Ekim 2014
Taşkent’ten sonra sıra Semerkand’daydı. Taşkent ile Semarkand arasında hızlı ve normal tren ile rahat bir yolculukla ulaşılabiliniyor. Hızlı olan (Afrasiyab) 2 saatte, normal tren (Nasaf) 3,5 saatte gidiyor. Hızlı trende yer kalmadığı için normal trenle gittim.
Bu trene Nazaf adı verilmiş
Taşkent'ten Semerkand'a olan tren yolculuğumuz sırasında tanıştığımız Fakriddin adlı demiryollarında çalışan bir Özbek'le sohbet ettik ve beni bir sünnet düğününe davet etti ama yeterli vaktim olmadığı için kabul edemedim.
Yine kompartmanımızda Rus karı koca Denis ve Elena ile birlikte yolculuk yaptık ve sohbet ettik yolculuğumuz sırasında.
Buranın ünlü şarkıcısı Ozodbek Nazarbekov'u dinleyerek ve Seyahatname'ye Özbekistan'ı yazarak yolculuğa devam ettim.
Semerkand’da internetten rezervasyon yaptığım Royal Palace otelinde kaldım. Otel küçük, sevimli ve çalışanları oldukça samimi ve yardımseverdi. Türkiye’de bir yıl yaşamış olan Babur iyi Türkçe biliyordu ve çok candan ve yardımsever bir gençti. Bana hep yardımcı oldu, onun yardımı dolayısıyla Semerkand'da rahat günler geçirdim.
Yine Babur'ün önerdiği ve otelin yakınında bulunan Samarkand Resturant oldukça temizdi. Çok lezzetli geleneksel yiyecekleri vardı. Klasik yiyecekleri şaşlığı bunu çeşitli etlerden yapıyorlardı. Burada yediğim tavuk kanatın lezzetini hiçbir yerde tatmamıştım doğrusu.Tabii ki Özbek Pilavı buranın en bilinen ve lezzetli yiyeceği. Kazakistan’da yediğim ve çok beğendiğim Lagman’ı burada da yedim, o da oldukça lezzetliydi.
Kısa bir tarihçe; Semerkand, Orta Asya'nın en eski şehirlerinden biri. Zerafshan nehri vadisinde bulunuyor. Şehrin kuruluşu M.Ö. 2000 yılına dayanıyor. Şehrin adı ilk olarak M.Ö. VI. yy'da Yunan metinlerinde Sogdiane'nin başkenti Marakanda diye geçiyor. M.Ö. 329'da Büyük İskender'in eline geçerek tahrip edilmeden önce Semerkand, Çin ile Batı arasındaki ipek yolu üstünde gelişmiş büyük bir şehirmiş. Moğol istilâsına karşı verilen mücadelelerin ardından 1365'te Timur Han'ın kurduğu imparatorluğun başşehri olmuş.
Burada ilk durağım Registan Meydanı oluyor. Burada üç medrese var, bunlar Uluğbey Medresesi ve camisi, Şirdar Medresesi, Tilla Kari Medresesi ve camisi.
Uluğ Bey (1393-1449), Timur Han'ın torunu, Şahruh'un oğludur. Çağının öğretim geleneklerine uyarak önce din bilgilerini, sonra mantık ve astronomi konularını öğrendi. 1409'da babasının yardımıyla Semerkand hükümdarı oldu. Çağının ünlü bilginlerini saraya toplayan Uluğ Bey, astronomi ve matematik alanındaki çalışmalarıyla ün kazandı. Yıldızların ve ayın hareketlerini gösteren tablolar düzenledi. Ali Kuşçu’da Uluğ Bey’in öğrencisi olmuş, astronomi alanında birlikte çalışmışlar.
Uluğ Bey Medresesi (1417-1420) içinde bir de cami bulunmaktadır. Burada gördüğüm camilerin içleri bizimkiler gibi ihtişamlı değiller daha sade ve gösterişsizdiler. Sadece aşağıda bahsedeceğim medresede böyle bir ihtişam gördüm.
Uluğ Bey Medresesi ve diğer medreseler Rusya’daki 1917 devriminden sonra kapatılmış. İçindeki küçük dersaneler şimdi hediyelik eşya dükkanı olarak kullanılıyor. Bu küçük dersanelerde iki öğrenci ve bir öğretmen ders yapıyorlarmış.
Bu medreseler eski bir nehir yatağı üzerine kurulmuş. Meydanda ve o döneme ait yerlerde yağmur sularının toplandığı yandaki resimdeki görüleceği gibi havuzlar vardı ve bunların deliklerinden su sızarak toprağa karışıyormuş.
Diğer iki medrese de Uluğ bey medresesi gibi restorasyon görmüş. Eski halleri oldukça kötü durumdaymış. Çini ve mozaiklerin çoğu sonradan yapılmış,gerçek olanları ise medreseler içerisinde sergileniyordu.
Bunları burada bana yardımcı olan rehber Sahnoza anlattı.
Uluğ Bey'den bahsederken rasathanesinden de söz edelim. 1428-1429 yıllarında Ulubey tarafından bir tepenin üstüne yapılmış. 46 metre çapında, 30 metre yüksekliğinde bir yapı. Ana salonun kubbesinde ay, güneş, diğer yıldızları incelemek için yapılmış ve zamanının tek örneği.
Ulubey bir yılı 365 gün 6 saat 10 dakika 8 saniye olarak hesaplamış. Günümüzde yıl 365 gün 6 saat 9 dakika 9,6 saniye olarak hesaplanmaktadır. O çağda bile doğruya en yakını o bulmuş.
Yukarıdaki resimde diğer astronomlar ile Uluğ Bey'in bir yıl ile ilgili karşılaştırma tablosu görülmekte.
Bu rasathanede aynı zamanda bir Uluğ Bey Müzesi de yer almaktadır. Burada Uluğ Bey'in astronomi çalışmaları ve aletleri sergileniyor.
Müzede ünlü Türk matematikçi ve astronom Ali Kuşçu ile Uluğ Beyin birlikte çalışmalarını gösteren bir minyatür.
Bibi Hanım Camisi ve külliyesi gibi pek çok kıymetli eser yaptıran Amir Temur, şehri Orta Asya'nın en önemli ekonomik ve kültürel merkezi haline getirmiş. Semerkant'ta bir devasa cami yaptırmaya karar vermiş, bu cami ve külliyeyi yaptırmış. Ana salondaki küçük kubbe 40 metre çapında ve dışardaki duvarların uzunluğu 167 mt ve 109 mt genişliğinde.
Bibi Hatun Camisinin yanında Eski Pazar bulunuyor, Bu pazar 600 sene içinde çok az değişikliğe uğramış.
Ben de bu pazarı gezdim. Bir çok farklı cinste badem ilgimi çekti, genellikle ince kabuklu bademlerdi bunlar. Bir miktar alıp yedim, gerçekten oldukça lezzetliydiler.
Buradaki dini yapılar ve türbeler XI. yy'da yapımına başlanmış ve XIX. yy'a kadar yapımı sürmüş. XI-XII. yy'da yapılanların şu anda sadece mezar taşları kalmış. Çoğunluğu XIV ve XV. yy'da yapılmış. XVI ila XIX. yy'da yapılmış olan tadilat, ana görünümünde değişiklik yapmamış.
Burada, Peygamberin kuzeni Kusam Ibn Abbas'ın Türbesi ve kompleksi (Sahabe Qusam bin Hüseyin) de bulunuyor.
Amir Timur’un karısı Kutluğ Oko Türbesi, Timur’un oğlu Amirzade Türbesi, Timur’un kumandanlarından Amir Hüseyin’in Türbesi (Tuğlu Tekin), Timur’un kızkardeşi Shirin Beka Oko Türbesi, yine kız kardeşi Turkon Oko ve kızı Shodi Mulk Oko‘nun Türbesi, Türbelerin mimarı Usto Ali Nasafi Türbesi, Timur’un generallerinden Amir Burunduk Türbesi, Hoca Ahmet Türbesi, Tuman Oko Kompleksi ve bunların üzerinde de şehrin mezarlığı bulunuyor.
Burada mezar taşları üzerinde ölenlerin resimleri dikkatimi çekti, Ruslarda esinlenmiş olsalar gerek. Müslümanlarda böyle bir adet bilmiyorum.
Türbeleri ziyarete gelen yaşlı Özbekler, oldukça dik olarak yapılmış merdiveni, yandaki duvara tutuna tutuna zorla çıkıyorlardı. Zorlanmalarına rağmen inatla türbelere ulaşmaya çalışıyorlardı.
Özbekler, Timur Han'ın türbesine "Gur-ı Emir" diyorlar. Semerkand'ın her tarafından görülebilen türbe karakteristik mimari yapısıyla bir şaheser.
Timur'un torunu Uluğ Bey ve ustaları Sait Baraka ile Sayyid Umar, Muhammed Sultan, Şahruh Mırza, Miranşah, Abdulla Mırza ve Abdurakman Mırza'nın da yattığı türbe mavi çinileriyle göz alıcı bir ihtişama sahip.
Binanın en eski inşası XIV. yy'nın sonunda Muhammet Sultan'ın emriyle yapılmıştır. Şimdi, medresenin ve Han'ın temelleri, giriş kapısı ve 4 minarenin bir tanesinin parçaları kalmıştır. Türbenin yapılışı Muhammet Sultan'ın ansızın ölümünden sonra 1403 yılında başlamış. Fakat asıl binayı Uluğbey tamamlamış.
Türbenin arka bölümünde ise Ak Saray bulunmaktadır. (Birileri Ak Saray ismini buradan mı almış acaba? :)
Beni buraya getiren taksici Türkiye'den geldiğimi öğrenince, Türkçe bilip bilmediğimi sordu. :) Sonra da yol boyunca Türkçe konuştuk. Kendisi de oranın Türklerindenmiş. Türbeye varınca, Türk olduğum için para almak istemedi ve ısrarlarım karşısında kabul etti. Burada insanlar Türklere karşı sevgiyle yaklaşıyorlar.
Semerkand da ayrıca bir tarihi şarap müzesine gittim. Orada Fransızlardan oluşan bir grup ve rehberleri vardı. Rehbere, müslümanlıkta şarabın haram olduğunu söyledim. O da benim şarap içip içmediğimi sordu. :)
Daha önceki Taşkent yazımda Ali Şer Nevai'ye verilen önemden söz etmiştim. Semerkand'da da onun ismini verdikleri büyük bir park ve heykeli de bulunuyor.
Semerkand'a yapmış olduğum geziden memnun kaldım. Tavsiye ederim .
Özbekistan seyahatimin BUHARA bölümünü okumak için tıklayınız..
İYİ SEYAHATLER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder