KOLOMBİYA - CARTAGENA

 ŞUBAT -2023

Önce biraz Cartagena'dan bahsedeyim; Cartagena, yaklaşık 1 milyonluk nüfusuyla Kolombiya'nin Bolivar bölgesi en büyük şehri. 1533'te İspanyol kalesi olarak kurulan şehir, kolonyal dönemde de çok önemli bir rol oynamış.  Tarihi duvarlarının arkasındaki rengarenk, romantik ve capcanlı bir şehir var. Cartagena'nın tarihi sokaklarına ayak bastığınız anda, parlak renkler ve zengin bir kültür sizi bekliyor.

İngilizce olarak Walled City – Duvarlarla Çevreli Şehir olarak adlandırılan Cartagena (Cartagena de Indias), belki de Kolombiya'nın en güzel kenti. Cartagena, rengarenk evleri, canlı gece hayatı ve upuzun plajları ile  çok güzel bir şehir

Marquez'in doğum yeri olan şehir, realizmin de doğduğu yer. Müzeleri, restoranları, begonyaların sarktığı balkonlarıyla büyüleyici.

Cartagena'ya Barranquila'dan yaklaşık 4 saat süren otobüs yolculuğundan sonra vardık. Önceden haritada gördüğümüz şehrin merkezinde bir otele rezervasyon yapmıştım. Havaalanından taksiyle oraya ulaştığımızda, çevrenin tam bir sanayi sitesi olduğunu gördük. Grup arkadaşlarının hepsinin yüzünde hoşnutsuzluk okunuyordu. Resepsiyonda görevli kız, istersek başka bir yere gitmemizi önerdi ve internetlerinden de yararlanabileceğimizi söyledi. Orada bir çalışma yaparak herkesin yüzünün güldüğü bir apartmana transfer olduk.

Burası gerçekten harika manzaraya sahip ve çok güzel bir apartman dairesiydi. Akşam dışarıdan aldığımız yiyecek ve içeceklerle bu güzel manzaranın tadını çıkardık. Ama sadece 2 gece için kiraladığımız bu evden, ne yazık ki sonraki günler için uygun olmaması nedeniyle daha sonra ayrılmak durumunda kaldık. Daha sonra kaldığımız apartman dairesi, çevresi ne kadar iyi olmasa da fena sayılmazdı.


Ertesi günü ilk işimiz plaja gidip yüzüp, güneşlenmekti. Hemen kaldığımız evin yakınındaki plaja gittik. Burası Atlas Okyanusu kıyısı olduğu için oldukça dalgalıydı. Yapılan dalgakıranların üzerinden bile dalgalar geliyordu. Su ılıktı ama bizim denizlerimizdeki gibi keyifle yüzülemiyordu. Hava sıcaklığı 20 derece civarında olmasına karşın, ekvatora yakın olması nedeniyle güneş de çok yakıcıydı ve hiç kesilmeyen rüzgarı da rahatsız ediciydi.

Ayrıca yakıcı olan başka bir şey de, plajdaki Latin güzelleriydi )))).

Plajda kaldığımız süre içinde biramızı içtik, denize girdik, güneşlendik ve ben masaj yaptırdım. Ayrıca müzik yaparak eğlenen bir gruba katılıp birlikte dans ettik.

Akşam bir balık restoranında balık yedik, çevreyi dolaştık ve eve döndük. Cartagena'da rengarenk ışıklarıyla tur otobüsleri, yüksek sesli müzikle kenti turluyordu ama biz bu turlara katılmadık. Bu tur sırasında herkes kamyonlarda hem kenti turluyor, hem müzik eşliğinde de dans ediyordu.

Sabah kahvaltımızdan sonra yeni evimize taşınmak durumundaydık. Eve yerleştikten sonra kenti keşfe başladık.

İlk olarak kaldığımız apartman dairesinden yürüyüş mesafesindeki San Felipe de Barajas Kalesi'ne gittik, Burası şehre seyahat eden hemen hemen tüm turistlerin ziyaret ettiği bir yer. Aynı zamanda 480 yılı aşkın bir geçmişe sahip. Kale, uzun tarihi boyunca korsanlar, amiraller ve baronlar tarafından işgal edilmiş, ancak bu güne kadar gururla duruyor. 

İspanyol İmparatorluğu'nun Cartagena savunma ağının taçlandıran ihtişamı, kalede ilk kez 1536'da San Lázaro kalesi olarak bilindiğinde başlamış. En etkileyici olanı, Cartagena'nın önündeki körfezin hakim manzarasına sahip mükemmel bir konuma sahip 130 metrelik yüksek bir tepenin tepesinden şehrin büyük bir bölümü gözleniyor.

Burada gezerken gördüğüm Latin kızlarıyla fotoğraf çektirmesem olmazdı.


Buradaki gezimizi bitirince yine yürüyerek Plaza de la Trinidad bölgesine geldik. Gündüzleri çok hareketli olmayan ancak geceleri eğlencenin tavan yaptığı bu bölgeden, eski kent merkezi olan, Walled City yani duvarlarla çevrilmiş eski şehir'e ulaştık. Girişinde de meşhur saat kulesi bulunuyordu. (Bu fotoğraf o anki değil, daha sonra akşam gelişimizde çekilmiş olan bir fotoğraftır).

Bu Arnavut kaldırımlı, ahşap koloniyal binaları, katedralleri ve meydanlarıyla oldukça renkli bir bölgeydi burası. Buraya daha sonraki günlerde de geldik. Buradaki ilk günümüzde, bir düğün alayına da şahit olduk. Oldukça şık ve renkli giysileriyle müzik ve dansçılar eşliğinde yürüyorlardı.

Yolumuzun üzerindeki ilk katedral, Catedral de Santa Catalina de Alejandria oldu.

Cartagena de Indias Katedrali, 1577 ile 1612 yılları arasında inşa edilmiş. Katedralin orijinal yapısı bugün neredeyse hiç değişmeden korunmuş. Katedral, Endülüs ve Kanarya Adaları'ndaki bazilikalara göre modellenen usta inşaatçı Simón González tarafından tasarlanmış. Daha sonra 1908'de katedralin kulesi ve kubbesi Fransız mimar Gaston Lelarge tarafından yenilenmiş.

Burada gezerken rengarenk koloniyal ahşap binalar oldukça güzel görünüyordu.


Gezmekten yorulunca bu kez de faytonla devam ettik gezimize. O da oldukça keyifliydi. Daha önce de yazdığım gibi buraya birkaç kez geldik. Dolayısıyla yazdıklarım sırasıyla değil.

Plaza de Santa Domingo; Cartagena'nın en popüler meydanı. Geçmişteki engizisyon mahkemlerinde yargılananların idam edildiği meydanmış burası. Bugün ise sabah akşam demeden turist akınına uğruyor. Meydan, Santo Domingo adına da burada yer alan Santo Domingo Kilisesinden yer alıyor.

Gezimiz sırasında zaman zaman sokaklarda müzik eşliğinde dans eden gruplarla da karşılaştık. Topladıkları bahşişlerle yaşamlarını sürdürüyorlar.

Buranın en önemli meydanlarından birisi de Plaza San Pedro Claver. Meydanda Iglesia de San Pedro Claver Kilisesi ve metallerden yapılmış heykeller dikkati çekiyor.

Burada güvercinleri de besleyebiliyorsunuz.

Cartagena'da barların kafelerin yoğunlukla bulunduğu yer, Plaza de la Trinidad. Böyle bir ülke ve kente gelinir de salsa gecesi kaçırılır mı? Elbette Nurşen ile beraber Havana Kafeye gittik çok keyifli bir gece yaşadık. Sizlere de en azından videosunu izleteyim.


Burada geçirdiğimiz 5 gün içinde en çok geldiğimiz mekan Plaza de la Trinidad oldu. Daracık sokaklarda ilerlemek, sokağa dökülmüş insan kalabalığı, masa ve sandalyeler nedeniyle, oldukça zordu.

La Trinidad da duvarlarda çok sayıda grafiti görmek mümkün, onlardan bir tanesini paylaşayım. Grafiti sanatçısının duvara o anda çizdiği resmi paylaşmayı uygun gördüm.

Surla çevrilmiş kentin kuzey batısında turistik eşya satan sokak satıcıları var. Eşim buradan bir Latin kızı heykelciği almak istedi ancak Kolombiyada daha çok zamanımızın olduğu ve en son şehirden alacağını düşünerek Cartagena'dan almadı ama ne yazık ki Medellin ve Cali de bunlardan bulamadık ve çok üzüldü. İşte o heykelcikler. Eğer Cartagena'ya giden ve bu heykelciklerden alıp da bize gönderen olursa eşim çok sevinir. (Tabii ki ücretini ödemek kaydıyla).

Kolombiya'nın bizim açımızdan en eğlenceli kenti Cartagena oldu diyebilirim.

Bu bölgede Kolombiya'ya özgü sokak lezzetlerini de tatmak mümkün. Biz de o lezzetleri denedik.

Dedim ya gittiğim ülkelerde güzel kızlar ve kadınlar gördüğümde onlarla fotoğraf çekilmeyi severim. Burada insanlar çok sıcak kanlı ve bu tür teklifleri reddetmiyorlar. Hatta bu konuda biraz çekingen kalan Cihan bile Cali'de fotoğraf çektirdi Kolombiyalı güzellerle. Cali yazımda onu da paylaşacağım. (Yukarıdaki fotoğrafı çeken eşim)

Bazı kafelerin önünde dans edip müşterinin dikkatini çekmeye çalışan Latin kızları da ilgi çekiyordu. 

Bir de saat kulesinin meydanında saat 22.00 den sonra  meydanı hayat kadınları dolduruyordu. Bu arada oradan geçen erkeklere laf atıp diyalog kurmaya çalışıyorlar, geç saate kadar müşteri bekliyorlar şayet bulamazlarsa dönüp gidiyorlardı. 

Burada geçirdiğimiz 5 günün ardından şimdi yolumuz, Kolombiya'nın yine güzel bir şehri olan Medellin'e...

Medellin'de görüşmek üzere....

İYİ SEYAHATLER


KOLOMBİYA - BARRANQUİLA

 ŞUBAT-2023

Kolombiya'daki programımıza göre Bogota'dan Barranguila'ya oradan da Santa Marta'ya gitmek vardı. Bogota'dan uçakla Barranquilaya geldik. Bogota'nın serin havasından sonra burası oldukça sıcaktı.

Airbnb'den kiraladığımız eve havaalanından taksi ile ulaştık.  Ev oldukça güzel ve rahattı. Şayet iki aile için uygun bir ev kiralanırsa barınma konusu oldukça ekonomik oluyor. Ayrıca bu evlerde mutfağı kullanmak da rahatlık sağlıyor. Biz de genellikle böyle yerlerde kalmayı tercih ettik. Gezimiz boyunca, en azından büyük çoğunluğunda, Türkiye'den getirdiğimiz peynir, zeytin, çay ve çaydanlık burada çok işimize yaradı. Dışarıdan ekmek, bal, tereyağı, domates gibi ürünleri satın alıp, hemen hemen tüm kahvaltılarımızı bu evlerde yaptık. Yine büyük çoğunlukla yemeklerimizi de kendimiz pişirip yedik.

Barranquila'ya öğleden sonra varmıştık bir süre dinlenip, akşam çevre gezisine çıktık. Akşam yemeğimizi de buradaki küçük bir barbekü restoranında hallettik.


Ertesi gün şehir merkezine inip tarihi mekanları gezmek istedik. Kolombiya'daki her şehirde olduğu gibi burada da ne yazık ki turistik harita bulamadık. Artık el yordamıyla, ona buna sorarak gezmemiz gerekti. Bir fotokopiciden kentin turistik haritası çıktısı almaya çalıştık ama o da çok işimize yaramadı doğrusu.

Şehir merkezinde Plaza Mayor'da da sadece bir Simon Bolivar heykelinden başka bir şey yoktu. Çevrede düzgün yemek yiyecek bir yer bile bulamadık. Sokakta insanların çokça olduğu bir satıcıdan kızarmış patates üzerine konulmuş olan barbekü sucuk yedik ve çok lezzetli geldi bize.

Bir taksiciyle bize iyi bir yere götürmesi için konuştuk ve bizi nehir kenarında bulunan gerçekten modern bir şeklide inşa edilmiş restoranların bulunduğu bir merkeze götürdü. Orada akşam yemeğimizi yedik.

Eve dönünce bir durum değerlendirmesi yapıp, önceki planımıza göre, burada daha iki gün kalmayı ve buradan Santa Marta'ya gidecek olmamıza karşın, bundan vazgeçerek, önce Cartegena sonra Medellin, daha sonra da Cali'ye gitmeye karar verdik.

Sabah evde kahvaltı yapıp eşyalarımızı alıp Cartegena'ya doğru otobüs ile yola çıktık.

İnternette yaptığımız araştırmalarda Barranquila'da bir karnaval vardı ama onun da tarihi bizim olduğumuz döneme denk gelmiyordu, dolayısıyla burası bize çok cazip gelmedi diyebilirim. 

Bu yüzden en kısa gezi yazım da bu oldu.

GİTMEK İSTEYECEKLERE İYİ YOLCULUKLAR



KOLOMBİYA - BOGOTA

 ŞUBAT-2023

Uzun zamandır gezmeyi planlayıp da gerçekleştiremediğim Orta Amerika ülkelerinden Kolombiya, Kosta Rica ve Panama seyahatimi bu yıl gerçekleştirebildim.

Bu seyahate eşim, yazlık komşularımız Cihan Esassolak ve eşi Özgül hanım ile çıktık. Daha önceki seyahatlerim öncesinde yaptığım uzun çalışmaları bu kez yapmadım. Biraz da işi suyun akışına bıraktım doğrusu. Bu seyahatimizde süre Şubat'ın başından sonuna kadardı ama nerede ne kadar kalacağımıza gezerken karar verecektik. Nitekim daha önce gezi planında düşündüğümüz bazı yerleri, yenileriyle değiştirdik de.

THY ile İstanbul'dan yaklaşık 13,5 saat uçuştan sonra Bogota'ya vardık. Daha önceden iki günlük rezervasyon yaptığımız apart otelimize taksi ile ulaştık. İlk gecemizi bu uzun ve yorucu yolculuktan sonra, Cihan hariç ki o çevreyi hemen keşfe çıktı, otelde dinlenerek geçirdik.


Ertesi gün, otelimiz kentin turistik merkezi olan La Candelaria bölgesine, biraz uzak olması nedeniyle, taksi ile gittik. İlk durağımız Plaza de Bolivar'dı.

Yeri gelmişken söyleyeyim, Bogota'da taksiler pazarlık usulü ile çalışıyor. Taksiye binmeden önce Cihan cep telefonundan Uber uygulamasındaki fiyatı öğrenip ona göre pazarlık yapıyordu. Cihan'ın temel düzeydeki İspanyolcası da burada çok işimize yaradı doğrusu. Çünkü İngilizce bilen insan sayısı oldukça azdı.

Plaza de Bolivar; (Aşağıda bahsedeceğim)

Burada o sırada Bolivar heykeli önünde fotoğraf çektirmekte olan bir asker grubuyla birlikte poz verdik.


Burada bir süre dolaştıktan sonra yolumuz üzerindeki Botero Müzesine gittik.


Botero müzesi oldukça büyük bir alan üzerine yapılmış. Bir kaç katlı da olunca, burayı gezmek benim için oldukça yorucu oldu doğrusu. Çünkü yüksek rakımlı yerlerde tansiyonum yükseliyor ve nefes almak benim için oldukça sıkıntılı oluyor. Bogota'da rakım 2800 metrenin üzerinde. Daha önce Bolivya'da 4500 m. de yaşadığım korkunç günler gibi olmasa da, burada da kısmen sıkıntılı günler geçirdim.


Dünyaca tanınmış Kolombiya’lı ressam Fernando Botero’nun eserlerinin sergilendiği bir müze burası. Müze  Bogota'da mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Özellikle şişman figürleri ile sıklıkla adından bahsettiren Fernando Botero, kendi müzesinde Picasso ve Dali gibi ünlü sanatçıların da eserlerine yer veriyor. 

Daha sonra gittiğimiz Medellin'de bu resimlerin heykellerini de gördük. Onu da Medellin yazımda anlatacağım.

Ziyaret Saatleri 09.00-19:00 arasında, Salı günleri kapalı. Giriş Ücretsiz.

Giriş ücreti demişken, burada ücretli olan müzelerin bir kısmı 65 yaş üzerinde olanlardan ücret almıyor, Nurşen ve ben de bundan yararlandık.


Müzeden sonra La Candelaria'nın Arnavut kaldırımlı yollarından ilerleyerek, Monserratte Tepesi'ne çıkmak için teleferiğe doğru ilerledik. Bu tepeye yürüyerek, teleferikle veya finüküler ile çıkmak mümkün. Ben zaten teleferiğe çıkana kadar yorulmuş olduğumdan, aklımdan yürüyerek çıkmak geçmedi bile. Ekibin diğerleri de teleferik ile çıkmak istediler ve öyle yaptık. Finüküler o anda çalışmıyordu, tamamen devre dışı mıydı? yoksa o zamanda mı çalışmıyordu anlamadık.


Tepede bu kutsal alan, oldukça geniş bir alan üzerine yerleşim oluşturulmuş. Buradaki en önemli öge tabii ki
 Iglesia Basilica del Señor de Monserrate katedrali'ydi. Bu katedral şehrin 500 yıl önceki ilk kuruluşunda inşa edilmiş ve bugün de kentin simgesi durumunda bulunuyor.

Bunun yanında burada hediyelik eşya, yiyecek içecek dükkanları da bulunuyordu.

Tabii ki bu tepeden Bogota'nın görünüşü de oldukça harikaydı.

Tekrar teleferiği kullanarak aşağıya indik ve bu kez yolumuz Bogota'nın ünlü Altın Müzesi'neydi. 

AltınMüzesi;

Bogotá'nın kalbinde yer alan olağanüstü Altın Müzesi, tüm dünyadaki en büyük İspanyol öncesi altın işçiliği koleksiyonuyla oldukça harika.


Burası öyle özel bir yer ki, 2018'de National Geographic dergisi burayı, Auschwitz-
Birkenau Anıtı ve Müzesi (Polonya), Vatikan müzeleri (İtalya) ve Pergamon'un yanında gezegen tarihinin en iyi müzelerinden biri olarak adlandırmış.

Müzede her biri eşsiz güzelliğe ve tarihi değere sahip 34.000 altın bulunuyor. Bu eşyaların çoğu, Muisca ve Tayrona gibi yerli halkların günlük yaşamında veya kutsal ritüellerinde kullanılıyormuş.

Müzenin birçok altın parçası arasında, yerli kültürlerin koka yapraklarını törensel çiğnemek için kireci depolamak için kullandıkları bir kap olan ikonik poporo quimbaya da bu müzede bulunuyor.

Ziyaret Saatleri 09.00-18:00 arasında ve Giriş Ücreti 1$.

Buradan sonra yolumuz Nacional Museo (Milli Müze) idi.

Nacional Museo (Milli Müze);


Kolombiya Ulusal Müzesi, ulusal tarih ve mirasın sembolleri olan 20.000'den fazla nesneden oluşan bir koleksiyon oluşturmuş. Koleksiyonlar, İspanyol öncesi toplumların ilk sakinlerinin ve maddi kültürünün kalıntılarını, mevcut yerli ve Afro-Kolombiyalı etnografik nesneleri, ulus tarihinin farklı dönemlerine ait kanıtları ve sömürge döneminden eserlere kadar uzanan sanat eserlerini içeriyor. İlk modern Sanatçılar: Fernando Botero, Alejandro Obregón, Guillermo Wiedemann, Juan Antonio Roda, Eduardo Ramírez Villamizar, Edgar Negret ve Enrique Grau'nun eserleri burada sergileniyor.

Müzeden çıkınca, müze önünde sokak yiyecekleri satanlara doğru yürüyüp çevrelerinde dolaşırken, elinde kapalı bir kapta bir şey satan bir genç yanıma geldi. Burada İngilizce bilen doğru dürüst insan yokken, güzel İngilizcesi ile benimle konuşmaya başladı. Kendisi Perulu bir ekonomistmiş ve Bogotalı bir avukat ile evlenmiş, kendi mesleğinde bir iş bulamayınca böyle sokak satıcısı olmuş. 


Onunla konuştuğumuz sırada yolu kapatmış gösteri yapan bir grup önümüzden geçti. Ne için yürüyüş yaptıklarını sordum, şimdiki komünist rejimin yasakladığı İngilizce derslerinin yeniden müfredata konulması içinmiş.


Artık akşam olmuş ve otele dönme zamanı gelmişti. 

Bogota'daki ikinci günümüze, Altın Müzesi önünden hareket eden, ücretsiz tura katılmakla başladık. Önceden başvuru yapılması gereken bu tura başvuru yapmamıştık. Katılımcı sayısı çok olması nedeniyle, zorla kabul edildik desem yalan olmaz.


Bu tur, rehber eşliğinde La Candelaria bölgesini kapsıyordu. Bazen yazıdan çok fotoğraflar daha güzel anlatır durumu. Bu nedenle ben de biraz fazla fotoğraf paylaşayım buradan.














Bu bölgede genel olarak, tarihi binalar, kiliseler, Arnavut kaldırımı yollar, müzeler, binaların duvarlarındaki grafitiler, yerel lezzetlerin tadılabileceği restoranlar (lokanta), kültürlerine ait ürünleri satan sokak satıcıları, deneme şansı bulunabilecek sokak lezzetleri vardı. Ancak rehber her müze, kilise v.s. yerlere girmeyince biz de genellikle bunları dışarıdan fotoğraflamakla yetindik.

Biz de onlara özgü bir lezzet olan çorbalarından birini, küçük bir lokantada denedik, oldukça lezzetli bulduk.

Bölgenin en önemli yeri kuşkusuz (Plaza de Bolivar) Plaza Mayor'du.

Kentin en önemli meydanlarından Bolivar meydanı yani Plaza de Bolivar. 1500’lü yıllarda inşa edilen meydana, 1821 yılına kadar Plaza Mayor denilmiş. Meydan ismini Kolombiya’nın İspanyollara karşı yürüttüğü bağımsızlık zaferini kazanan ilk başkanı, Simon Bolivar’dan alıyor. Meydanın ortasında Simon Bolivar’ın heykeli, heykelin bir elinde kılıç, diğer elinde yapacağı devrimlerin listesinin yazılı olduğu bir bildiri bulunuyor. Bogotá Ana Katedrali, Navinyo Sarayı, Ulusal Hükümet Binası ve Adalet Sarayı gibi önemli yapılar yine bu meydanda bulunuyor. 

