KÜBA - HAVANA

Ocak - 2019


Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, seyahatlere bağımsız olarak çıkmayı tercih ediyorum. Bu katıldığım tur da bu tercihimde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha teyid etti bana. 13 saatlik bir uçak yolculuğu sonunda Havana Havaalanına sabah 08.00 sıralarında inince, doğal olarak doğru otele gidip dinlenme şansımız da olmadı. Tur programı gereği, o yorgunluğa rağmen Havana şehir turu yapmak zorunda kaldık. Üstelik sağanak yağışlı bir hava ile karşılaşınca Havana'yı işte ne kadar gördüysek, o kadar görmüş olduk.

Havana'yı gezerken, rehberimiz Ayşegül hanım bizi kentin belli turistik noktalarına götürürken, önce otobüste bize uzun uzun Havana ve ziyaret ettiğimiz noktalar hakkında bilgi veriyordu. O noktalarda kısa fotoğraf molaları vererek Havana gezimizi sürdürdük.

İstanbul’dan Havana’ya 13 saat süren yolculuk sırasında uçakta dağıtılan evrakı doldurup, Havana Jose Marti Uluslararası Havaalanına inişimizin ardından pasaport işlemlerini tamamlayıp terminalin dışına çıktık. Burada bizi bekleyen yerel rehberin gösterdiği otobüse binerek Havana şehir turumuza başladık.

Havana'da ilk durağımız Castillo de Los Tres Reyes Del Morro (oldukça kısa bir isim). :) 16. yüzyılın sonlarında yapımına başlanan bu kale 30 yılda tamamlanabilmiş. Castillo'nun ilginç bir diğer tarihi özelliği ise arka duvarlarında tutsakların köpekbalıklarına atıldığı delikleri olan hapishaneleriydi.

Castillo de los Tres Reyes del Morro, Havana'nın sembollerinden birisi olmakla birlikte, akşam saatlerinde kenti buradan izlemek de çok keyifliydi. Burası hem turistler hem de yerli halk tarafından en çok ziyaret edilen yerlerden birisi.


Tabii burada da verilen kısa süre içinde kaleyi ve hapishaneyi tamamen gezmek mümkün olmadı. Daha sonraki boş günümüzde de buraya tekrar gelmeyi düşünsek de ne yazık ki vaktimiz de  yetmedi.



Sıradaki ziyaret edeceğimiz yer, Devrim Meydanı'ydı. Devrim meydanı oldukça büyük bir meydan, burada bulunan kule ve hemen önündeki Jose Marti anıtı oldukça gösterişli görünüyordu. Küba Özet Tarihi yazımda Jose Marti'den bahsetmiştim, o nedenle burada tekrar etmeyeceğim. Burada aynı zamanda bir müze de bulunmasına ve hatta asansörle kulenin tepesine çıkıp Havana'yı oradan seyredebilme olanağına karşın, verilen sadece 20 dakikalık molada, burasını da gez "miş" gibi ol
duk. Bırakın bunları yapmayı o kısa zaman içinde anıtın yakınına kadar bile gidemedik, sadece uzaktan fotoğraflayabildik.

Bu meydanda bulunan, yanlış hatırlamıyorsam, iki bakanlık binasının dış yüzlerinde Ernesto Che Guevara ve yine devrimin önemli isimlerinden, Camilo Cienfuegos Gorriaran'ın figürleri oldukça güzel görünüyorlardı. Zaten belki de ziyaretciler bu figürler için daha çok burasını ziyaret etmek istiyorlar. 

(Not: Uyku sersemliği ile fotoğraf makinamın ayarlarına dikkat etmediğim için buraya kadar olan çektiğim fotoğraflar ne yazık ki böyle flu oldu, üzgünüm. Bir daha da Devrim Meydanına gelemediğim için bunları kullanmak zorunda kaldım.)

Buradaki kısa ziyareti tamamlayıp Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün büstünü ziyaret için büstün bulunduğu Cespedes Park'ına doğru yol çıktık. Yolda koloni döneminden kalma o güzelim mimarideki binaların metruk bir halde oluşunu gözledik. Bazıları tamamen kullanılmaz haldeyken, bazıları ise kısmen restore edilmiş ve kullanılıyordu. Demek ki ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı nedeniyle bunları restore edecek olanakları bulunmuyor. Üstelik bir turizm ülkesi olduğu da düşünülürse....





Mustafa Kemal Atatürk büstü parkın en güzel yerine konulmuş. Küba'da Türkleri ve Atatürk'ü seviyorlar, nerelisiniz diye sorduklarında Türkiye deyince memnun oluyorlardı. Fidel Castro ve diğer devrim önderleri de Atatürk'ten ilham aldıklarından söz ediyorlar. Hatta Bolivya'da yakalanıp katledilen Che Guevara'nın sırt çantasındaki notlarda, ilk okunacak 10 kitap arasında Nutuk da yer alıyormuş.





Bizim ulusal kurtuluş savaşımızdaki şiar "Ya istiklal, ya ölüm" iken, Küba'da da "Ya vatan, Ya ölüm" olmuş. İlk anti-emperyalist savaş olan kurtuluş savaşından, yine Amerikan emperyalizmine karşı  kurtuluş savaşı veren Küba devriminin önderleri de Atatürk'ten etkilenmişler ve bu nedenle seviyorlar onu. Gezdiğim dünyanın birçok ülkesinde Atatürk anıtları bulunuyordu ve büyük bulvarlarına onun adını koymuşlardı. Bir de ülkemizde ona ve onun anıtlarına karşı yapılan saygısızlıkları düşününce.... Neyse bu konuya girmeyeyim burada.

Bu ziyaretin ardından, Havana Katedrali'nin bulunduğu Plaza de la Catedrale doğru ilerledik. Yolumuz üzerinde yine koloni döneminin ilk küçük kalesi bulunuyordu, adı  Castillo de la Real Fuerza. Havana'daki son günümüzde bu kaleye de uğrayıp gezmek istedik ancak, kale artık polis merkezi olarak iş gördüğü için girişimize izin verilmedi.
Bunu rehberimiz düzeltmiş, "Real Fuerza kalesi ile polis merkezi ayrı yerler (o gün çok fazla yer gördüğümüz için karıştırmanız doğal, benziyorlar da zaten). Real Fuerza kalesinde bir denizcilik müzesi var. Bu kale tam Plaza de Armas’ta. Polis merkezi biraz daha kuzeyde kalıyor".

İşte kısa süre içine çok şey sığdırılmaya çalışılırsa böyle oluyor. Yanlış yere gitmesek, o müzeyi de görme şansımız olacaktı. Ne yapalım bir dahaki sefere.:)

Havana katedrali bu büyükçe bir meydanda bulunuyor. Katedral 1748-1777 yılında arasında inşa edilmiş. En önemli özelliğinden biri de Kristof Kolomb'a ait bir çok kalıntı bu katedralde bulunuyormuş ama şimdi sadece ona ait bir lahit bulunuyordu.
Rehberimiz hem bunu anlattı hemde bunun sadece bir söylenti olduğunu belirtti.

Fotoğrafta rehberimiz Ayşegül hanım bizi bilgilendirirken..
Meydanın çevresinde yine koloni döneminden kalma binalar bulunuyor ve şu anda farklı amaçlarla kullanılıyordu.

Bu meydanın bir sokağında ünlü Amerikalı yazar Ernest Hemingway'in müdavimi olduğu La Bodegita del Medio isimli bar bulunuyordu. Bu bar o kadar ilgi çekiyor ki, adeta zınga zıng doluydu. Biz sadece dışarıdan fotoğrafladık.


Buradan Plaza de Armas'a doğru yürüdük. Bu bölge yolları yine koloni döneminden kalma Arnavut kaldırımları ismi verilen taş yollardan oluşuyor. Bu yollarda yürümek de ayrıca ilginç geldi. Ayrıca araç trafiğini engellemek için, koloni döneminden kalan toplar dikey olarak kullanılmış bu da oldukça ilginçti. Demek ki o kadar çok top kalmış o dönemlerden.

Yol üzerinde kitap ve hediyelik eşya satıcıları bulunuyordu ve  yoldaki yoğunluk nedeniyle yürümek de zorlu oldu. (Fotoğrafı daha sonra gezerken çektim)

Burası da Havana'nın birkaç önemli meydanından biriydi. Meydanın merkezinde Küba bağımsızlık savaşlarının önderlerinden Carlos Manuel de Cespedes'in beyaz mermerden yapılmış bir heykeli vardı. Bu heykelin çevresinde de Küba'ya özgü Royal Palmiyeleri ve kutsal Cebia ağacı bulunuyordu. 

Meydanın bir tarafında bulunan Placio de los Capitanes binası ve heykeli bulunuyor. Bu bina müze olarak kullanılıyor ve adı Museo de la Ciudad. Tabii bu yağmurlu havada ve kısıtlı zaman içinde ne çevremizi doğru dürüst görebildik ve ne de müzelere gidebildik.

Meydanın batı tarafındaki sokağın ahşap parke olması dikkati çekiyordu. Bunun sebebi de sözde geçen arabaların fazla gürültü çıkarıp valiyi uykusunda rahatsız etmemeleri için yapılmış.

Buradan tekrar otobüsümüze binip, bu kez Plaza de San Fransisco'ya gittik. Bu meydan hemen Havana limanının karşısında yer alıyordu. Adını da meydanda bulunan Fransisken Manastırından alıyormuş. Limana yakın olması nedeniyle, burası 1575 yılından itibaren bir ticaret merkezi ve pazar olarak kullanılmış. Daha sonra keşişlerden gelen şikayet üzerine pazar, Plaza Vieja'ya taşınmış.
Sırada Plaza Nueva (Yeni Meydan) vardı. Burası Havana'nın Plaza de Armas ve Plaza de San Francisco'dan sonraki üçüncü açık alanıydı. Yeni meydan 1559 yılında manastırdan yaklaşık yüz metre sonra tamamlanmış. 

16. yüzyıldan kalma Plaza Vieja, askeri, dini veya idari alanlardan ziyade her zaman bir yerleşim yeri olmuş ve zarif kolonyal konutlarla çevrilmiş. Meydanın ortasındaki Carrara Çeşmesi, 18. yüzyıldan kalma aslının tahrip edilmesi nedeniyle, bir kopyası olarak yapılmış. Meydanın çevresindeki 18. yüzyıl konutlarının birçoğu şimdi üst katlarda bulunan ticari kuruluşlar ve konutlar olarak restore edilmiş.
Şimdi bu binalardan biri ilköğretim okulu olarak kullanılıyordu. Bu okula kapısından içeriye baktık, öğrenciler derste olduğu için, girişimize izin vermediler.

Havana'daki sondan bir önceki gecemizde bu bölgede bulunan bir restoranda akşam yemeğimizi yerken, bazen bizim restorandaki ve bazen de yakın restorandaki müzisyenlerin yaptığı müziği dinleyerek keyifli bir akşam geçirdik. Müzisyenlerin birbirine saygısına da hayran kaldım doğrusu. Müzikleri karışmasın diye birisinin yaptığı müzik bitmeden diğeri başlamıyordu.
Bu ilk günkü gezimizde, daha önce de yazmıştım, yağışlı bir hava altında günümüz adeta koşuşturmakla geçti. En son bu meydandayken patlayan sağanak yağış yüzünden, hepimiz adeta sudan çıkmış sıçana döndük. Kendimizi zar zor otobüse attık. Diğer gezilecek yerleri otobüsün camından görerek tur kapsamında olan Havana turunu işte böyle tamamlayarak otelimize vardık.

Zaten ben, sanırım diğerleri de öyle, bu yol yorgunluğunun ardından ve yağmur altında yapılan Havana şehir turunun bir an önce bitmesini ve otele gidip dinlenmeyi istedim.
Bundan sonraki yazacağım Havana kısmı, Küba'nın diğer şehirlerine yapacağımız gezilerin ardından serbest günde yaptıklarımızdır.


Havana'daki son günümüzde, öncelikle göremediğimiz yerlere gitmeyi planladık. Otelimizden çıkıp bir müddet yürüyerek sonra da bisiklet taksiler ile El Capitolio'ya gittik. 

El Capitolio Havana'nın en yüksek ve dikkat çekici bir binasıydı. Mimari olarak Washington'daki Amerika Senato Sarayı'ndan adeta kopya edilmiş gibiydi. Binanı yapımına 1910 yılında başlanmış, çeşitli nedenlerle inşaata ara verilmiş 1926 yılında tekrar başlatılmış. 






Bu Havana'nın en görkemli binasının kapıları da bronzdan yapılmış ve bu kapılardaki figürler Küba tarihini anlatıyormuş.








El Capitolio'ya çıkan 55 basamaklı merdivenin iki yanında da birer bronz heykel bulunuyordu. Bunlar, (Work and The Tutelary Virtue) 17,7 metre yüksekliğindeki Cumhuriyet heykeli İtalyan heykeltıraş Angelo Zanelli tarafından yapılmış. İçine girip görme şansımız olmadı ve sadece önünde fotoğraf çekilmekle yetinmek zorunda kaldık.

