SİNGAPUR

ŞUBAT 2020



Malezya'da bulunduğumuz son şehir olan Melaka'dan otobüs yolculuğuyla Singapur'a geldik. Melaka yazımda da burada otobüslerin çok rahat olduğundan söz etmiştim. Otoyollar oldukça güzeldi. Yollar güzeldi ama Singapur girişi tam bir felaketti. Yaklaşık üç saatte geldiğimiz sınırı iki saatte zor geçtik.

Otobüs kuyruğu kilometrelerceydi. Önce Malezya sınırında otobüsten inip, merdivenlerle bir binaya girip epeyce yürüyerek, sınır polisinden çıkış alabildik. Sonra başka bir çıkıştan çıkarak, otobüsümüzü bekledik ve otobüsümüz gelince tekrar otobüse bindik. Otobüs ile bir miktar yol yapıp, bu kez Singapur girişi için tekrar başka bir binaya ve bu kez tüm eşyalarımız yanımızda olarak gittik. Buradaki işlemler sonrası tekrar otobüse binerek, Singapur şehir merkezindeki otobüs terminaline  geldik. Oldukça çileli ve yorucu işlemlerdi bunlar.

Otobüsümüzde bulunan Singapur'lu ailenin en büyük erkek bireyi bize burada çok yardımcı oldu, başka bir yere gidecekken yolunu değiştirip önce bizi metro istasyonuna götürdü ve sonra yoluna devam etti.

Singapur oldukça pahalı bir şehir (ülke). Metro istasyonundan 3 günlük metro kartı aldık ve bu süre içinde bununla limitsiz yolculuk yapacaktık. Artık akşam olmuştu ve metrodaki görevli kadın, bir günlük kart kullanımının saat 24.00'te bittiği uyarısını yaptı. Hem yorgunluktan hem de bir an önce kiralık evimize varma isteğiyle, ben kabul edince, sadece bir defa kullanarak, metro kartımızın bir gününü kullanmış olduk.

Airbnb'den China Town yakınında kiraladığım evi bulmakta zorluk çekmedik. Ama ev sahibinin yaptığı hata nedeniyle, iki defa oda değiştirmek zorunda kaldık. Bir de oda değiştirmezsem 1500 Singapur doları para cezası vereceğini söyleyince, ben ne yapmışımdır acaba? 

İlk vardığımız gün artık akşam olmuştu, yakındaki Çin restoranında etli pilav yedik ve evde dinlenmeye çekildik. Ev ortamı hem mutfağı, hem de çamaşır makinası bulunması nedeniyle, rahatlık yaratıyor bu gezilerde. Zaten bu geziye çıkarken, üstelik 6 haftalık bir geziydi, sadece uçak içine alınan iki çanta ve bir küçük ve bir büyükçe sırt çantamız vardı. Dolayısıyla sık sık giysilerimizin yıkanması gerekiyordu. Hatta bu evde menemen bile yaptık ama domateslerin bizimki gibi lezzetli olmayışları nedeniyle, çok güzel olmadığını söyleyebilirim. Burada, farklı ülke insanların yaşıyor olması nedeniyle, ekmek bulabildik. Kahvaltılarımızı evde kefiyle yapabildik.

Ertesi gün artık Singapur'u keşif zamanıydı; Singapur gezimize, kentin Ticaret Merkezi bölgesinden başladık.



Singapur çok güzel bir şehir ve ülke. Burası için hani neredeyse, Japonya'dan sonraki en güzel ülke diyesim geliyor. Burada dünyanın her yerinden insanlar yaşıyor. Burası yüksek gökdelenleri ile adeta New York Manhattan'ı hatırlatıyor. Bu görkemli kulelerin çoğunluğu uluslararası bankaların ve dev şirketlerin binaları. Kozmopolit yapıda bir kent olması nedeniyle olmalı ki, buradaki insanlar, Japonya, Malezya ve Endonezya insanı gibi güleryüzlü değillerdi. O yüzden Japonya'dan sonraki en güzel ülke demekte biraz zorlanıyorum. Çünkü Japonya'daki insani değerler ile burası asla kıyaslanamaz.



Yolları tertemiz, bu yüksek binalara rağmen, trafik sorunu olmayan bir kent. Ulaşım sorununu kurdukları güçlü metro ağı ile çözmüşler. Merkezden dışarıya doğru çıkıldığında bu yüksek katlı binalar yerini daha az katlı yapılara bırakıyordu. 


Buradaki ilk karşımıza çıkan tarihi bina, eski gümrük binasıydı. Bu bina bugün gökdelenlerin gölgesinde kalmış olmasına rağmen, iyi korunmuş ve güzelliğini hala koruyordu.


Ticaret Merkezi bölgesi yakınındaki Merlion Park'ta, Singapur'un maskotu ve kentin simgesi, Merlion heykeli bulunuyordu. Merlion, bir aslan başı. bir balığın vücudu olan ve ağzında su fışkırtan efsanevi bir yaratık heykeliydi. 



Fotoğrafta görülen bina, Durian meyvesi veya sineğin gözüne benzetilen, Esplanade-Koydaki Tiyatro binasıydı. Tesis, yaklaşık 1.600 kişilik bir konser salonundan ve sahne sanatları için yaklaşık 2.000 kişilik bir tiyatrodan oluşuyormuş. O zaman burada bir etkinlik olup olmadığını bilmiyorum, olsaydı da vaktimiz yoktu bunun için.

Gerek turistlerin, gerek yerli halkın rağbet gösterdiği bir parktı burası. Tertemiz çevresiyle, deniz kıyısıyla adeta insanı dinlendiren bir yerdi. 



Buradan karşı kıyıdaki Sanat Bilimleri Müzesi'ni ve ilginç yapıdaki üç bina üzerine oturtulmuş gemi görseli binayı da uzaktan fotoğrafladık. O tarafa yürümediğimiz için, Singapur'un ünlü Felix Köprüsü'nü yakından göremedik.



Singapur Ulusal Galerisi, Downtown Core, Singapur'da yer alan bir sanat galerisi. 24 Kasım 2015 tarihinde açılmış olan müze, barındırdığı 8.000'den fazla sanat eseri ile birlikte, dünyanın en büyük halka açık Singapur ve Güneydoğu Asya sanat koleksiyonunu barındırıyor. Bu müzeye'de kısıtlı zaman nedeniyle girmedik ve sadece dışarıdan fotoğrafladık.


Yine kentin eski bölümünde bulunan yine harika binaya sahip Victoria Tiyatrosu. Victoria Tiyatrosu ve Victoria Konser Salonu 1862 yılında inşa edilmiş. Singapur'un en tanınmış yerlerinden biri. Tiyatronun 614 kişilik Tiyatro ve 673 kişilik Konser Salonu bulunuyormuş.



Singapur Nehri boyunca yürürken, güzel heykeller dikkatimizi çekti. Bu heykellerden birisi de, Singapur'un kurulmasında önemli bir role sahip Robert Fullerton ile Malezyalı ve Çinli iki tüccara ait heykellerdi. Fullerton burada bu iki tüccara ticareti anlatıyordu. Ben de faydalanabilirmiyim diye can kulağı ile dinledim. :)



Robert Fullerton (1826-1830) yılları arasında sömürgeci İngilizlerin Singapur'daki ilk valisiymiş. Burada bulunan ve şimdi otel olarak kullanılan bina, inşa edildiğinde Singapur'daki en yüksek binaymış. Bina, Singapur’un ticari, sosyal ve resmi yaşamının bir merkezi olmuş. Singapur’un bu güçlü bir finans merkezine gelmesinde önemli bir rol oynamış. 


Bunun dışında da nehir boyunca çok sayıda heykel ve sanat eserleri sergilenmişti. Ayrıca bu bölge kafeler ve restoranlar bölgesiydi.

Artık akşam olmuştu ve dinlenmeyi hak etmiştik.

Sabah evde Türk işi kahvaltımızı yaparak yola koyulduk. Bugünkü programımız Sentosa'ydı.

Kaldığımız ev ile Outram Road Metro istasyonu arası yaklaşık 600-700 m. civarındaydı. Buradan metro ile Sentosa'ya en yakın olan Habour Front istasyonuna geldik. Metro durağının üstü çok büyük bir AVM idi.



Buradan köprü üzerinde yürüyerek Sentosa tarafına geçtik. Bu süre içinde de Singapurun o güzel liman manzaralarını da izledik.



Köprü üzerinden geçen insanların yorulmaması için, köprü boyunca yürüyen yollar yapmışlar. Bu sayede enerjimizi biraz daha koruyabildik.



Adaya ulaşmanın bir başka yolu da Singapur Teleferiği'ydi. Singapur'un ana adasındaki Faber Dağı'ndan Keppel Limanı'nın karşısındaki Sentosa beldesine bir hava bağlantısı sağlayan bu teleferik, 15 Şubat 1974'te açılmış. Dünyada iki limanın birleştiren ilk hava teleferik sistemiymiş. Biz bununla adaya gelmeyi tercih etmedik.



Sentosa'da çok sayıda eğlence mekanı vardı ama bizim buraya ayıracağımız sadece bir gündü. Dolayısıyla bir çok yeri gezemeden burayı da tamamlamak zorundaydık.



Burada ilk geldiğimiz mekan, Universal Studios oldu. Stüdyolara girmek oldukça yüksek fiyatlardaydı. İyi bir şekilde gezilse, sadece burası için bile bir gün yetmezdi. Bu nedenle giriş kapısının önündeki döner ambleminin önünde hatıra fotoğrafı çekildik.



Burada monoray tren ile yolculuk yapılabiliyor. Biz buraya gelirken kullanmamıştık ama Sentosa içinde bu tren ile ulaşım yaptık. Kimse bize bilet sormadı bu edenle ücretsiz zannettik ama buraya akşam da gelecektik. Akşam Harbour Front istasyonundan bu kez monoray ile Sentosa'ya geçmek istediğimizde ücretli olduğunu anladık. Yani bilmeden beleş yolculuk yapmışız. Korona virüs konusunu ilk dönemleriydi ve fotoğrafta bu nedenle maske takan birisi var.



Sentosa'da çok sayıda plaj da bulunuyordu. Bunlardan birisi olan Silosa Plajına, bu monoray tren ile gittik. Burası gerçekten bembeyaz kumları ve masmavi deniziyle harika bir plajdı.  Ben üzerimdekilerle dizime kadar denize girdim. Su oldukça ılıktı ve denizden yürüyüp kayalık olan bölümden çıkmaya kalktım ve oradaki ikaz yazılarını okumama rağmen, taşlardaki yosunlar nedeniyle kayıp denize düştüm. Üzerimdekileri kurutmak için çıkarıp, sadece iç çamaşırımla kaldım. :) Neyse ki sırt çantamdaki yedek tişortum imdadıma yetişti.



Burada bir kaç teleferik hattı vardı. Biz bunlardan birisine bindik ve adanın tepesine çıktık. Bu teleferikte isteyen yukarıya çıkınca kay kay ile geri dönüş yapabiliyordu ama biz yukarıdan yolumuza devam ettik.



Tepede Madame Tussaud müzesi vardı. Bu müzeye de girmedik. Çünkü bu işin merkezi olan Londra'daki müzeyi gezmiştik. Ama Madame'ın balmumu heykeliyle de poz vermeyi de ihmal etmedik.



Artık akşam olmak üzereydi. Tekrar kiralık evimize dönüp dinlenmeye çekildik. Gece tekrar Santosa'ya geldik. Burada özellikle gece Crane Show izlemek istiyordum ama ne yazık ki bu gece burada böyle bir etkinlik yoktu. 



Biz de plajda yapılan ışık gösterileri içinde yer aldık. Burada kumsalda dolaşırken, yere yansıtılan ışık nedeniyle, adeta denizde balıklar arasında yürüyormuşuz gibi bir görüntü ortaya çıkıyordu. Bu oldukça da eğlenceli bir durumdu.

Geceyi böyle tamamladıktan sonra, sabah yine Türk işi kahvaltının ardından gezimize devam ettik.



Gezimize, metro ile ulaştığımız Clarke Quay'dan başladık. Burası Singapur'un tarihi bölgesi ve burada genellikle gece etkinlikleri daha fazla ama biz burayı gezmeye sabah kalkınca, henüz açılmamış barlar ve restoranların kapalı kapılarıyla karşılaştık.  Gerçi sadece biz değil, bir çok turist de o saate oradaydılar. Burası tam gece eğlenme mekanıydı.



Artık yolumuz China Town'aydı. Burası daha önce gezdiğimiz ülkelerdeki China Town'lar gibi pis değil, tertemizdi.



Burada bir çok dini inanışa ait ibadethanemeler vardı, bunlardan yolumuz üzerinde ilki bir cami oldu. Mescid Jamae veya Jamae Camisi, Singapurun en eski camilerinden biriymiş. Cami 1826 yılında inşa edilmiş.


Camiyi gezdikten sonra bu kez yolumuz üzerinde, Sri Mariamman Tapınağı vardı. Burası bir Hint tapınağıydı. Ayakkabılar dışarıda çıkarılarak giriliyordu tapınağa. Daha önce diğer ülkelerde de Sri Mariamman tapınalarına da aynı şekilde ayakkabısız girmiştik zaten.


Tapınak oldukça temiz ve gösterişliydi.


Nurşen geleneksel giysileri içinde bir Hintli aile görünce, onlarla fotoğraf çekilmeden edemedi.


China Town, turistler için tam alışveriş cennetiydi. Ben de buradan bir miktar hediyelik eşya ve fotoğraf makinam için bir lens satın aldım. Eşime kalsa sanırım akşama kadar burada dolaşsak daha iyi olurdu. Ama kenti keşfe gelmiştik.




Görkemli bir tapınak olan, Buddha Tooth Relic Tapınağı ve Müzesi'ne geldik. 


Bu muazzam 5 katlı tapınak, otantik bir kalıntıya ev sahipliği yapmak için 2007 yılında inşa edilmiş. Özellikle gece aydınlatma ile daha görkemli görünüyormuş ama biz gündüz gezdik bu tapınağı. 



3. katta Buda ve diğer kalıntılarla ilgili nesneler içeren bir müze vardı. Ancak ana kalıntı 4. katta: sadık tarafından finanse edilen 400 kg altından yapılmış bir stupada bulunuyordu. Ana salonda, isimlerini görmek için ödeme yapan büyük ailelerin atalarını onurlandıran nişlere yerleştirilen yüzlerce Buda ile çevriliydi.  5. kat, güzel bir bahçeye ve büyük bir dua tekerleğine sahip bir teras olup, yerine getirilmesi dileğiyle çevrilebiliyor.


Yine bu bölgede Hint Müslümanlarına ait 
Nagore Durgha (veya Nagore Dargah) vardı. Singapur'da 1828-1830 yılları arasında güney Hindistan'dan Müslümanlar tarafından inşa edilen bu tapınak ve aslen Shahul Hamid Dargha olarak biliniyormuş. Bu türbe ilk inşa edildiğinde, türbenin bulunduğu Telok Ayer Caddesi yelkenli tekne ile dolu bir kumsalmış.  Cami klasik ve Hint Müslüman motiflerinin eşsiz bir karışımına sahip bulunuyor.


Camini hemen yakınında, Thian Hock Keng Tapınağı bulunuyordu. Bu tapınak aynı zamanda Tianfu Tapınağı olarak da biliniyor. Burası ülkedeki Hokkien (Hoklo) halkının en eski ve en önemli tapınağı. Arkadaki başka bir tapınak da, Mahayana Budist 
 Guanyin'e adanmış bir tapınak.


Daha önce de yazmıştım, Singapur'da yaşamı anlatan bir çok heykel ile donatılmış diye. İşte burada da balıkçı Çinlilerin yaşamından bir kesit sunulan heykellerdeki çocuk ile Nurşen çak yapıyorlar. :)

Buradan devamla Duxton Hill bölgesine geldik. Bu tepeye giden yol üzerinde, İngiliz sömürge döneminden kalan ve  birçoğu restore edilmiş iki ve üç katlı dükkanlar ve teras evleri bulunuyordu. Bunların çoğunluğu şimdi bar ve restoran olarak kullanılıyordu.


Singapur için sadece dört gün oldukça az bir zamandı doğrusu. Burada iki hafta çok rahat geçirilebilirdik. Ama bu süre için buraya gelirken bir çanta da para getirmek gerekirdi. Demem o ki oldukça pahalı bir ülke (şehir)burası.

Bugün de artık iyice yorulmuştuk, buradan çok uzakta olmayan kiralık evimize yürüyerek gittik. Yarın sabah erken saatte Changi havaalanına gidip, oradan uçakla Filipinler'in Cebu adasına gideceğiz.

Bu arada aklıma geldi burada internet üzerinden taksi uygulamaları çok gelişmiş. Birçok alternatif vardı. Bunlardan birini telefonuma indirmiştim. Sabahın o erken saatinde bu uygulamadan havaalanına gitmek için bir taksi çağırdım. 5  dakika içinde evin kapısındaydı.

Cebu adasında görüşmek üzere.


İYİ SEYAHATLER.


Hiç yorum yok: