TÜRKİYE - ARTVİN VE GÜNEY KAÇKARLAR

Ağustos 2009


2009 yılının Ağustos ayında İzmir-Trabzon uçuşu ile akşam saatlerinde, Trabzon havaalanına indik. Havaalanından bir araç kiraladık ve doğruca Trabzon'da kalacağımız otele gittik. 



Ertesi gün, önce Rize'ye uğradık. Kardeşimin Rize'de görev yapması nedeniyle, Rize'ye bir kaç kez gelmiştim. Hatta bunlardan bir tanesi de onun düğünü içindi. 1999 yılında Ağustos ayında yine Rize'de gezideyken ,büyük Marmara depremi yaşanmıştık. Rize'de bir süre gezdikten sonra, burada kalmadan doğruca Artvin'e gittik.


Yaşamım sürecinde bu kadar dik yerleşime sahip bir şehir görmemiştim. Kentin içinde sürekli yükselen yolunda ilerlerken, zaman zaman da durup çevredeki manzarayı izliyorduk. Artvin'den sonra da, işte bu güzel çevre manzaralarını izleyerek, Yusufeli yönündeki yolumuza da devam ediyorduk.


Bu bölgenin yolları çok ilginçti, Artvin istikametinden, Yusufeli'ne doğru gelirken, dağların oyulmasıyla zorlukla yapılabilmiş bu yolları ilgiyle izledik. O zamanda, bir de Artvin Barajı çalışmaları  yapılıyordu ve eski yollar baraj gölü altında kalacağı için, daha yukarılarda yol çalışmaları vardı. Bu nedenle zaman zaman dinamitleme yaptıkları için de, yolda  uzun süreler de beklemek zorunda da kaldık. Fotoğrafta bir yanı nehir, diğer tarafı da dağ oyularak oluşturulmuş yol. Aşağıdaki fotoğrafta ise, yeni yol çalışmaları.



Artvin'de büyük bir Hidroelektrik santral Barajı inşa ediliyordu. Ayrıca bu bölgede, aşağıdaki resimde de görüleceği gibi, bir yerlerden su taşıyıp getirilen, böyle küçük güçlü Hidro Elektrik Santralları (HES) da görmek mümkündü.



Yusufeli'ne geldiğimizde neredeyse akşam karanlığı çökmek üzereydi. Bir süre de burada gezdik.

Bu gezi için hazırladığım, gezi dosyamı inerken uçakta unutmuştum. Dosyayı uçaktan alma konusunda gayretime rağmen, uçağın hemen geri dönecek olması nedeniyle ulaşamamıştım, Sadece aklımda kalanlarla bu geziye devam etmek zorunda kalmıştık. Yusufeli'nden daha ileride bulunan kalacağımız otelin sadece internetteki görüntüsü gözümün önünde kalmıştı. 

Artık gece olmuştu ve Çoruh'un bir kolu üzerinde bulunan ahşaptan yapılmış otelimizi, gecenin bu karanlığında bulmak zorundaydım. Yusufeli'nden sonra ve sadece bir arabanın geçebileceği yolda ve o karanlık havada, heyecan içinde sanki bir bilinmeyene doğru yolculuk yapıyorduk. Sonunda zorla da olsa, oteli bulabildik. Bulunca da sıkıntılı halimiz sona ermiş ve oldukça keyiflenmiştik.




Otelin girişinde gerilmiş çelik tellerin taşıdığı ahşap bir asma köprü bulunuyordu.  Çok eğreti durduğu için doğrusu üzerinden geçerken eşimi ne olur ne olmaz diye araçtan indirdim. Ama başka araçların da üzerinden geçip, otelin arkasına park ettiklerini görünce, yanlış bir iş yapmadığımız anladık. O gece bu otelde kalıp, akşam yemeğinde, yörenin ünlü balığı alabalık eşliğinde iki tek atarak günün yorgunluğunu giderdik. 


Sabah  hemen yanımızdaki akarsuda rafting yapanların çığlıklarıyla uyandık. Bu bölgede bulunan akarsularda, rafting yapma imkanı da çok fazla. Sadece Yusufeli tarafında değil, Ayder bölgesinde de bu imkan var.



Sabah kahvaltımız sırasında, otel işletmecisine, gitmek istediğimiz Olgunlar köyünün yolunu tarif etmesini rica ettim. Bize bir kroki çizdi ve 3. köprüden sola dönmemiz gerektiğini söyledi.  Onun tarifiyle yola çıktık. Yolumuz üzerinde bulunan Barhal kilisini görmek istedik ve oraya doğru yöneldik. 



Kiliseyi gezerken 3 kişilik bir İsrailli aile ile tanıştık ve bize katılmak istediklerini söylediler. Ben de yolu biliyormuşum gibi, bize katılmalarını ve takip etmelerini söyledim. Bizi takip edeceklerini söylediler ve yola çıktık.  

    
Otel işletmecisinin eksik tarifi nedeniyle 4. köprüden dönmemiz gerekirken 3. köprüden dönerek yolumuza devam ettik. Yol sürekli yükselen, ancak bir aracın geçebileceği kadar dar ve toprak bir yoldu. Eğer bu sırada karşıdan bir araç gelecek olsa ne yapardık bilemiyordum. Çok şükür karşıdan gelen bir araç olmadı.Yaklaşık 10 km'lik bir yolculuktan sonra bir yaylaya vardık. Orada ortalıkta kimse görünmüyordu neyse ki zorla da olsa birisini bulup, burasının Olgunlar olup olmadığını sorduk. Meğerse yanlış bir yere gelmişiz. Adam eliyle uzak bir noktayı göstererek oranın Olgunlar olduğunu söyledi. Bizi takibeden İsraillilere de mahçup olmuştum ama çok rahat insanlardı ve yeni bir yer gördüklerini ve memnun olduklarını söylediler. 


Burada gezimiz sırasında bu bölgede çok sayıda İsrailli gördük. O aileye "Buradaki dereler sizde olsaydı nasıl olurdu?" diye sorduğumda, cevap olarak yanından geçtiğimiz dereyi gösterip " Dereler değil, sadece şu dere olsa yeterdi" dediler. Memleketimizin gerçek bir cennet olduğunu orada tekrar düşündüm. Ama bir de bu güzel ülkeyi yönetecek "adam gibi" birileri olsaydı ne güzel olmazmıydı? 


Ancak burada yaşayan insanlarımız, İsraillilerin bu kadar ilgisinden de rahatsız. Mutlaka bir hesapları olduğu düşüncesindeler.


Yola devam ederek Olgunlar köyüne vardık. Orada bir kaç tane pansiyon bulunuyordu. Genelde Kaçkar'lara zirve yapmak için gelen dağcılar barınıyordu bu pansiyonlarda. Güney Kaçkar tırmanışı buradan başlıyordu. Buradan zirve öncesi göller bölgesine ya da başka bir bölgeye kamp yapılıyor ve ertesi gün Kaçkar zirve tırmanışı yapıyor dağcılar.



Biz de yerleştiğimiz pansiyonda nereye yürüyebileceğimizi sorduk. 3 parkur tarif ettiler ve o İsrail'li aile ile birlikte bu parkurlardan Dobe yaylasına yürüyüşe geçtik. Biz yürürken, gerimizden gelip bizi geçen kıza hayranlıkla bakıp ve kendimize baya güldük. :)  Kız tıpkı bir ceylan gibi yanımızdan hızla geçmiş ve biz baya bir gerisinde kalmıştık. 3 saatlik bir yürüyüşten sonra, Dobe yaylasına vardık. Burada niyetimiz Kaçkarların zirvesine doğru yaklaşmaktı, ama zirve yapacak ne gücümüz, ne de malzememiz bulunuyordu. Kaçkar zirvesinin sadece uzaktan resim çekmekle yetinmek zorunda kaldık.


Burada hayvancılık yapan insanlar derme çatma taşlardan oluşturulmuş kulübelerde yaşıyorlardı. Bunun dışında tabii ki manzara harikaydı. 


Gezimiz sırasında konuştuğumuz yöre insanları, güzel manzaranın karın doyurmadığını ve gençlerin daha ziyade büyük şehirlerde yaşamak istemeleri nedeniyle nüfusun hızla azaldığından söz ediyorlardı. Bizim gibi kısa bir süre için buraya gelenler için harika ama orada yaşayanlar için durum böyle değil. Sırası gelmişken, tüm gezimiz boyunca Karadeniz insanının sıcaklığını yaşadığımız da söylemeden geçmemeliyim.




Dobe yaylasında bir süre dinlendikten sonra geri döndük. Pansiyona vardığımızda, isteğimiz doğrultusunda, pansiyoncu kuru fasulye, pilav, turşu ve mıhlamadan olan menüyü hazırlamıştı bile. Akşam yemeğimizin devamında yorgunluğumuz nedeniyle yatıp derin bir uyku çektik.

Burada pansiyonların fiyatları çok makuldu, akşam yemeği ve kahvaltı da fiyatlara dahildi. Üstelik akşam yemeğinde ne yemek istediğimizi sordular ve menü o şekilde hazırladılar.

Bugün artık yolumuz Macahel'e..... 



İYİ SEYAHATLER

2 yorum:

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Malik Yavaş Seyahatnamesi dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.