KÜBA - SANTA CLARA

OCAK - 2019

Bugün, Küba Devrimi'nde önemli bir kent olan Santa Clara'ya gidiyoruz. Burası Küba'daki en son ziyaret ettiğimiz kent ve benim de Küba ile ilgili yazılarımın sonuncusu olacak burası.


Şimdi öncelikle bu kentin neden önemli olduğunu anlatmak istiyorum;

Fidel Castro ve arkadaşlarının Sierra Maestra'da bir bölgeyi kontrol altına almalarıyla başlayan devrim süreci, 2 yıllık bir mücadele sonunda Santa Clara'da zaferle noktalanıyor.


Batista, devrimcilere karşı son hamle olarak zırhlı bir tren ile Santa Clara'daki birliklere silah, cephane ve asker gönderme kararı alıyor. Bunu haber alan Fidel Castro, Che Guevara'nın komutasında 150 gerillayı buraya gönderiyor. Kuş uçuşu 550 km. mesafeyi kateden Che ve arkadaşları, tren gelmeden Santa Clara'ya ulaşıyor. 





Treni karşılamak için hazırlıklar yapıyorlar. Santa Clara girişinde tren raylarını bir dozer ile söküyorlar. Santa Clara halkı da, buradaki garnizondaki askerlerin gelen trene yardım edememesi için, yollara barikatlar kuruyorlar.




Tren Santa Clara'ya girerken ellerinde sadece hafif silahlar bulunan Che ve gerillalar, dinamitlerle trene saldırıyorlar. İki yönden gelen ateş arasında sıkışmış olan ve zaten Batista'dan da nefret etmeye başlamış olan askerler çok fazla direnmeden teslim oluyorlar.

Trendeki tüm mühimmatı ele geçiren gerillalar, şehirdeki garnizona saldırarak burayı da ele geçiriyorlar. Gerillalar ve Santa Clara halkı büyük bir sevinç yaşıyorlar. 28-29 Aralıkta yaşanan bu zaferin ardından Batista 1 Ocak 1959 yılında hazinedeki tüm varlığı yanına alarak Küba'yı terkediyor ve Dominik'e sığınıyor.  



Bu olayın ardından Fidel ve arkadaşları, Havana'da halkın büyük desteği ve coşkusuyla karşılanıyor. Ve Küba Devrimi'nin ilk bölümü böylelikle gerçekleşmiş oluyor.


Bu olayla ilgili olarak Santa Clara'da bir müze bulunuyor. Bu müzede zırhli tren vagonları ve içlerinde bu olay ile ilgili fotoğraf, giysiler, eşyalar ve silahlar segileniyordu. Santa Clara'da ilk ziyaretimizi buraya yaptık.


Burada ayrıca tren raylarını bozan o dozer de bir anıt olarak sergilenmiş.


Bu olaydan sonra Che Guevara halkın sevgilisi oluyor ve Küba devrim hükümetinde ekonomi bakanlığına getiriliyor. Che eşit insan yaratma ilkesi ile, herkesi şeker kamışı tarlalarında çalıştırıyor ve kendi de bizzat bu çalışmalar içinde yer alıyor. Daha önce tarlalarda hiç çalışmamış olanlar, durumdan rahatsız olup, Küba'yı terkediyorlar.

Hatta daha önce devrimi destekleyen rom imalatlarıyla ünlü Bacardi ailesi de, mallarına el konması sonrasında, Küba'yı terkediyor. Bahamalara yerleşiyorlar. Bundan sonra devrim hükümetine karşı mücadele içinde taraf  oluyorlar. Amerika'nın Küba'ya ambargosuna destek oluyorlar. Ama rom markaları olan Bacardi, tescil edildiği için, bu marka onların elinde kalıyor.


Che Guevara 2 evlilik yapıyor. İlk evliliğinden 1, 2. evliliğinden 4 çocuğu oluyor. Ancak bu durağan yaşam ona pek uygun gelmiyor ve devrimi dünyaya yaymak amacıyla, Fidel Castro'ya bir mektup bırakarak ve tüm görevlerinden istifa ederek, Bolivya'ya gidiyor. Ama Bolivya'da Küba'daki gibi bir halk desteği bulamıyor. Bolivya Komünist Partisi'de Che'ye destek vermiyor. Çok az kişi kalıyorlar ve 1967 yılında bir çatışmada kendisi ve 17 arkadaşı ele geçiriliyor ve ardından, herhangi bir yargılama yapılmadan, infaz ediliyorlar. 


1997 yılında Che ve bu 17 arkadaşının kemikleri Bolivya'dan Santa Clara'ya getiriliyor ve burada hazırlanmış olan mozoleye yerleştiriliyor. İşte bizim Santa Clara'da ziyaret ettiğimiz mozolenin kısaca hikayesi böyle.


Mozolenin bulunduğu anıtın üzerinde oldukça büyük bir Che heykeli bulunuyor. Bolivyalılar da kıymetini sonradan anladıkları Che'nin bu heykelinin bir benzerini de Bolivya'nın başkenti La Paz'a anıt olarak dikmişler, bunu orada bizzat görmüştüm. Ayrıca Che'nin Fidel'e yazdığı metkup da bu  anıtta yer alıyor. Orada gezerken çok duygulandık.


Mozolenin içinde fotoğraf çekilmesine izin vermiyorlar, bu yüzden kısaca anlatayım. Mozolenin içinde bulunan duvarda ortada Che olmak üzere arkadaşlarının isimleri yazıyor. Che'nin üzerine de ışıkla bir yıldız yansıtılmış.


Mozolenin diğer bölümlerinde ise ona ait eşyalar sergileniyor. Bunlardan bazıları, okul karnesi, doktor önlüğü, giysileri, çay düzeneği ve silahları. Burasını gezerken gerçekten insanın içi acıyor..(((

Che hala Küba'da sevilen bir halk kahramanı. Fidel Castro da bu sevgiyi adeta körüklemiş. Kendisine ait bir heykel yokken, sadece bir yerde resmini gördüm, adeta Che'yi kendi önünde tutmuş ve gezimiz boyunca bir çok yerde Che'nin büyük posterlerini de gördük.

O kadar ki, okul öğrencileri, bizim andımıza benzer bir andı güne başlarken okuyor ve bu metinin sonunda "Hepimiz birer Che olacağız" yazıyormuş.

Son anda aklıma geldi esas ismi Ernesto Guevara'ya neden CHE diyorlarmış. Arjantinli olan Ernesto, Arjantin'de dostum anlamına gelen CHE sözcüğünü Küba'da çok kullanıyormuş. Kübalılar da onu bu nedenle CHE diye çağırıyorlarmış ve böylelikle daha ziyade CHE olarak anılıyor Ernesto Guevara..

Bir başka seyahatimizde görüşmek üzere.....


İYİ SEYAHATLER













KÜBA - TRİNİDAD

OCAK - 2019


Trinidad'a geldiğimizde artık akşam olmak üzereydi ve iki gece konaklayacağımız CASA'larımıza yerleştik.

Öncelikle biraz Küba'da barınmadan söz etmek istiyorum. Buraya gelmeden önce bu konuda birçok yorum okumuştum. Casalar konusunda biraz endişeliydim doğrusu . Ama Trinidad'ta konakladığımız casa, Havana'da kaldığımız otelden çok daha temiz ve iyiydi. Casalar bildiğiniz ev pansiyonculuğu ve bu pansiyon sahipleri ve çalışanlarının misafirlerine güzel yaklaşımları, otel görevlilerininkine göre çok daha iyi. Otel devletin, Casalar özel sektörün. Buradan zaten bir yorum yapabilirsiniz. 


Burada kaldığımız Casada, ki burada kalan diğer grup arkadaşlarımız da aynı fikirde, çok rahat ettik. Benden Küba'ya gideceklere tavsiye, kesinlikle casa tercih ediniz. Resimde casamız ve mahalle sakinlerimizle.


Buraya akşam saatlerinde geldiğimiz için öncelikle Trinidad'ın gecelerinden başlama durumundaydık. Rehberimiz bize burada akşam yemeği ve sonrasında müzikli barlarla ilgili bilgi verdi. Trnidad'daki ilk akşam yemeğimizi yedikten sonra, kalabalık bir bara gittik. Bizim tur grubunun hemen hepsi de buradaydı. Biz sahneye yakın bir yere oturduk. Sahnede Afrika müziği ile dans gösterisi yapılıyordu o sırada ve onları seyrederken bir dansçı beni sahneye davet etti. Ben de onlara sahnede gösterdikleri hareketleri yapmaya çalışarak onlara eşlik ediyordum. Bunları yaparken ben ve izleyicilerin çoğunluğu gülüyor ve eğleniyorduk. Benim dışımda da bir genç de, benim gibi, oyuna eşlik etmeye çalışıyordu.


Ertesi gün bu barın önünden geçerken rehberimiz, gösterinin iyi bir gösteri olmadığını ve müziğin Küba müziği olmadığını söyledi. Kendi açısından böyle değerlendiriyor olabilirdi ama, ben ve izleyicilerin çoğunluğu keyif alıp eğlendi. Zaten burada amaç müthiş bir sahne show değildi elbet, amaç eğlenmekti, yani amaç hasıl olmuştu.


Buradan çıkıp artık dinlenmek üzere Casamıza gittik. Güzel bir uykunun ardından, sabah kahvaltımız da casamızda aldık. Daha önceki yazılarımda söz etmişimdir, seyahate çıkarken, yanımda illa ki, peynir, zeytin ve çay olur. Buraya gelirken bunlardan da getirmiştik ve casada diğer arkadaşlarımıza da olanaklarımız ölçüsünde ikram edince onlar da memnun oldular.


Şimdi Trinidad'ı keşfetme zamanıydı; 

Bu kent 1500'lü yıllarda kurulmuş, Haiti'deki şeker üretiminde çalışan köleler isyan edip kaçarak buraya yerleşmiş ve ilk kurucuları onlar olmuş. Bu bölgede şeker kamışı üretimi ve 1800'lerde kurulan şeker değirmenleri sayesinde çok gelişmiş. Çok zenginleşen bu kentte küçük saraylar inşa edilmeye başlanmış. Fransa'dan kiremit, İtalya'dan mermer ve Almanya'dan yer döşemeleri getirilmiş. Hatta Plaza Major bile dünyanın çeşitli ülkelerinden getirilen malzemelerle yapılmış. İspanyollara karşı verilen bağımsızlık mücadelesi sırasında, şeker üretim merkezleri ateşe verilmiş ve kent o eski zenginliğini yitirdiği için, 1900 'lerde sıradan bir kent haline gelmiş.


Koloni dönemimden kalan binalar ve Arnavut kaldırımları hala özenle korunuyor. Bu tarihi yapıları korumak da Küba turizmine büyük katkıda bulunuyor tabii ki.




İlk durağımız Museo Historico oldu. Burası 1800'lü yılların başında, bir köle tüccarını öldürüp onun dul eşiyle evlenen ve büyük şeker tarlalarına konan bir Alman tarafından yaptırılmış. Şimdi müze olarak kullanılan bu binada odalar o dönemdeki eşyalarla donatılmış. Bazı bölümlerinde silahlar ve şeker üretimi ile ilgili eşyalar sergileniyordu.


Binanın çatı katına çıkıp buradan de kenti yüksekten görme şansına da sahip olduk. 


Buradan sonra sırada Plaza Major vardı. Burası, diğer Küba kentlerinde de gördüğümüz gibi, kentin merkeziydi. Yukarıda söz ettiğim, 1800'lü yıllarda şeker ve köle ticaret ile zenginleşen büyük toprak sahiplerinin evleri bu meydanı çevreliyordu. 


Devrimden sonra Fidel bu evleri müze haline getirmiş. Ancak buradaki kısıtlı zamanımızda bu müzeleri gezme fırsatı bulamadık.




Sırada La Cachanchara isimli küçük bir bar vardı. Burası yine 1800'lerde yapılmış bir bina ve içinde bir de bahçesi bulunuyordu. Burada su, rom, limon suyu, şeker ve bal ile hazırlanmış bir kokteyl ikram ettiler. Bu kokteyl küçük toprak kaplarda servis ediliyordu ve bu oldukça lezzetli bir kokteyldi.

Bu geleneksel kokteyl, 19.yüzyıldaki kurtuluş ordusunun bir içkisiymis.









Dolaşırken biraz da alışveriş yapmayı düşündük. Bir sokak satıcısında şapka alırken, Fidel ve Che gibi purolu poz vermeyi de ihmal etmedim.








Gezdiğimiz tüm ülkelerde, o ülke çocuklarıyla fotoğraf çekilme geleneğimizi burada da devam ettirdik. İşte bunlardan iki örnek.



Afrika'dan köle olarak getirilenler, çok tanrılı bir din olan Yoruba'ya inanıyorlarmış. Köle sahiplerinin hıristiyanlaştırma baskısına dayanamayıp bu dini kabul etmiş görünüp, gizlice kendi ibadetlerini yapmışlar. Üzerilerindeki baskı nedeniyle de, iki inancı birleştiren Santeria dini ortaya çıkmış. İşte bu ibadethanelerden birini. Casa Templo de Santeria Yemaya'yı ziyaret ettik.

Burası küçük, oturma yerleri bile tahtalar çakılarak oluşturulmuş basit bir ibadethaneydi. Bir de diğer dinlerin gösterişli ibadethanelerini görünce nasıl bir yorum yapılır ki? 

Demek ki, iş eğer ibadetse, böyle gösterişsiz mekanlarda bile yapılabilirmiş. Ama tabii ki dinlerde durum tamamen "duygusal".


Tabii ki Küba'ya gidilip de sokakta dans etmemek olurmuydu? Sokakta gitarıyla müzik yapan bu müzisyenin, müziğine ayak uydurup dans da ettim elbette. Daha sonra ondan yine "Comandante Che Guevara" yı çalmasını istedik ve Nurşen ile ona eşlik ettik.


Aşağıdaki resimde görünen merdivenler internet bağlantı noktası. Daha önceki yazılarımda söz etmiştim internet bağlantısı Küba'da oldukça sıkıntılı ve belirli noktalarda veya otel lobilerinde girilebiliyor internete. Bu merdiven akşamları kapatılıyor çünkü hemen üzerinde bulunan barda yapılan müzik eşliğinde insanlar dans ediyorlar. Bizim ilk gecemizde eğlendiğimiz mekandı burası.


Artık casaya gidip dinlenme zamanı, çünkü akşama da enerjiye ihtiyacımız olacak.

Akşam yemeğimizi gruptan bazı arkadaşlarla Sol Anada isimli restoranda yedik. Burası yatağıyla, elbise dolaplarıyla oldukça ilginç bir restorandı. 


Yemekten sonra yine şu ana adını hatırlayamadığım bir bara gittik. Orada da insanlar müzik eşliğinde salsa yapıyorlardı ama o kadar kalabalıktı ki, adeta insan istifiydi. Bu yüzden orada fazla kalamadık ve otelimize döndük.

Yarın yolumuz Santa Clara'ya

İYİ SEYAHATLER



KÜBA - CIENFUEGOS

OCAK - 2019

Bugün yolumuz önce Cienfugeos ve daha sonra Trinidad olacak. Havana'dan yine ötobüsümüzle yola çıktık. Yol üzerinde tamamen bataklık olan ve ayakkabıya benzediği için adını da buradan alan milli parkın yanından geçtik. Bu bataklıkta bir timsah çiftliğini ziyaret ettik. Orada bir süre dinlenip, timsahları izleyip fotoğraflarını çektik.


Buradan deniz ile buluştuğumuz nokta olan, ünlü Domuzlar Körfezi'ndeydik. Devrimden sonra CIA, bir askeri çıkarma ve devamında o bölgede kurulacak ve ABD'nin hemen tanıyacağı bir hükümet kurulmasını planlamış. O dönemin başkanı J.F. Kennedy'nin buna karşı çıkmış. CIA bu plan için Küba kökenli olup da çeşitli nedenlerle yurtdışında yaşayan insanlardan oluşan paralı bir ordu kurmuş ve bunları Nikaragua'da eğitmiş. 1961 yılı Nisan ayında 1400  kişiden oluşan bu ordu  Domuzlar Körfezine çıkarma yapmış.


Bu plandan haberdar olan Fidel Castro, körfeze 30 km. mesafedeki Australia köyünde her türlü önlemi almış olarak askerleriyle beklemeye başlamış. Çıkarma sırasında Amerikalıların bu paralı askerlerini etkisiz hale getirmişler ve Amerika burada da başarılı olamamış. Esir alınanlar daha sonra, ABD'ye ilaç karşılığı takas edilmişler. İşte Domuzlar Körfezi ününü bu olaydan alıyor.



Buradan çıkıp Cienfuegos'a vardık. Cienfugos haritada da görüleceği üzere, adeta bir iç denizi olan kent. Burada bulunan yat limanındaki Gran Caribe otelde öğle yemeğimizi yedik. Açık büfe olan yemekler gerçekten güzeldi. Bu otel yat limanında bulunuyordu..


Yat limanına girişe izin vermiyorlardı ama kapıdaki görevliye bir yatı göstererek benim diye işaret ettim (fotoğraftaki katamaran). Bana kapıyı açtı ve ben yata doğru ilerledim. Görevli bu sırada başka bir yattan inerek yanımdan geçen, kaptan görünüşlü birine seslenerek birşeyler söyledi. O zaman benim şaka yaptığımı anladı. Ben de kapıya dönerek ona çak yaptım ve çıktım. Demek tipim yat sahibi olacak birine benziyormuş..:) 


Otele ile aynı bahçeyi paylaşan, koloni döneminden kalmış bir binayı gezdik. Buranın adı Valle Sarayı. Çok zengin bir İspanyolun Elhamra sarayından esinlenerek yaptırdığı bu bina oldukça gösterişliydi. Bu bina şimdi restoran olarak kullanılıyor.





Cienfugeos güzel ve temiz bir kent. Önce şehrin içinde gezdik. Şehirdeki binalar oldukça güzel ve bakımlıydı. Yolları da birbirine dik olarak yapılmış çok düzenli bir şehirdi burası. Otobüsle kent içinde dolaşırken bir heykel gördük. Bu heykel Küba müziğinin en önemli sanatçılarından bir olan ve geç yaşta hayata veda eden (44) Benny More'a aitmiş. Aynı zamanda kent merkezinde onun müziklerinin icra edildiği bir kafe de bulunuyor. Biz bu kafeye gidip onun müziği eşliğinde kahvelerimizi içtik.




Daha sonra kent merkezindeki meydanda inip çevreyi gezdik. Bu meydanın adı da Jose Marti Meydanı, ki bir çok Küba şehrinde onun adına anıtlar ve meydanlar bulunuyordu. Ondan daha önce söz etmiştim, o Küba'nın ilk bağımsızlık mücadelesi lideri. Ayrıca şunu da belirtmem gerekir, Küba'da Fidel Castro'nun bir anıtı yok. Sadece Havana'da büyükçe bir pankartta resmini gördüm, onun dışında bir şey istememiş Fidel.


Meydanın çevresi yine koloni döneminden kalma binalarla çevrelenmiş. Bunlardan en önemlileri katedral, kent yönetim binası ve Thomas Terry Tiyatrosu. Bu meydanda aynı zamanda kentin kuruluş akdi yere işlenmiş olarak bulunuyordu.


Thomas Terry Tiyatrosu kentteki ilk tiyatroymuş. At nalı biçiminde yapılmış bu tiyatroyu gezmeye girdik ancak onarımda bulunduğu için sadece içeriye şöyle bir bakmak ve fotoğraflamakla yetindik.

Şimdi yolumuz Trinidad'a. Yolumuz üzerinde bir de çimento fabrikası gördük, onun da adı Karl Marks. Bu fabrikaDoğu Almanya-Küba ilişkilerinin iyi olduğu dönemde, Doğu Almanya'nın desteğiyle yapılmış.

Akşama doğru Trinidad'a vardık ve 2 gece konaklayacağımız CASA'mıza yerleştik.


KÜBA - TRİNİDAD, yazımı okumak için tıklayınız...



İYİ SEYAHATLER

KÜBA - VARADERO

OCAK - 2019

Bugün yolumuz Varadero'yaydı. Havana'dan yola çıkıp, güzel bir otoyoldan bir tarafta deniz ve diğer tarafta yeşil bir doğayı izleyerek, yolumuza devam ettik.


Otoyol üzerinde bulunan, Küba'nın en yüksek köprüsüne yakın bir noktada durup, çevrenin güzel manzarasını izledik. Burada da turistler, barda yapılan ve ananas meyvesinin boşaltılmış içinde sunulan, pina coladayı içmek için adeta yarışıyorlardı. Sonra bu ananasların toplanıp tekrar bara götürüldüğünü gördüm, olay ne kadar hijyenik bir düşünün.


Bu arada tabii ki Küba'nın her yerinde olduğu gibi müzisyenler müziklerini icra etmekle meşgullerdi.

Yolumuz üzerinde petrol kuyuları gördük. Ama buradan çıkan petrol Küba'nın ihtiyacını karşılamaya yetmiyormuş. Daha önce Sovyetler Birliği uygun fiyatta petrol verirken, Bugün Rusya dünya piyasaları noktasında petrol veriyormuş. Chavez döneminde Venezuella'dan alınan petrol, karşılığında Venezuella'ya doktor gönderiliyormuş. Güzel bir dayanışma örneği. Ancak Chavez sonrası bu konuda sıkıntı ortaya çıkmış. Bir de son zamanlarda ABD'nin Venezuella üzerinde yaptığı oyunları görüyoruz. Bu durum Küba için daha da sıkıntılı bir süreci de getireceğini düşünüyorum.

Bu yol üzerinde bir petrol rafinerisi de bulunuyordu.


Amerikan ambargosu nedeniyle petrol sıkıntısı yaşayan Küba, denizde petrol araması yapmak için, yabancı firmalara kapısını açıyormuş ve yakında bunun ihalesi yapılacakmış. Küba'nın elektrik enerjisi ihtiyacı da petrolle çalışan termik santrallerden sağlandığı düşünülürse, petrolün Küba için önemi daha da ortaya çıkmış oluyor.


Yolumuz üzerinde bulunan bir termik santral vardı ve adı Che Ernesto Guavara idi. Zaten bütün Küba'da Che'ye olan sevginin izlerini gördük. Fidel Castro da Che'ye olan bu sevgiyi hep desteklemiş.


Burada bu konuyla ilgili olmamakla birlikte, rehberimizin bu yolculuk sırasında anlattığı Ernest Hemingway'den biraz söz edelim. Amerikalı yazar, Ernest Hemingway Küba'da uzun yıllar yaşamış. Burada balıkçılarla, balık avına çıkmış ve bundan da esinlenerek yazdığı "Yaşlı Adam ve Deniz" isimli kitabıyla 1954 yılında Nobel  edebiyat ödülünü kazanmış. Bu ödülü şerefine Havana'da verilen resepsiyona burada denize birlikte çıktıkları balıkçılarla birlikte gitmiş.Yüzünü hatırlamak için internetten indirdiğim fotoğrafı.







Hemingway'in Havana'da yaşadığı ev halen müze olarak değerlendiriliyor ama içine girmeye izin verilmiyor. Bizim de kısıtlı zamanımızda sadece pencerelerinden bakabileceğimiz bu evi ziyaret etmek için zaman harcayamadık.






Nihayet Varadero'ya vardık. Bir otele gidip ve üstümüzdekileri çıkarıp mayolarımız giyerek okyanus kıyısına yürüdük. Burası oldukça uzun bir sahil şeridiydi. Bembeyaz kumları ve masmavi deniziyle adeta bir cennet köşesiydi.


Pek çok insan mayo ve bikinileriyle kumsalda oturup güneşleniyor ve bazıları da okyanusun azgın dalgalarında serinliyorlardı. Aslında hava çok sıcak değildi ve hatta bana serin geldi. Sadece okyanus kıyısında üzerimdeki tişortu çıkarıp, mayomla poz verdim. Amacım Türkiye'de kara kış yaşayan arkadaşlarıma hava atmaktı. :)

Burada gruptan denize giren genç arkadaşlarımız oldu elbette ama Türkiye'de yazın bile serin bir denize girmekte zorlanan benim için soğuktu burası.


Otelde aldığımız zengin açık büfe öğle yemeği yemenin dışında yapabileceğimiz başka bir etkinlik yoktu. Zaman zaman aninmatörlerin yaptığı müziği dinleyip, dansları da da izleyerek vakit geçirmeye çalışıtık burada.

Buraya gelirken ve Havana'ya dönerken yolumuz üzerinde bulunan, turizm amaçlı yapılmış ve içinde bazı canlıların da bulunduğu bir dinlenme merkezinde mola verdik. Vaderado'ya giderken kahve, dönerken de şeker kamışı suyu içtik.


Bu arada orada bulunan bir müzisyen grubu arasına katılıp ve onlara eşlik ettim. Onlardan isteğim "Comandante Che Guevara" şarkısı oldu.

Onu anmışken, Nathalia Cardone'den "Comandante Che Guevara Hasta Siempre" dinleyelim mi? Ne dersiniz?

Şarkıyı dinlemek için tıklayınız....

Varadero gezisini tekrar Havana'ya döndük. Gezi hakkındaki yorumumu sorarsanız; bence olmazsa olur bir geziydi.

Yarın yolumuz Cienfuegos ve Trinidad olacak.

KÜBA - CİENFUEGOS yazımı okumak için tıklayınız...


İYİ SEYAHATLER