FİLİPİNLER - MANİLA

ŞUBAT 2020
(Öncesini El Nido yazımdan okuyabilirsiniz)


El Nido'dan uçak ile yaklaşık 1,5 saat süren yolculuktan sonra Manila havaalanına indik. Filipinlerin tüm uğradığımız havaalanlarında taksiciler tamamen sahtekar tiplerdi, bunu özellikle belirtmek istiyorum. Yabancı olduğunu anladıklarını anında kazıklıyorlar. Burada da otele gitmek üzere bindiğimiz bir taksi şoförü, taksimetreyi gece tarifesinden açıp, biraz da dolaştırınca, normale göre üç misli ücret ödedim.

Otele erken saatte geldiğimiz için eşyalarımızı emanete bırakıp, şehri bir kıyısından olsun tanımaya başlayalım dedik. Otel görevlisi, otelin yakınında çok büyük bir AVM'yi tarif etti ve oraya yürümeye başladık ama hava öyle sıcaktı ki, adeta her yanımız kavruluyordu. Neyse ki AVM'ye ulaşınca serin bir ortamda vakit geçirebildik.

Öğleyin otele dönüp yerleştik ve bir süre dinlendik. Ulaşımda kolaylık olsun diye, oteli havaalanı ve şehir merkezi arasındaki bir bölgede seçmiştim. Öyle yapmakla da iyi yapmışım, çünkü akşam üzeri başlayan yoğun trafik geç saatler kadar sürüyordu ve şehir içi ulaşım oldukça sıkıntılıydı.


Öğleden sonra, şehir merkezine gidip orada bir süre gezmeyi düşündük. Bir taksiyle şehir merkezine doğru giderken, şoföre "Malungay" tohumunu nerede bulabileceğimizi sordum. (Malungay-Moringa konusunu El Nido yazımda paylaşmıştım) Adam oldukça ilgilendi ve bizi kentin Tarım İl Müdürlüğü diyebileceğim bir yere götürdü. Orada Malungay'ın tohumunu değil ama kapsül şeklinde hazırlanıp paketlenmiş halini bulduk. Ellerinde az miktarda olduğunu söylediler ve sadece 4 paket verdiler. Tanesi 250 pesos idi, yani bizim paramızla 30 TL. Daha fazla almak istediğimi söylediğimde ancak bir hafta sonra verebileceklerini söylediler. Biz de ertesi gün Boracay'a gidecek ve orada üç gün kaldıktan sonra dönecektik. Dönüşte görüşmek konusunda anlaştık.


Oradan ayrılıp taksi ile şehrin en turistik merkezi olan Intramuros'a gittik. Burası Filipinler'in İspanyol sömürgesi sırasında sömürge dönemini yansıtan bir bölgeydi.

Bu kapı Intramuros'un en eski kapılarından biri olan Parian de Arroceros kapısı. Puerta del Parian, 1593 yılında inşa edilen Intramuros'un yedi orijinal kapısından biriymiş. Biz de bu kapıdan itibaren Intramuros'u keşfetmeye başladık.


The Minor Basilica and Metropolitan Cathedral of the Immaculate Conception, kısa adıyla Manila Katedral'ine geldik.

Bu katedral, Manila Başpiskoposunun piskoposluk mekanı olarak hizmet vermekteymiş. Katedral 1571 yılında küçük bir kilise olarak inşa edilmiş, 1581 yılında büyük bir katedrale dönüştürülmüş. Zaman içinde hasar görüp yıkılmış ve 1958 yılında son haline getirilmiş.

Katedrali gezip çıktığımızda, üç tekerli bisikleti olan biri, bizi tarihi şehirde gezdirmeyi teklif etti ama teklifi neredeyse normalin 10 katı bir ücretti. Tepki gösterince fiyatı çok aşağılara çekti ama hiç bir şekilde kabul etmedim. Ama adam ısrarla bizim peşimizden ayrılmak istemedi ve sürekli taciz etti. Ben de bağırarak bizi takibi bırakmasını söyledim ve adamın elinden zar zor kurtulduk. Manila'ya gidecekler özellikle turistik mekanlarda ulaşımda dikkatli olmalılar. Gerçi taksilerde taksimetre olduğu için genelde sıkıntı olmuyor ama taksimetreyi açmak istemeyenler de oluyor.


Katedralin yanından dar bir sokaktan yolumuza devam ettik. Bu yol üzerinde koloni döneminden kalan binalar ile hemen yanlarında da yoksul insanların yaşadıkları gecekondu tipi evler iç içeydi. Tam bir çelişki görüntüsüydü bu.


Bu yol üzerinde Casa Manila isimli müzeye geldik. Filipinler'in İspanyol sömürgesi sırasında, sömürge yaşam tarzını betimleyen bir müzeydi burası. Bu görkemli müze, taş ve ahşap olarak inşa edilmiş.


Casa Manila Müzesi, İspanyol Sömürge döneminde Manila'nın sosyal tarihini anlatıyor. Özgün dönem tarzında dekore edilmiş ve döşenmiş, 19. yüzyıldan kalma büyük bir köşkün bu yeniden üretimi, zengin Filipinli ailelerin evlerinin tipik bir örneği ve eski bir dönemin büyüleyici bir görünümünü sunuyordu.


En üst kattaki ana yaşam alanı büyük bir merdivenle ulaşılıyordu. Burada Çin ve Avrupa'dan getirilen antika mobilyaların yanı sıra yerel zanaatkarlar tarafından üretilen eşyaları hayranlıkla izledik. Zengin bir ailenin biriktireceği sanat eserleri, heykeller ve diğer dekoratif objeler burada sergileniyordu.


Orta katta, altın ve gümüş sikkeleri ve diğer değerli eşyaları güvenle barındıran aile hazine sandığı ve aynı zamanda iki kişi tarafından kullanılmak üzere tasarlanmış özel bir çift tuvaleti gördüğümüz yatak odaları ve ofis kütüphanesi bulunuyordu. 


Mutfak bölümünde ağır tencere ve tavaları ve kömür fırınını, misafirlerinin konforu için manuel olarak çalıştırılan bir tavan vantilatörü. Mutfakta ayrıca eve su sağlayan bir yağmur suyu sarnıcı vardı.

Bu müzeden sonra, yine yolumuz üzerindeki San Agustin Kilisesi'ne geldik. 


İspanyol sömürgeciler, servet sahibi olma dışında, katolikliği Filipinler'e yaymak gibi önemli misyonu gerçekleştirmişler. Hıristiyanlığın genişletmek için cemaati bir araya getirmek için ibadet yeri olarak ülke çapında kiliseler inşa etmişler. İşte bu kiliselerden biri San Agustin Kilisesi'ymiş.

San Agustin Kilisesi, doğal afetler nedeniyle üç kez yeniden inşa edilmiş. Etkilendiği son afetten bu yana,  doğal afetlere dayanmış ve Filipinler'deki en eski kilise haline gelmiş. 


Buradan yürüyerek Bay Walk'a gittik. Bay Walk 2 km. uzunluğunda bir sahil şeridi. Gelmeden önceki hazırlıklarım sırasında burada yürüyüş yapıldığını okumuştum. Ama gördüğüm manzara hiç de öyle iyi bir manzara değildi ve  çok kötü bir sahil yoluydu. O kötü yolda yürümeyi tercih etmedik.

Artık akşam da olmak üzereydi, otele gidip dinlenmemiz gerekiyordu çünkü ertesi gün erken saatte, Boracay'a gidecektik. Boracay'ı daha önce yazmıştım isteyenler oradan okuyabilirler. Şimdi Boracay'dan döndükten sonra Manila'da yaptıklarımıza devam edelim.

Boracay'dan tekrar önceki kaldığımız otele döndük.

Öğleden sonraydı ve bizi Malungay ile buluşturan taksiciyi çağırıp tekrar Tarım Müdürlüğü'ne gittik. Aslında çay olarak içebileceğimiz Malungay istemiştik ama hazır edememişlerdi. Bir kaç tane daha Malungay kapsülü alarak otele geri döndük.

Ertesi günkü Manila gezi planımda ilk yer Escolta Street idi. Otelden bir taksi ile buraya giderken kültürlü bir şoföre denk geldik. Tahminimce taksiciliği ek iş olarak yapan biriydi. Adam bana önce Alman olup olmadığımı sordu. Ben hayır deyince, "Arnavutmusunuz?"dedi. Gerçekten çok şaşırdım, çünkü buradaki çoğu insan Türkiye'nin yerini bilmezken, adam benim Türkiye vatandaşı bir Arnavut olduğumu anladı. Bakarmısınız!!!!!


Bu arada şoföre Moringa çayını nerede bulabileceğimizi sordum. Adam bunu China Town'da bulabileceğimizi, Escolta Caddesinde pek bir şey olmadığını ve bizi China Town'a götürüp çayı (tozu) bulacağımız yeri de tarif edeceğini söyleyince sevinçle kabul ettik. Zaten gitmeyi planladığım Escolta Caddesine oldukça yakın bir yerdi China Town. Bizi bir yerde bıraktı ve tarif etti. Gidip Moringa (Malungay) tozunu çok daha ucuz fiyata oradan aldık.



China Town içindeki, Santo Cristo sokağında büyük bir AVM vardı. İçinde binbir çeşit ürünü satan dükkanlar vardı. Tam  alışverişi seven kadınlara göre bir yerdi burası. Eğer zamanımız olsa Nurşen burada en az bir gün geçirirdi. Kısıtlı zaman nedeniyle buradan bazı hediyelik eşya ve bazı ihtiyacım olan şeyleri çok ucuza satın aldık. Ama Nurşen'in aklı hep orada kaldı.

Daha görmemiz gereken epeyce yer vardı ve oralara doğru yürüyerek gittik. Escolta Caddesi, restoranları ve çeşitli yiyecek ve hatıra eşyası satan dükkanların olduğu bir yerdi. Burada daha fazla zaman kaybetmek istemedik.


Yolumuz üzerinde Binondo Kilisesi vardı. 


Resmi olarak En Kutsal Tesbih Bölgesi Meryem Ana veya Minor Bazilikası ve San Lorenzo Ruiz Ulusal Tapınağı olarak bilinen Binondo Kilisesi'nin orijinal yapısı 1596 yılında inşa edilmiş. Kilise 1645, 1863, 1880 yılarındaki defalarca hasar görmüş ve yeniden inşa edilmiş. Sekizgen çan kulesi, orijinal yapının geriye kalan tek önemli kısmıymış.


Buradan Eski Postane binasına geldik ama kapalıydı.

Tarihi bölge İntramuros'a tekrar girdik. 


1593 yılında inşa edilmiş olan Fort Santiago'ya geldik . Bu kale, İspanyol denizci ve vali Miguel López de Legazpi tarafından Filipinler'de yeni kurulan Manila şehri için inşa edilmiş. Bu savunma kalesi, Intramuros olarak adlandırılan surlarla çevrili Manila kentinin yapılarının bir parçası durumunda.



1592 yılında İspanyollar tarafından inşa edilen bir başka tahkimat, San Francisco de Dilao veya Baluarte de Dilao'daydı sıra. 1662'de büyütülmüş, ancak karşılaştığı savaşlara yenik düşmüş. Mevcut Baluarte de Dilao, 1984 restore edilmiş versiyonuymuş. Plaza de Dilao, kanlı İkinci Dünya Savaşı sırasında kaybedilen hayatlar için bir anma yeri, bir anıtmış.


Burayı gezerken şehrin tam ortasında bulunan İntramuros Golf Club ilgimizi çekti. Genelde daha kırsal bölgelerde olan golf sahaları, burada kentin tam merkezindeydi. İlginç. Biz de bir süre burada golf oynayanları da izledik.


Buradaki gezimiz sırasında tanıştığımız Filipinli gençlerle.


Sırada Rizal Park vardı.

Rizal Parkı, Manila şehrinde bulunan ve Asya'nın en büyük şehir parklarından biri olarak kabul edilen tarihi bir kentsel park. 58 hektarlık bir alan (140 dönüm). Tarihi Surlu Intramuros Şehri'nin bitişiğinde ve Filipinler'de önemli bir turizm merkezi durumunda bulunuyor.

Bu park, Filipinler tarihinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamış. 30 Aralık 1896'da Filipinli vatansever José Rizal'in infazı, 1896 Filipin Devrimi'nin İspanya Krallığına karşı alevlerini körüklemiş. Filipinlerin ABD'den Bağımsızlık Bildirgesi 4 Temmuz 1946 yılında burada imzalanmış. Daha sonra burada, 1986 yılında Ferdinand Marcos ve Corazon Aquino'nun  Devrimi ile sonuçlanan siyasi mitingler burada yapılmış.


Parkın bir bölümünde bulunan alanda, çok sayıda kişi satranç oyunuyordu. Satranca da verdikleri önem burada açıkça görülüyordu.


Manila'da çocuklarla fotoğraf çekilme geleneğimi sürdürdüm. Çocukların tatlılığına bakarmısınız !

Artık otele dönüp dinlenme zamanıydı. Akşam yemeği için deniz mahsulleri restoranlarını olduğu bölgeye gittik. Orada tezgahlardan seçtiğimiz balık, diğer deniz ürünlerini, şarap içerek, canlı yerel müzik yapanların müziği eşliğinde, keyifle yedik.


Artık altı hafta süren, Malezya, Endonezya, Singapur ve Filipinleri kapsayan gezimizi tamamlamıştık. 

Sabah erken saatte yola çıktık ve beklemeler dahil 25 saat süren yolculuktan sonra, İzmir'deki evimize oldukça yorulmuştuk ama böyle uzun soluklu bir geziyi tamamlamış olmanın keyfi ile yorgunluğumuz anında sona ermişti.

Tabii bu arada şunu da söylemeliyim. Tam da Korona virüsünün gündemde olduğu günlerde bu seyahati yapmıştık. Elbette kendimize göre önlemlerimizi alıyorduk ama bu virüsün bu kadar etkili olabileceğini orada fark edememiştik. Bu büyük belaya orada yakalanmadan sağ salim ülkemize dönmüş olduk.

Şartlar uygun olduğunda, bakalım bizi daha nereleri bekler !!! 

İYİ SEYAHATLER

FİLİPİNLER - BORACAY

ŞUBAT - 2020


El Nido'dan sabahın erken saatlerinde kalkan bir uçak ile Manila'ya gittik. El Nido'daki havaalanı, hem pisti hem de terminal binası küçücük olan bir havaalanıydı. Buraya sadece pervaneli uçaklar inebiliyordu, bir uçak firmasının tekelindeydi ve fiyatları çok yüksekti. Başka bir alternatif  olarak, tekrar Puerto Princesa'ya dönüp oradan Manila'ya gitmek olabilirdi ama bunun için hem bir gün kaybedecek ve 5,5 saat karayolunda oldukça yorulacaktık. Bu nedenle  daha fazla ücret ödeyip buradan gitmeyi tercih etmişken, bir de eşyalarımızdaki az bir miktar fazlalık nedeniyle ekstra para ödemek durumunda kaldık.


Manila'da iki gece kaldıktan sonra, Boracay'a gidip orada üç gün kalıp tekrar Manila'ya dönüp burada iki gece daha kaldıktan sonra Türkiye'ye dönecektik. Bu nedenle Manila yazımı en sona bıraktım.

Manila'daki otelimizden, Boracay'a gitmek üzere ayrıldık ve taksi ile havaalanına vardık. Manila havaalanı oldukça büyük olmasına karşın, iç hat seferleri bekleme salonu oldukça küçüktü. Buradan uçağımıza binip, yaklaşık 1 saatlik yolculuktan sonra Catalican hava limanına vardık. Burası Boracay adası karşısındaki ana karada bulunan bir havalimanıydı.


Uçaktan inerken ceketimin cebinde bulunan cep telefonumu düşürmüşüm. Ben hala farkında değilken bir yolcu beni "herşeyinizi kontrol ettiniz mi" diye uyardı ve ben hala farkında olmadan adama "evet" dedim. Sonradan cebimde telefonumun olmadığını farkettim. Hemen görevlilere durumu bildirdim ve sağolsunlar, telefonumu bulup getirdiler.


Havaalanı çıkışında bir kaç ayrı firma, havaalanından sonraki ulaşımları pazarlamak için, deskler oluşturmuşlardı. Bunlardan birinden önce minivan ile limana ulaşım, sonra feribot ile  Boracay adasına geçiş için kişi başı 150 Pesos'a bilet aldım. Ayrıca limanda kişi başı 175 pesos ayakbastı parası ödedim. Adaya varınca 150 pesos üç tekerlekli motor ile otele ulaştık. Zaten adanın ulaşım araçları bunlardı.


Boracay, Filipinler'in 7 km uzunluğunda ve 1 km genişliğinde küçük bir adası ve Manila'nın yaklaşık 315 kilometre güneyinde ve Panay Adası'nın kuzeybatı ucundan 2 kilometre uzakta bulunan Western Visayas'ta yer alıyor. 

Burasını üç bolgeye ayırmışlar ve istasyon olarak adlandırmışlar. Bizim kaldığımız bölge Station 1' deydi. Otelimizin konumu çok harikaydı. Aslında pek bilerek rezerve etmedim ama sansımıza böyle oldu. 


Otelimiz, önünde upuzun, geniş ve bembeyaz kumları ve palmiye ağaçlarıyla adeta cenneti andıran bir yer konumundaydı. 6 haftalık uzun ve yorucu seyahatimizi burada dinlenerek, güneşlenerek ve yüzerek geçireceğimizi ve iyice dinleneceğimizi umarak planlamıştım. Şansımıza geldiğimiz gün hava rüzgarlı, ikinci gün kapalı bulutlu, üçüncü gün yağışlı, dördüncü gün ise biraz güneş açsa da artık burada zamanımız kalmamıştı. Daha ziyade bu güzel plajın kumlarında yatmayı ve denizde yüzmeyi planlarken daha çok otel odamızda yatarak dinlenmek durumunda kaldık.


Otelin konumu derken, örneğin plastik iskele oluşturmuşlar ve ada gezileri, deniz etkinlikleri hemen otelimizim önünden başlıyordu. Daha önce tekne turlarına katıldığımız için burada katılmayı gerekli görmedik. Ama zaten hava muhalefeti nedeniyle katılsak bile tatsız bir tur olacaktı.


Burası Filipinlerin gördüğümüz adaları içinde en güzel olanıydı. Upuzun, geniş ve bembeyez kumsalları, pırıl pırıl masmavi denizi, geniş plajlarındaki palmiyeleriyle turistlere harika bir ortam sunuyor. 


Kumsal boyunca çeşitli restoranlar, barlar, masaj salonları, deniz malzemeleri satan dükkanlar bulunuyordu. Burada her türlü yiyeceği bulmak mümkün. 


Otelin yaklaşık olarak 600-700 m. ilerisinde adanın merkez çarşısı bulunuyordu. Orada bulunan restoranlarda yemeklerimizi yedik. Bunlardan birine sıra ile girilebiliyordu, zaten sıra beklenen bir restoran ise hemen girmek gerekli. BBQ adlı bu restoranda, yağışlı havada korunmaya çalışırken bile nefis bir akşam yemeği yedik.


Buradaki marketlerde alkollü içki oldukça az bulunuyordu. Genelde  burada bira içmek tercih ediliyordu. Buraya özgü içki olan Tanduay Rhum oldukça ucuz ve güzeldi.


Yağmur sırasında herkes bir yerlere kaçışında, çarşının güzelliği daha da ortaya çıkmıştı.





Mangostan meyvesini de ilk kez burada yedik. Mangosten adıyla bilinen, kalın kabuğunun altında,yumuşacık içi olan bir meyveydi bu. Tadını genelde şeftaliye benzetenler varmış ama biz daha farklı bir tat aldık. Bu meyve Uzak Doğu'nun en sevilen meyvelerinden biriymiş. Açabilmek için kırmak veya bıçakla kesmek gerekiyor. Antioksidan özelliği, çeşitli vitaminleri içermesiyle önemli bir meyve. Yalnız biraz pahalı, kilosunu yaklaşık 30 TL.ye aldık.




Boracay'da çektiğim video'yu izlemek için tıklayınız...

Burada geçirdiğimiz üç günün ardından, tekrar geldiğimiz yönün tersi bir rota ile Manila'ya döndük.

Manila'da görüşmek üzere...

Manila gezi yazımı okumak için tıklayınız.......


İYİ SEYAHATLER







FİLİPİNLER - PALAWAN (EL NİDO)

ŞUBAT 2020

Puerto Princesa'da iki gün kaldıktan sonra minibüs ile, aslında fena bir yol olmamasına ve 250 km. civarında olmasına karşın, El Nido'ya 5,5 saatte vardık. 

El Nido, Puerto Princesa'ya göre çok daha önemli bir yerleşim. Sanırım turistlerin ulaşımını kolaylaştırmak ve daha cazip hale getirmek için, yol boyunca, yol genişletme çalışmalarına yapıyorlardı. 

Bu yolculuk sırasında biraz bizim köy dolmuşları misali yolculuk yaptık. Minibüste 10 cm2'lik bir boşluk dahi yoktu. Neyse ki ara duraklarda inenler oldu da biraz rahatladık. Ama yol boyu gerek dağ gerekse deniz manzaraları seyrederek keyifli bir yolculuk yaptık. Ama yine de El Nido'daki otelimize vardığımızda oldukça yorulmuştuk.

Artık akşam olmuştu sadece akşam yemeği için dışarıya çıkacaktık. Hem de El Nido'nun bir akşamını yaşayalım istedik. Doğruca bembeyaz kumlu sahildeki plaja doğru gittik. Plajda çok sayıda restoran bulunuyordu. Deniz ürünleri restoranları, kırmızı ve beyaz et restoranları, Pizzacılar, yani ne istersen hepsini bulacağımız bir yerdi burası. Bu restoranlara dışarıdan bakarak yürüyor ve durumlarını gözden geçiriyorduk ki, bir anda büyükçe bir Türk bayrağının asılmış olduğu bir restoran gördük. Oraya girdik ve daha oturmadan garsona bu bayrağın hangi ülkeye ait olduğunu sordum, hatta daha sonra aynı soruyu şefine de sordum, ama bayrak hakkında en ufak bilgileri yoktu. Bazı yerlerde Türkler yanlarında getirdikleri bayrakları böyle restoran, bar gibi yerlere asıyorlar. Bunu başka ülkelerde de gördük. Biz de bayrağın hatırına akşam yemeğimizi orada yedik. Şansımıza yemekler de güzeldi.



Akşamdan, ertesi sabah için bir tekne turuna katılmak için rezervasyon yaptırdık. Sabah kahvaltımızın ardından bu tekne turuna çıktık.



İlk durağımız İpil İpil Beach  oldu.  Plaja çıkmada tekneden doğruca kendimizi denize attık. Bu kadar temiz, berrak ve masmavi denizin içinde bir saate yakın dalış yaptım. Deniz altındaki rengarenk mercanlar, rengarenk ve irili ufaklı balıklar arasında yüzmek çok güzeldi.





Bir sonraki durağımız Seven Commandos Beach oldu.

Yedi Komando Plajı, El Nido Adası, uzun eğimli ince kumu ve hindistancevizi ağaçları ve berrak ve masmavi deniziyle harika bir plajdı. Plaj, adını İkinci Dünya Savaşı sırasında burada mahsur kalan 7 askerin hikyesinden aldığı rivayet ediliyormuş. Önemli olan adı değil, güzelliğiydi.



Sırada Big Lagoon vardı. Burası gerçekten olağanüstü güzel bir yerdi. Burada tekneye yanaşan kanolar ile kireçtaşı kayalıkları ile çevrili Lagün'ün içerisine dar bir geçitten geçerek dev Lagüne girdik.

Ben burada yüzmek için kanodan denize atladım. Bir süre yüzdükten sonra tekrar kanoya binmek isterken Nurşen'i de denize düşürdüm. Neyse ki civarda görevliler vardı ve onların da yardımıyla Nurşen'i tekrar kanoya bindirdik. :) 



Tabii bu arada telefonumuz yanımıza alamadığımız ve daha önce yazdığım gibi bir su altı kameram olmadığı için, bu güzel lagün'ün fotoğraflarını da çekememiş olduk. Lagün ile ilgili fikir vermesi amacıyla da internetten indirdiğim bu fotoğrafı koydum.



Öğle yemeğimizi biz lagünü gezerken hazırlamışlardı bile. Tekneye dönüp öğle yemeğimizi yerken, teknemiz Secret Lagün'e doğru yol alıyordu.



Sıradaki Secret Lagoon'du. Burası da eşsiz deniz ve dağ manzaralarına sahip bir yerdi. Lagün içinde bütün yıl 38-40 santigrat derecede kalan bir kaplıca suyu bulunuyordu. 

Gizli Lagün içine çok dar bir girişten giriliyordu. Üstelik keskin kayalar nedeniyle ayaklarda iyi bir koruyucu olması gerekiyordu. Biz bu önlemi almadığımız için o dar geçitten geçip, lagüne giremedik.  Plaj ve deniz de zaten çok harikaydı.



Bazı fotoğraflar yazıdan çok daha fazla şeyleri ifade eder. o yüzden birkaç fotoğraf paylaşayım.





Bugünkü turumuzu tamamlayıp, El Nido'ya geri döndük.



Akşam yemeği için bu kez otelimiz yakınındaki bir pizzacıyı tercih ettik. Tercih etmez olaydık. Orada peynir kolay bulunmadığındanmıdır nedir, sözde Margarita Pizza yapmışlardı ama pidenin üzerinde bulunan az miktardaki peynirle adeta sade pide yemiş gibi olduk.



El Nido'daki ikinci günümüzde yeni bir tekne turuna katılmadık. Tekne turları da aslında yorucu oluyor. Dalgalı denizde adeta dayak yiyerek yol alınıyor. Bu nedenle sakin ve yakın olan bir Las Cabanas Beach'i ettik bugün.



Plaja yine o üç tekerlekli motorsiklet ile gittik. Sürücü çok konuşkan biriydi ve dönüşte de bizi bekleyeceğini söyledi. Dönüşte de onunla döndük.



Plajın girişinde restoran, masaj salonlar ve barlar bulunuyordu. Gelenlerin ihtiyacı olabilecek her şey düşünülmüş.

Plaj oldukça uzun bir plajdı. Bembeyaz kumları, masmavi denizi ve kıyısındaki palmiye ağaçlarıyla oldukça güzel bir plajdı. Akşam üzerine kadar günümüzü plajda yürüyüş, denize girme, dinlenmeyle geçirdik.



El Nido'daki son akşam yemeğimiz için bu kez deniz ürünleri restoranına gittik. Burası kalabalık, üç katlı, hemen plajın dibinde bir restorandı. Balık ve karides siparşimizi vererek üst kata çıktık. Beyaz şarap eşliğinde keyifli bir yemek yedikten sonra otelimize döndük. ve





Sonradan hatırıma geldi. Türkiye'den bir arkadaşım bana mesaj atmış ve Moringa ağacı tohumu almamı istemişti. Ben de araştırdım ve otel resepsiyon görevlisi bana az da olsa tohumlardan buldu. Bir de ağaçtan bir dal parçası kesip getirdi. Ben bu dalı üç parçaya bölerek Türkiye'ye getirdim ve üç ayrı bölgeye ektik. Tohumlarından da fidan üretme gayreti içindeyim. Filipinler'de ağaca Malungay diyorlar. Bu ağacın en önemli adı ise Hayat Ağacı. Nedenini öğrenmek isteyen internetten araştırabilir.




Artık yolumuz yarın erken saatte Manila'ya ve oradan da Boracay'a....

Boracay gezi yazımı okumak için tıklayınız.....



İYİ SEYAHATLER