesinde bulunuyor.
Kralın
altın tahtının ve altın süslemelerin bulunduğu sarayda fotoğraf
çekilmesi de yasaktı. Dolayısıyla biz de fotoğraflayamadık.
Bu
gezilerimizi yaparken Kraliyete ait olan binaların veya dini
yapıların görkeminin yanında, yoksul halkın yaşadığı izbe
kulübeleri karşılaştırınca, bu kadar büyük çelişki
karşısında şaşkınlık duyuyor insan.
Phnom
Pen'de gezdiğimiz bir başka yer de, Ulusal müzeydi. Burada geçmiş
dönemlere ilişkin resim, heykeller vs. sergileniyor. Buraya giriş
ücreti 5 USD ve Müze saat 08.00 ile 17.00 arası açık.
Müzenin girişinde bulunan tapınakta o gün bir kutlama vardı. Buda'ların önüne yiyecek, içecek, çiçek bırakıyorlardı. Kamboçya'da olduğumuz süre içinde bunu pek çok yerde gördük.
İsmindeki
gibi şehrin merkezinde olan bu market çok çeşitli ürünlerin
satıldığı bir yerdi. Buradan hem elektronik hem de hediyelik eşya
alınabiliyor.
Burada
aynı zamanda şehrin merkez otogarı bulunuyor ve hem Kamboçya hem
de komşu ülkelere ulaşım sağlanabiliyor.
Tonle
Sap nehrinin batısına kurulmuş şehir merkezinde nispeten lüks
sayılabilecek kafe ve restoranlar bulunuyordu. Biz de bu nehir
kıyısında bir restoranda deniz ürünlerinden oluşan akşam yemeği yedik.
Phnom Pen tam bir curcuna, motosiklet, tuk tuk,
taksi ve araç trafiğinin iç içe olduğu, kokuların ve gürültünün birbirine karıştığı kötü görüntülere sahip bir şehir.
Ayrıca
bizim gidemediğimiz ancak gezilebilecek yerler arasında, Phnom Chisor Temple,
Daughters of Cambodia Visitor Centre, Russian Market de bulunuyor.
İYİ SEYAHATLER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder