TANZANYA SAFARİ - ARUSHA

Kasım 2015

Üzerinde bir süre çalıştığım Tanzanya seyahatime nihayet bugün başladım (12.11.2015). THY ile İzmir–İstanbul–Kilimanjaro güzergahı üzerinden Tanzanya’ya gece 01.10 da vardım. Uçakta sadece 3 Türk yolcu olduğumuzu da söylemeliyim. THY demek ki bu hatta daha ziyade yabancı yolcuları taşıyormuş. 

Buraya gelmeden önce, burayı gezmiş ve yazmış oldukları, Tanzanya seyahatleriyle ilgili okuduğum yazıların aksine, giriş işlemleri çok hızla bitti. Yeşil pasaportum olduğu için, vizeye de gerek kalmadan, Kilimanjaro havaalanında pasaport kontrolundan geçip, valizimi alarak kısa sürede dışarıya çıktım.


Daha önce rezervasyonu yapmış olduğum Arusha’daki Green Mountain Hotel’e gitmem gerekiyordu. Gece yarısı saat 01.30 ve oraya ulaşım ancak taksi ile söz konusuydu. Dışarıdaki taksiciler ile konuştum, bir çok ülkede görünenin aksine adamlar bana yapışmadılar, belki de nasıl olsa ayağıyla tıpış tıpış gelecek diye böyle davrandılar. Bir yabancı ülkede hele Afrika’da gecenin bu saatinde yaklaşık 50 km. bir takside ıssız bölgelerden yol alacaktım. Bu beni biraz tedirgin etmesine rağmen, onların bu sakin halleri bana güven verdi. Fiyat standart 50 USD, oldukça pahalı ama yapacak bir şey yoktu, adamların geçim kaynağı turizm. 

Havaalanındaki change-ofisten biraz para bozdurarak yola çıktım. Burada trafik soldan işliyordu, araca binerken oturmak için sağ ön kapıyı açtım ne göreyim direksiyon orada. :) Şoförle de bu duruma  epey güldük. 

Gecenin zifiri karanlığında, sadece zaman zaman köylerde geçerken cılız ışıkları görerek, bir saati aşkın süren yolculuktan sonra Arusha’daki otelime vardık. Resepsiyon görevlisi kız  çok sempatikti  ve beni güzel bir şekilde karşıladı. Saat 04.00'tü ve otele girişim en erken saat 10.00 da olmasına karşın bana bir oda verdi.

Gelmeden önce internet üzerinden bir kaç firma ile yazışmış fakat kesin bir anlaşmam olmamıştı. Gece resepsiyon görevlisine, Safari’ye gitmek istediğimi söylemiş ve bu konuda yardımlarını istemiştim. O da bana bu konuda yardımcı olacaklarını söylemişti.

Güzel bir uyku çekmiştim ki, oda telefonumun çalmasıyla uyandım.  Resepsiyon görevlisi safari için görüşmeye gelenler olduğunu söyledi. Giyinip çıktım ve gelenlerle konuyu görüştüm. Yaptığımız pazarlık sonunda çadırda kalmak üzere anlaştık. Anlaşma gereği 5 günlük bir safari için 750 dolar ödeyecektim onlara. Daha önce internet üzerinde aldığım teklifler çok daha yüksekti. Tanzanya yazılarını incelerken, burada pazarlığın çok olağan olduğunu ve kıran kırana yapılması gerektiğini okumuştum. Kıran kırana olmasa da pazarlık ettim, umarım kazıklanmamışımdır.

Daha sonra safari rehberimizden sezonun yüksek sezon olduğunu ve dolayısıyla fiyatların da yüksek olduğunu öğrendim. Burası için fiyatı uygun mevsim olarak en uygun aylar Mart, Nisan ve Mayıs aylarıymış. Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları da geceleri çadırda kalanlar için inanılmaz soğuk oluyormuş. Demek ki iyi bir zamanda gelmişim buraya.


Kaldığım otelin önünde bazı fotoğraflar çektim ve sokaktaki Tanzanyalılar ile de fotoğraf çekildim. Fakat fotoğraf çekilmeyi pek istemediler. Otel görevlisinin yardımıyla birisi yanıma geldi ve öylece fotoğraf çekilebildik. Fotoğraf çekilirken pek de memnun olmadıklarını, mutsuzluklarını fotoğraftaki yüz ifadeleri gösteriyor zaten.  

Otelin bulunduğu semt oldukça yoksul bir bölgeydi veya her taraf böyleydi henüz bilmiyordum. Daha sonra şehri gezince, her tarafın böyle olduğunu gördüm. Lüks oteller bile gecekondular arasındaydı.


Şimdi Arusha’yı gezme zamanıydı. Otel görevlisi yaklaşık şehir merkezinin 10 - 15 dak. yürüme mesafesinde olduğunu söyledi. Güvenli olup olmadığını sordum. Buranın her saatte çok güvenli olduğunu söyledi ve hazırlanıp yola çıktım.


Burada yoksulluk ve pislik diz boyuydu. Ortam çok kötüydü ama insanlar mutlu görünüyordu. Yolda ilerlerken karşılaştığım bir öğrenci gurubu etrafımı sardı ve hep birlikte fotoğraf çekildik. Tanzanya insanlarına ilişkin ilk izlenimlerim çok iyi ve güzeldi.

Şehir merkezine ilerlerken, Tony isimli birisi bana yaklaşıp yavaş yavaş buraları anlatmaya başladı. Talep etmememe rağmen, şehir merkezini benimle gezdi ve tanıttı.


Burada Masai’lerin bulunduğu bir pazar vardı. Masailerde hala mal mübadelesi sistemi sürüyor. Örneğin bir keçi veriyorlar buna karşılık bazı ihtiyaçlarını alıyorlar. Masailerle ilgili Serengeti yazımda söz edeceğim.



Bir pazar yerine girdik orası da tam mezbelelik bir haldeydi. Derler ya, burada kabuklu yumurta bile yenmez diye, aynen öylesi bir durum. Bir tarafta meyve ve sebze, bir tarafta baharat, bir tarafta et, balık ve tavuk, artık siz düşünün kokuyu. Ama gelmişken görmeden de edemiyor ve Tony’yi takibe devam ediyordum.


Bir saat kulesine geldik. Tony’nin anlattığına göre, burası Afrika’nın ortasından geçen çizgi üzerindeymiş ve onu göstermek amacıyla inşa edilmiş.


Hemen yanında da farklı ülkelerdeki şehirlerin mesafe ve yönünü oklarla gösteren bir nokta bulunuyordu. Burada çekildiğim fotoğraf, benim en özel fotoğraflarımdan biri oldu.

Şehrin merkezinde de Tanzanya’nın bağımsızlık önderi Julius K. Nyerere için yapılmış bir anıt bulunuyordu.



Şehrin ortasında bir şehirler arası otobüs garajı vardı . Otobüsler çok eski modeldiler ve adeta hurda gibiydiler. Ama hala kullanılıyorlar.


Şehir içi ulaşımı dala dala adını verdikleri minibüslerle yapıyorlardı. Araç içindeki insanlar adeta tam balık istifi yolculuk yapıyordu. Bizde eskiden triportörler vardı, benim yaş grubumdakiler hatırlarlar,  işte onlar da burada taşıma aracı olarak kullanılıyordu.


Bu şehir turundan sonra Tony ile otelime döndük. Konuşmamız sırasında bana kendisinin bir ressam olduğunu söylemişti. Koltuğunun altında rulo halde sarılı bir kağıt destesi bulunuyordu ve bunları bana göstermek istediğini söyledi. Kapağı açınca içinden resimler çıktı ve bunların en azından bazılarını bana satmak istedi. Eeeee arkadaş olmuştuk artık ya bu uyduruk resimlere bir hayli yüksek fiyatlar istedi. Ben kendisine bir miktar para vererek gönlünü almak istedim ama resimleri satamadığına pek memnun olmadı. Asık suratla zorla otelden ayrıldı.


Otele dönerken yakın bir mesafedeki pub dikkatimi çekmişti. Resepsiyona nasıl bir yer olduğunu sormuştum ve olumlu yanıt alınca, akşam oraya gittim. Çok güzel ızgara kokuları geliyordu ama pek aç olmadığım için, güzel kızartılmış patates ile iki birayı yuvarladım.

Buradaki insanlar yemeklerini elleriyle yiyorlardı. Yemek servisi öncesinde bir kadın bir elinde leğen, bir elinde ibrikle dolaşıp, yemeğe başlayacak olanlara sabun uzatarak ellerini yıkamalarını sağlıyordu. Aynı şekilde yemeği bitenlere de aynı servis yapılıyordu, tabii yıkamak isteyene. Bazısı ellerini yıkamazmış, özellikle Masailer, dolayısıyla et kokuyorlarmış. "Mış" diyorum  çünkü Masailerle yakın bir temasım olmadı.

O akşam orada tek beyaz ben vardım ama bırakın rahatsız edilmeyi, kafasını çevirip de bana bakan bile olmadı. Artık otele dönüp dinlenme zamanıydı, çünkü yarın safari başlıyordu.

Safari’de görüşmek üzere…….

Hiç yorum yok: