K.K.T.C - LEFKOŞA (Mayıs - 2022)

Aslında Kıbrıs gezimiz Lefkoşa ile başlamadı, hatta en son olarak burayı gezdik, ama Başkent (Baş İlçe) olmasından dolayı buradan başlamayı uygun gördüm. Lefkoşa K.K.T.C.'nin en büyük ilçesi. İlk yazımda söz etmiştim buradaki yerleşimler Şehir veya Kent olarak değil, İlçe veya Kaza olarak adlandırılıyorlar.

Lefkoşa, özellikle eğlenceli gece hayatı, casinoları, tarihi yapıları, kiliseleri, camileri, müzeleri ve Rum kesimine yaya ve araç geçiş kapılarıyla K.K.T.C.'nin en önemli merkezi durumunda.

Lefkoşa gezimize Girne Kapısı'ndan başladık. Lefkoşa gezimizi bizim takip ettiğimiz yol üzerinden anlatmaya çalışacağım.

Eski kent merkezi, eski kale surları içinde yer alıyor. Bu surlar Orta Çağ'da inşa edilmiş 6. yüzyılın ortalarında 3 mil uzunluğunda olan Lefkoşa surları Venedikli mühendis Guilio Savorgnan tarafından son haline getirilmiş. Surlarda 11 burç ve 3 giriş kapısı bulunuyor. Kapılardan ikisi Güney Kıbrıs’ta, biri ise Kuzey Kıbrıs’ta bulunuyor. Kuzeyde bulunan kapının adı, Girne Kapısı.

Girne Kapısı;

Bu kapı 1567 yılında Venedikliler tarafından Girne'ye ulaşım sağlama amacıyla inşa edilmiş. 1821 yılında Osmanlılar tarafından tadilattan geçirilmiş. 1931 yılında kapının her iki yanındaki surlar yol açmak amacıyla yıkılmış.

Mevlevi Müzesi;

1571 yılında Kıbrıs Osmanlı İdaresi altına girince Mevleviliğin Anadolu’daki merkezi Konya iken, Suriye’de Halep, Kıbrıs’ta ise Lefkoşa Mevlevi Tekkesi olmuş. Tekke’deki Şeyh Konya’ya bağlı görev yapmaktaymış, Kıbrıs’ta bulunan diğer Mevlevi dergahları ve tekkelere dayalı kurulmuş olan Celaliye Vakfı’nı da idare etmekteymiş.

Şu andaki Mevlevi Tekkesi’nin bulunduğu yere 1593’te Arabahmet Paşa Mevlevihanesi inşa edilmiş, sonradan tekke Ferhat Paşa Mevlevihanesi ismini almış. Tekke XII. yy’da Emine Sultan isminde bir saraylının vermiş olduğu bir arazi üzerine kurulmuş ve buradaki yazıtsız bir mezarın Emine Sultan’a ait olduğu söylenmekteymiş.  Mevlevi Tekkesi derviş odaları, semahane, mutfak, misafir odaları bölümlerinden oluşuyor. 1873 yılından sonra da tekkede şeyh ve dervişlerden oluşan 36 kişi görev yapmış.

Tekkeye giriş ücretliydi, ancak bizim yaş sınırımız nedeniyle ücretsiz girdik.


Samanbahçe Evleri;


Cumhurbaşkanlığı idari binalarının güney tarafında bulunan bu alan Osmanlı döneminde Şaban Paşa’ya ait bir vakıf malıymış. O yıllarda Lefkoşa’nın sebze-meyve ihtiyacını karşılayan bir bahçe olarak kullanılırken, 20’inci yüzyılın başında hayvan pazarı olarak kullanılmaya başlanmış. Lefkoşa’daki ilk sosyal konut yapıları arasında yer alan buradaki bitişik nizamdaki 72 adet konut 1917 – 1955 yılları arasında Evkaf İdaresi tarafından inşa edilmiş. Lefkoşa Master Plan çerçevesinde Avrupa Birliği’nin mali desteğiyle 2003-2004 yılları arasında restore edilmiş.

Oldukça ilginç olan bu mahalle gezilip görülmeye değer.


Buradan yola devam ederken yol üzerinde güzel bir mimari yapıyla karşılaştık. Doğay hanım bu binanın İngiliz yönetimi döneminden kaldığını ve şu anda Adliye olarak kullanıldığını söyledi. Yola devam ederek Venedik Sütununa vardık.

Venedik Sütunu;

Venedik Sütunu, Sarayönü Meydanı ve Lefkoşa’nın önemli simgeleri arasında bulunmakta olup eski Lefkoşa’nın idari merkezinde yer alıyor. Sütun, Venedikliler tarafından, antik Salamis kentinden getirilip, bir egemenlik sembolü olarak, eski Lüzinyan Kraliyet Sarayı’nın karşısına dikilmiş. Sütunun üzerine oturduğu kaidenin çevresinde bulunan asil İtalyan ailelerine ait 6 armadan yalnızca 5 tanesi günümüze gelebilmiş.

Sıradaki tarihi yapı Büyük Hamam'dı, ancak uzun zamandır açılmadığı belli kapı kapalı olduğu için içine girme şansımız olmadı. Dışarıdan bir fotoğrafını paylaşayım.


Şimdi de yolumuz üzerinde Büyük Han vardı.

Büyük Han;


Büyük Han, 1570'li yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kıbrıs'ı ele geçirmesi sonrasında inşa edilmiş, bu dönemde Yeni HanHan-ı Cedîd veya Alanya'dan gelen tüccarların burada konaklaması dolayısıyla Alâiyeliler Hanı isimleriyle anılmış. 1878 yılında Kıbrıs'ın Britanya yönetimine geçmesiyle birlikte hapishaneye çevrilmiş ve 1903'e dek bu şekilde kullanılmış. 1903-1947 yılları arasında özgün maksadına uygun bir han olarak kullanım gördükten sonra, her odada bir ailenin kalacağı şekilde dar gelirli kesime kiralanmış. 1962 yılında, gerek statik sorunları gerekse "hijyenik olmayan şartlar" gerekçesiyle boşaltılmış. İlk olarak 1963'te başlayan restorasyon çalışmaları toplumlar arası çatışmalar dolayısıyla devam edememiş. 1982'de tekrar başlayan çalışmalar 2002'de tamamlanmış.

Doğay hanım buradaki bir kafede bize yerele özgü kıymalı, hellim peynirli ve tatlı lorlu böreklerden ve çay ikram etti. Arkasından bizdekinden tip itibarıyla biraz farklı içli köfte ikram etti. Tabi hepsini yiyince biraz fazla geldi. Biraz mide fesatına uğradık doğrusu.


Buradan sonra sıra hemen yakındaki Kumarcılar Hanı'naydı.

Kumarcılar Hanı;

Hanın adının kökeniyle ilgili tartışmalar yaşanmış. 2016 yılında KKTC Turizm Bakanlığı tarafından hanın esas adının "Hımarcılar Hanı" ("eşekçiler" anlamında) olduğu ve bu yönde değiştirileceğiyle ilgili bir açıklama gelmiş.Bu konuda yapılan araştırmalarda bu adın gerçek olmadığı anlaşılmış. Hanın ismine ait en eski belge olan, 31 Mart 1748 tarihli Kılıç Ali Paşa Vakfı'na ait vesikalarda hanın ismi "Han-ı Kumarî" ("Kumarî Han") olarak geçiyormuş.

İlk inşa tarihi kesin olarak bilinmiyormuş. Aynı mimari özelliklerin kullanıldığı Orta Çağ Venedik ya da Lüzinyan dönemine ait bir başka yapı, muhtemelen bir manastır üzerine 15.- 16. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olabileceği tahmin ediliyormuş. Yine, 1811 - 1836 yıllarına tarihlenen iki belgede de han, "Kumarcı Hanı" adı ile anılmaktaymış. 1937-1957 yılları arasında ilk restorasyonu tamamlanmış. Bu dönemde Antikalar Dairesi tarafından eski eser olarak tescil edilmiş.

Şimdi de Selimiye camisine doğru yürüyoruz. Ancak restorasyon çalışmaları nedeniyle çevresi kapatılmış, dolayısıyla içine girme şansımız olmadı. Çevresinde yürüyerek dolaştık ve fotoğrafladık,


Selimiye Camisi;


Selimiye Camii, tarihsel ismiyle Ayasofya Camii veya Ayasofya Katedrali, Lefkoşa'nın kuzey kesiminde bulunan cami ve eski Katolik katedrali.

Çifte minareli Selimiye Camii, 1209 yılında katedral olarak yapımına başlanmış ve 5 Kasım 1326 tarihinde gerçekleştirilen dini bir törenle takdis edilip St. Sophia adıyla ibadete açılmış. Lüzinyanların saf Gotik nizamda Kıbrıs’ta yaptıkları başyapıtların en önemlisi. Lüzinyan kralları Kıbrıs krallık tacını burada giyerler, zamanın soyluları ile bazı krallar ise yine bu katedralin içine gömülürlermiş. Lefkoşa’nın Osmanlılar tarafından alındığı 9 Eylül 1570 tarihinden hemen sonra camiye çevrilmiş. 

Toplamda cami, 2500 kişinin aynı anda ibadet edebilmesine olanak sağlayacak bir büyüklükte 1750 m2 ibadet alanına sahip. Lefkoşa'da ayakta kalan en büyük tarihi binadır ve kaynaklara göre "İslam'ın yükselişi ile Osmanlı döneminin sonları arasındaki bin yılda Doğu Akdeniz'de inşa edilmiş en büyük kilise olmalıdır".

Selimiye Camisi çevresinde, üzerinde dar sokaklar ve Osmanlı mimarisiyle yapılmış evler bulunuyordu. Bu evlerden birisi de Saçaklı Ev'di.


Saçaklı Ev;


Ortaçağda inşa edilen bir yapının kalıntılarından yararlanılarak Osmanlı ile İngiliz sömürge döneminde geliştirilmiş. Gerek plan, gerek yapım tekniği ve gerekse malzeme özellikleri bakımından Osmanlı konut mimarisi özelliklerini taşıyor. 1994-1996 yılları arasında restore edilmiş olup şimdilerde Kültür ve Sanat Merkezi olarak kullanılıyor.

Bedesten;


Bedesten, bir diğer adıyla St. Nikolas Kilisesi, Bizans devri kalıntıları üzerine Gotik nizamda inşa edilen bir kilise yapısı. Venedik döneminde Ortodokslar tarafından St. Nickolas adıyla Metropolit Binasına dönüştürülmüş ve Osmanlı döneminin ilk yıllarında tekstil çarşısı olarak kullanılmak üzere Haremeyn’e vakfedilmiş. 1760’lı yıllarda Lefkoşa’nın ileri gelen Türk, Rum ve Ermeni tüccarların çeşitli gıda maddesi satışı yaptıkları bir iş merkeziyiş. 2009 yılında restore edilerek kültür sanat faaliyetlerinde kullanılmak üzere topluma yeniden kazandırılmış.

Buraya yakın mesafede Aziziye Tekkesi bulunuyor.

Aziziye Tekkesi;


Aziziye Tekkesi veya Aziz Efendi Tekkesi. Türbenin içinde medfûn bulunan Aziz Efendi'nin, 1570-1571 yıllarında Lefkoşa'nın fethi sırasında bir alay müftüsü olduğuna inanılıyor. Osmanlılar'ın Lefkoşa'ya girdiği gün Ayasofya Katedrali bölgesinde vefat etmiş. Vefat ettiği yere önce bir kabir, daha sonra Padişah II. Selim'in emri ile kabrin üzerine bir türbe inşa edilmiş. Sonraki yıllarda türbenin çevresine bir mescit ve odalar yapılarak bölge bir tekkeye dönüştürülmüş.

Tekke, Kuzey ve Güney Kıbrıs'ı ayıran Yeşil Hat üzerinde yer alıyor, bu nedenle tekkeye erişim sadece Belediye Pazarı'ndan sağlanabiliyor.


Rum Kesimine Yaya Geçişi;



Ben Türkiye'deyken buradan veya başka bir kapıdan geçerek Rum kesimini dolaşmayı planlamıştım. Bu kapılardan T.C vatandaşlarına Shengen vizesi olsa dahi geçiş izni olmadığını buraya gelmeden öğrenmiştim. Buradan Kıbrıs pasaportlu olanlarla, Shengen üyesi ülkeler geçiş yapabiliyor. K.K.T.C vatandaşlarından, orada doğmuş olanlara Kıbrıs pasaportu veriyorlar ve onlarda geçebiliyor. Sondan Kıbrıs'a göç etmiş olan Türklere bu pasaport verilmiyor.

Ben de sayfada olsun diye fotoğrafını çekip paylaştım.


Turunçlu Fethiye Camisi;


1825 yılında inşa edilen cami, Kıbrıs valisi Seyyit Mehmed Ağa tarafından yaptırılmış. Eski zamanlarda Fethiye Cami olarak da biliniyormuş. Kısa bir süre sonra cami ayrıca tarihi bir okul olarak kullanılmaya başlanmış. Mehmed Ağa tarafından yıkılan tarihi okul, “Mekteb-i İrfane” adlı yeni bir okulla değiştirilmiş. 1972 yılında yeniden tadilattan geçen yapıt tekrardan cami olarak hizmet vermeye devam etmiş. 

Yolumuz üzerinde Derviş Paşa Konağı var şimdi de. Konağa vardığımızda, orada bulunan halktan,  henüz kapanmış olduğunu öğrendik. Ben yine de konakla ilgili kısa bir bilgilendirme paylaşayım;


Derviş Paşa Konağı;

19. yüzyıl başlarında, Kıbrıs’taki ilk 3 gazete arasında yer alan haftalık Zaman gazetesinin sahibi olan Derviş Efendi’nin konağı olarak yapılmış. İki katlı olarak inşa edilen konağın geniş bir iç avlusu bulunuyor. 1979 yılında restore edilmiş ve yaşayan bir “Folklor ve Etnografya Müzesi” olarak hizmete konmuş. Konağın, Baş Oda, Gelin Odası, Yatak Odası, Mutfak Odası ve Tezgâh Odası gibi bölümlerinde dönemin günlük hayatını yansıtan ev eşyaları sergileniyor. 

Yolumuz üzerinde yine dar sokakları ve Osmanlı Mimarisi evleriyle güzel görüntüler vardı.


Bu kez yolumuz üzerindeki tarihi bina Ermeni Apostolik Kilisesi ve Manastırıydı;


Ermeni Apostolik Kilisesi ve Manastırı;

Burada inşa edilen ilk dini binanın 8. yüzyılda inşa edildiği söylenmekte. 13. yüzyılda inşa edilmiş olan yapı "Kutsal Bakire Meryem"e adanmış. Kıbrıs'ın Osmanlılar tarafından fethinden sonra Ermeni kilisesine dönüştürülmüş. Bunun sebebi Kıbrıs'ın fethi sırasında Osmanlılara yardımcı olan Ermenilere 2. Selim'in 1571 yılında bu kilseyi hediye etmiş olmasıymış. 

Yine yolumuz devamında bulunan Arabahmet kültür merkezini de geç kaldığımız için gezemedik.


Arabahmet Kültür Evi;


Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Kültürel Miras Yönetimi'nin projelendirip restore ettiği tarihi bina bünyesinde tiyatro salonu, sergi salonu, sanat kütüphanesi, oyuncak müzesi ve atölye merkezi bulunuyor. Haziran 2014 tarihinde açılmış.

Doğay hanım yolumuz üzerinde ilginç bir evi gösterdi. Bu evin yarısı K.K.T.C. tarafında, diğer yarısı ise Rum tarafında kalmış. Fotoğrafta görülüyor.


Rum Kesimi;


Savaştan sonra, Lefkoşa K.K.T.C ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında paylaşılmış. Yukarıdaki fotoğrafta Rum tarafı görünüyor. Tel örgüler arkasından ''Bomba Atan Çocuk'' heykelinin fotoğrafını çektim.

Metehan Kapısı;


Lefkoşa'da son 
gezdiğimiz nokta Metehan Kapısıydı. Bu kapı araç girişlerine açık olan bir sınır kapısı. Öte yana geçemediğimiz için sadece fotoğraflamakla yetindim.

Lefkoşa'da geçirdiğimiz 1 günde bunları yapabildik. Tabii ki daha gezilecek yerleri, özellikle müzeleri var. Ne yapalım, belki bir dahaki sefere.

Lefkoşa'da arkadaşım Mustafa Ökmen ve eşi Kıbrıs rehberimiz Doğay hanımın yakışıklı oğulları Emrah ve geliniyle de tanıştık. İkisi de Kıbrısta polis olarak görev yapıyorlar. Ayrıca Doğay hanımın ablası ve kardeşinin evine de misafir olduk. İkram ettikleri kahve ve ev yapımı limonata çok güzeldi. Buradan kendilerine selamlarımı iletiyorum.

İYİ SEYAHATLER

K.K.T.C.

 KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ GENEL (Mayıs - 2022)


Bugüne kadar birçok ülkeyi gezmiş olmama rağmen, K.K.T.C' ye henüz gitmemiştim. Birçok arkadaşım bu duruma şaşırıyorlardı. Araya giren pandemi nedeniyle 2 yıldır da gezilerime ara vermiştim. Bu nedenle ısınma turu olarak bu yıl ilk olarak Kıbrıs'ı gündemime aldım. 

Kıbrıs'ta yaşayan Mithatpaşa Sanat Enstitüsünden arkadaşım Mustafa Ökmen ile irtibata geçtim ve onun güzel ve içten yaklaşımı da bu seyahatin baştan güzel geçeceğini belli etmişti bana.

Her seyahate çıkmadan önce dersimi çalışırım, yine aynı çalışmayı yaptım. Ama bu kez kendisi Kıbrıs kökenli ve Mustafa'nın eşi Doğay hanımın rehberliğiyle K.K.T.C'de görmedik yer bırakmadık. Başta Doğay hanım olmak üzere arkadaşım Mustafa'ya da ilgi ve yaklaşımları dolayısıyla çok çok teşekkür ediyorum. 

5 gün süren Kıbrıs gezimizi ilçe, ilçe yazacağım. Kıbrıs'ta şehir yok, yerleşimler İlçe veya Kaza olarak adlandırıyorlar.

T.C. vatandaşları Kıbrıs'a hem kimlikle hem de pasaport ile girebiliyorlar. Pasaport ile çıkış yapanlar, yurtdışı çıkış harcını yatırmak zorundalar ve pasaportlarındaki K.K.T.C mührü ileride Yunanistan'a yapacakları vize başvurusunda sorun yaratabiliyormuş. Bu nedenle kimlik kartı ile çıkış yapmak daha akıllıca. İzmir A.M. havalimanında pasaport işlemi için polise gittiğimde kimliğimi gösterdim, kimlik kırık olduğu için polis önce biraz nazlandı ama bir daha olmasın diye uyararak giriş-çıkış kartına damgayı bastı. 

İzmir'den yaklaşık 1 saatlik uçuşla direkt Lefkoşa Ercan havalimanına vardık. Burada daha önce rezervasyonunu yapmış olduğum araç için acentayı epeyce aramak zorunda kaldım. Ben bir ofis ararken, otoparkta küçük bir dolap üzerinde firma adı yazılıydı.  Verilen telefonu aradım, telefona çıkan kişi birisinin gelip yardımcı olacağını söyledi. Kısa bir süre sonra bir genç geldi. Sözleşmeyi alelacele doldurdu ve ödemeyi aldı. Ben araçta herhangi bir hasar var mı diye bakınırken, gülerek ''Önemli değil, siz gelince anahtarı dolabın içine atacak ve gideceksiniz'' dedi. Gerçektende dönüşte geldiğimizi bildirmek için firmayı aradım ama cevap veren olmadı ve ben de arabayı yakına park ederek, anahtarı dolap içine attım ve gittim. Yalnız hatırlatayım, burada bir günlük araç kiralamak isteseniz de, 3 günlük ücret alıyorlar. Ben 5 gün için kiraladığım için sorun yaşamadım

Araçta genelde hiç benzin olmuyor, parktan çıkarken ilk iş bir benzin istasyonuna gitmek oluyor. Biz de ilk istasyondan yakıtımızı alıp, otel rezervasyon yaptığım Lapta'ya doğru yola çıktık. Tabii burasının trafiğine alışmak için biraz uğraşmak gerekiyordu. Çünkü Kıbrıs eski İngiliz egemenliğinden kalma bir ada olduğu için, trafik soldan akıyor burada. Bir de yollardaki hız sınırlarına da dikkat etmek gerekiyor. Nadiren 90 km. hız bölgeleri olmakla birlikte, genelde 65 km. hız sınırı bulunuyor. K.K.T.C'de ana yollar oldukça geniş ama biraz bakımsızdı. Ara yollar ise oldukça dardı.

Gecenin geç saatinde navigasyon olmadığı için oteli bulmak için biraz uğraşmamız gerekti. Kaldığımız butik otel, sanki bir müzeyi andırıyordu. Çok değerli olduğunu düşündüğüm, antikalarla doluydu. Bu kadar antikayı bulup otelin çeşitli mekanlarına hatta merdivenlerine koymaları, nereden buldukları konusunu düşündürdü bana ama sormadım. Daha sonra gezmiş olduğum Maraş bölgesindeki konutlara yapılan talanları görünce, bana buradan toplanmış olabileceğini düşündürdü doğrusu.

Otelin kahvaltıllıkları oldukça zayıftı. Sadece peynir, domates, reçel ve yumurta yiyebildik. Zeytin de vardı ancak tahta gibi kurumuş ve kötü olan bu zeytinleri de yiyemedik. Bir de 5 gün kaldığımız bu otelde odamızı sadece  bir gün temizlemeye gelmişler, diğer günlerde odadaki çöpleri dahi almamışlardı. Oteli terkederken otel müdürüne bu durumu anlatınca, yavuz hırsız misali, durumu ona niye söylemediğimizi sordu bana. Bir müdür olarak otelden haberi yok. Bu kadar çok ülke gezmiş olmama rağmen ilk defa böyle bir durum ile karşılaşıyordum. Fakat otelin bulunduğu alan çeşitli meyva ağaçları ve yeşillikler arasındaydı.

Kıbrıs farklı bitkilere de ev sahipliği yapıyor. Kıbrıslılar da tıpkı Giritliler gibi bunları değerlendirmeyi biliyorlar. Dağlarında ilk kez gördüğüm Kapari bitkisinden mezelik turşu yapıyorlar, tohumunu da farklı bir aroma vermesi için turşunun içine atıyorlarmış. Dağlarda çok değişik ağaç ve bitkiler de bulunuyor, bunlardan en tanınmışı Kuşkonmaz'dı.

Misafir gittiğimiz evlerde ev yapımı limonata olmazsa olmazıydı Kıbrıs'ın. Narenciyenin bu kadar bol olduğu bir ülkede güzel bir serinletiydi bu. Kıbrıs limonları oldukça büyük ve suluydu. 

Lefkoşa'da Lalapaşa Camisi bahçesinde gördüğümüz Cumbez Ağacı da oldukça ilginçti. Bu ağaçtan sadece Lefke, Limasol ve Lefkoşa'da 3 adet bulunuyormuş. İlginçliği ise gövdesinde çıkan incirleri. 

Böyle bir başlangıçtan sonra şimdi İlçeler ve görülmesi gereken yerleri yazmaya başlayalım.

İYİ SEYAHATLER