Buradan sonra yolumuz Eski Havana'yaydı. Eski Havana'nın dar sokakları ve koloni döneminden kalan binaları ilgi çekiyor. Bu sokaklarda genellikle hediyelik eşya dükkanları, restoranlar, barlar vs. bulunuyor. Turumuzu organize eden firmanın yazısında söz ettiği balkonlardan sarkan ağzı purolu yaşlı Kübalılara maalesef denk gelemedik. Küba'da her yer tertemizken, bu eski semtin de tertemiz olduğunu gözlemledik. 

Buradan ilerlerken fazla ilerlemişiz, Gran Teatro de la Havana, Bacardi binası, Museo de Bellas Artes Cubana'yı pas geçip Museo de la Revolucion'a (Devrim Müzesi) varmışız. Zaman yetmeyeceği için bunlara gerisin geri dönemedik.

Tabii Küba denince akla devrim, Havana deyince de Devrim müzesi geliyor. Havana'da gidilecek yerlerin başında olmazsa olmaz burası var.

1918'den itibaren Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak kullanılan bu bina, devrim sonrası Küba tarihinin önemli bir parçası olmuş. 1959'dan 1965'e kadarki Devrim zaferinin ardından, bina hem Hükümeti hem de Bakanlar Kurulunu barındırmış ve 1965'te Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi hâlâ Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kurulmuş. 1974'te Küba Devrimi'ne adanmış bir müze haline gelmiş ve iki yıl sonra, 1976 Anayasasının onayına tanık olmuş. 2010 yılında Ulusal Anıt ilan edilmiş. Che Guevara'nın borusu ve Küba kozmonotu Arnaldo Tamayo'nun üniforması da dahil olmak üzere 15. yüzyıldan günümüze Küba mücadelelerinin tarihi hakkında kalıcı sergiler bulunuyor bu müzede. 

Müzenin kendisi, Küba’nın Kolomb öncesi kültüründen başlayıp günümüze kadar uzanan en üst kattan kronolojik olarak iniyor. Alt kattaki odalarda 1953 Moncada saldırısı ve Che Guevara'nın hayatı hakkında ilginç sergileri var. Etiketlerin çoğu İngilizce ve İspanyolca idi. 

Müzenin en hüzünlü fotoğrafı de bence buydu. Che, Bolivya'da esir alınmış ve yüzündeki tükenmişlik ifadesi içimizi acıttı.

Binanın arkasında, eski şehir surlarının bir parçası ve 1961'de Domuzlar Körfezi savaşında Castro tarafından kullanılan SAU-100 tankı bulunuyor. Bir salon sözde Özel Dönem'e adanmış. Müzenin (ve bilet fiyatına dahil) Pafellon Granma, Fidel Castro ve Tuxpan, Meksika'dan Küba'ya 81 diğer devrimciyi taşıyan 18m yatının anıt. Aralık 1956, Devrimi başlatmak için. Camın arkasında sergilenen tekne, Batista'ya ve Playa Giron Savaşı'nda (Domuzlar Körfezi) yapılan Devrimci savaşlarda kullanılan uçaklar, araçlar ve silahlarla çevriliydi.

Devrim müzesinden çıkıp son kez olarak Mustafa Kemal Atatürk büstünü ziyaret gidip kendisiyle vedalaştık.
Bu gün son gündü, o nedenle biraz da hediyelik birşeyler bakmamız gerekiyordu. Burası için en önemli iki hediyelik var rom ve puro. Bunlardan bir miktar aldık. 


Havana'ya gelip te klasik Amerikan arabalarına binmemezlik olur muydu? Olmazdı tabi. Biz de bir gün önceki akşam da böyle bir araç ile otelimize dönmüştük ama son kez üstü açık bir arabaya binerek otelimize döndük. Bu arabalar 35 CUC karşılığı şehir turu yaptırıyorlar.






Tabii ki Havana’da gezilecek çok daha yerler var, ama yukarıda anlattığım nedenlerle ve Havana için ayrılan sürenin de yetersiz olması nedeniyle bunları göremedik.
Yarın yolumuz Pinar del Rio'ya,




İYİ SEYAHATLER



1 yorum:

hyasa dedi ki...

Gezdiğin yerleri iyi anlatıyorsun. 1 mayıs 2018 de oradaydım. Tekrar gezmiş gibi oldum