Iglesia de San Francisco;


Meydanın bir köşesinde de, 1557 ve 1621 yılları arasında inşa edilen San Francisco Kilisesi, Bogotá'nın ayakta kalan en eski kilisesi vardı. İçeride gezerken eskimiş ahşap kokusu kiliseye ayrı bir hava katıyordu.

Kolombiya Katedrali;

Bolivar Meydanı'ndaki mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. 1539'da şehrin kurucusu Gonzalo Jiménez de Quesada'nın emriyle inşa edilen Bogota'daki ilk kilise olan Kolombiya Katedraliymiş. Tapınağın 12 şapelinden biri olan Santa Isabel de Hungría şapeli, Antonio Nariño, Gregorio Vásquez de Arce y Ceballos ve Gonzalo Jiménez de Quesada gibi ulusal tarihin önemli figürlerinin kalıntılarını barındırıyor.

Iglesia de Nuestra Señora de La Candelaria;

SANTUARIO NUESTRA SEÑORA DEL CARMEN, aynı zamanda Meryem Ana'nın Ulusal Mabedi olarak da biliniyor. Bogota'nın tarihi merkezinde sayısız müzenin arasında yer alıyor. La Candelaria mahallesinin üzerinde yükselen kilise, iç mekanlarında da devam eden bir desen olan kendine özgü kırmızı-beyaz çizgili cephesiyle kolayca tanınıyor. 

Mimar Giovanni Buscaglione tarafından tasarlanan kilisenin inşaatına 1926 yılında başlanmış ve bina 12 yıl sonra kutsanmış. 

Iglesia de La Candelaria;


Bu kilise hemen Botero Müzesinin karşısında yer alıyor. Hala ibadet için aktif olarak kullanılıyor. Çok sakin ve huzurlu bir yer.

İnşasına 1686'da başlanmış ve 1703'te tamamlanmış, daha sonra 2003-2005 yılları arasında tamamen restore edilmiş. Tapınak, kolonyal kökenli dini sanatın önemli eserlerini barındırıyor.

Museo de Bogota;


Bogotá Müzesi, kapıları tüm vatandaşlara açık, 50 yılı aşkın süredir kendisine eşlik eden tarihi mirası korumakla görevli ve bugün onu şehrimizin en temsili yerlerinden biri olarak konumlandıran bir kamusal alan. Burayı da rehberli turun hızından dolayı gezemeyip, sadece dışarıdan fotoğraflayabildim.

Askeri müze;

Diğer bazı yerler gibi burayı da bahsettiğim rehberli turun hızından dolayı gezemedik, sadece dışarıdan fotoğraflayabildim.

Manuela Saenz Evi;

Manuela Saenz'in evi tadilatta olduğu için girişe izin verilmiyordu.


Manuela Saenz, aslında bir Perulu bir kadın ve Peru'nun bağımsızlığını kazanmasında önemli bir figür olmuş. Hakkında “Bolivar ile tanışmadan önce İspanyol ordusuyla bağlantılıydı ve oradan vatanseverler için değerli bilgiler sızdırdı. Güney Amerika ve Peru'nun özgürlüğüne inandı, bu yüzden ülkemize yerleşti” diye bahsediliyormuş.

Süreç içinde Bolivar'ın sevgilisi olmuş. Fotoğraftaki evin biraz ilerisinde de Bolivar'ın malikanesi bulunuyordu. Fotoğrafta Bolivar'ın malikanesi.


Bogota'da 10. Cadde araç trafiğine kapalı ve cadde üzerinde her türlü seyyar satıcıları, yiyecek satıcıları bulunuyor. Cadde üzerinde satranç oyuncularını da görünce, paylaşmak istedim.


Artık Bogota'ya ayırdığımız 4 gece 3 tam günden sonra yolumuz Barranquila'ya.

İYİ SEYAHATLAR