TANZANYA - ZANZİBAR

Kasım 2015

Arusha'da sabah oteldeki kahvaltıyı takiben, Amani’nin aracıyla Kilimanjaro havaalanına gitmek üzere saat: 08.00 de yola çıktık. Uçağın kalkmasına 2 saat daha zaman vardı ve yolumuz sadece 41 km idi. Zaman zaman uyarmama rağmen Amani çok yavaş gidiyordu ve havaalanına vardığımızda saat 09.20 idi ve check-in kapanmıştı. Çok sinirlendim ve Amani'ye tepki gösterdim. Şimdi çaresiz 5 saat sonraki uçağı beklemek zorundaydım. Tabii ki Zanzibar ile ilgili hazırlamış olduğum program da böylece aksaklıkla başlamış oldu. Buradaki bir kafeye oturup zamanımı değerlendirmek için günlüğümü yazmaya devam ettim.

Burada yaşam onların deyimiyle, Pole Pole, yani yavaş yavaş. Çok umarsız yaşıyorlar, geç kalmışlar, iş olmamış, o zaman da yine onların deyimiyle Hakuna Matata, yani her şey yolunda, dert edilecek durum yok.


Nihayet Zanzibar’a uçma zamanı geldi. Havaalanında aprondan yürüyerek uçağa gittik. Zanzibar'a, Precision havayollarından aldığım biletle 50 kişilik pervaneli bir uçak ile uçacaktık. Burada daha küçük, 5-10 kişilik uçaklar da bulunuyordu. Burasını araştırırken bazı gezginlerin bu küçük uçaklarla ilginç uçma hikayelerini de okumuştum. 

Uçak havalandıktan sonra Kilimanjaro dağının fotoğrafını çekmek istedim ama hava bulutluydu ve buna imkan bulamadım. 



Yaklaşık 1 saat 10 dakika sonra Zanzibar havaalanına indik. Buradan bir taksi ile şehir merkezi Stone Town’da rezervasyon yaptığım otele doğru gittim. Yol güzergahında her yer pislik içindeydi ve her taraf leş gibi kokuyordu. Daha sonra şehri gezerken de aynı pisliği ve kokuyu bütün şehirde gördüm ve duydum. Çöpler yol kenarlarında yığılı vaziyetteydi ve bu çöp yığınlarının hemen yan tarafında da yiyecek satıyorlardı.


Burası Arusha’dan çok daha pisti ve yoksuluk belki oraya göre daha da fazlaydı. Burada yaşayanların büyük çoğunluğu Müslüman, sözüm ona Müslümanlık temizlik demekmiş.

Nihayet booking.com'dan rezervasyon yaptığım Warere House Hotele vardım, daha otelin girişinde kötü bir rutubet ve küf kokusu vardı. Öncelikle odamı görmek istedim, gösterdikleri oda da çok rutubetli ve çok kötü küf kokuyordu. Odamı değiştirmelerini istedim, fark ücreti istediler. Ben sesimi yükseltip, booking.com’a şikayet edeceğimi söyleyince, başka bir oda vermek zorunda kaldılar. Bu oda diğerinden biraz daha halliceydi.


Buraya gelinceye kadar zaten akşam olmuştu bile. Burasıyla ilgili yazılarda, Mansoon Restoran’ın iyi bir restoran olduğunu okumuştum ve oraya gittim. Ne sipariş edeyim diye düşünürken, yan masada oturan iki İngiliz kadından yardım istedim ve birisi kendisinin karışık balık tabağı aldığını ve beğendiğini söyledi ve önerdi. Gelen tabakta, bizim mercan balığına benzeyen bir balık parçası, ton balığı parçası ve kılıç balığı parçası vardı. Buranın yerli cini eşliğinde, zaman zaman İngiliz kadınlarla sohbet ederek, keyifli bir akşam yemeği oldu bu benim için. Kadınlar altı ay orada yaşıyorlarmış, ne buldular orada merakettim doğrusu.


Yemekten sonra sahil kenarında yürüyüşe çıktım. Oldukça sıcak bir geceydi ve insanlar sıcaktan kendini sahile atmış serinlemeye çalışıyorlardı. 

Sahil boyunca parkta kurulmuş olan ve açıkta satılan yiyeceklere oldukça ilgi vardı. Sadece buranın halkı değil yabancılar da ilgi gösteriyordu buraya. Ama ben burada bulunduğum süre içinde dışarıda bir şey yemeye cesaret edemedim.

Gece uykumdan her tarafım alerji olmuş olarak uyandım. Yediklerimden mi yoksa bu ortamdan mı bilmiyorum, sabahı zor ettim. Büyük ihtimalle rutubetli ve küf kokulu odada kaldığım içindir diye düşündüm.

 
Sabah sadece biraz meyveyi içeren, kahvaltı vardı menüde. Başka yiyecekler ise ekstra ücrete tabiydi. Sadece meyveleri yedim. Bu otelden ayrılmaya karar verdim oysa 2 gün kalmayı planlamıştım burada. Ödeme yaparken kart ile ödemede %5 ekstra istediler. Ayrıca  içmediğim halde 2 şişe bira parası  istediler. Biraz bağırarak tepki gösterdim ve kendilerini şikayet edeceğimi söyleyerek otelden ayrıldım. Tabii ki içmediğim biraların parasını ödemedim.


Şehri gezmeye başladım ama koku dayanılacak gibi değildi doğrusu. Buna rağmen belki bir daha görmeyeceğim buralarını diye, ısrarla gezmeye çalıştım. Önce balık haline gittim burası otele yakın bir yerdeydi. İçerisinin epeyce ağır kokusuna rağmen gezmeye çalıştım. Şimdiye kadar görmediğim balık cinslerini ve diğer deniz canlılarını görmek istedim.


Limanın hemen yakınında buranın tarihi binalarından biri olan, Old Dispansery bulunuyordu. Bu görkemli bina şimdi çok bakımsız görünüyordu. Burada  çok sayıda böyle görkemli bina vardı ama hepsi de çok bakımsızdı. 



Sahil boyunca yürürken, bazı gençler kendi aralarında dans edip şakalaşıyordu ve bazıları da kendini denize atıyordu. Buradaki gençler mutlu görünüyordu.


Burada kapılar dikkatimi çekti. Hepsi el işi ahşap oyma kapılardı.  Hepsi adeta birer sanat eseriydi. Demek ki bir zamanlar burada sanata önem veriliyormuş. Bunlara da iyi para harcanması gerektiği düşünülürse, burası zengin bir şehirmiş.  


Çok az da olsa fotoğrafta görüldüğü gibi halen bakımlı ve güzel binalar da vardı.  

Şehri dolaşmaya devam ederken, bana yine bir şeyler oluyordu tıpkı Serengeti'de olduğu gibi, hafiften baş dönmesi ve mide bulantısı. Lanet olsun sabah kahvaltısında yediğim, belki de iyi yıkanmamış meyveler yüzünden diye düşündüm. Serengeti yazımda da söz etmiştim, daha sonraki uzak doğu seyahatimde de aynı şey başıma gelince, gerek Serengetide, gerekse burada yediğim papaya meyvesinin tansiyonumu yükseltmesi nedeniyle böyle bir durumla karşılaşmış olduğumu öğrenmiş oldum. Kahvaltı tabağı fotoğrafında yediğim papayalar görülüyor. Bir daha asla papaya yemedim.


Stone Town’da büyük bir hastane bulunuyordu ve  önünde de bekleşen insanlar vardı. Görüntü hiç hoş değildi, bazı insanlar yerler uzanmış o halde sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı.



Stone Town'ın önemli bir müzesi olan, köle ticareti döneminde köle satışının yapıldığı “Old Slave Market”e gittim. Bir binanın bodrum katında izbe iki oda içine  köleler hapsediliyormuş. Buradaki limandan da gemilerle sevk ediliyorlarmış. Burada ruhum sıkıldı, çok kısa bir süre için bile olsa kalınacak gibi değildi. Kendimi hemen dışarıya attım.

Binanın üst katı da otel gibi kullanılıyordu. Burada kalanlar hangi psikoloji içinde uyuyabiliyorlardı çok merak ettim doğrusu. 


Aynı bahçede bulunan kilise ise oldukça bakımlıydı.


Halkı genelde Müslüman olan Zanzibar adasında, camiler adeta viran durumdaydı. Fotoğraftaki en bakımlı olanıydı.

Bir yandan şehrin o kötü kokusu, diğer yandan mide bulantısı beni çok zorluyordu. Bir taksiciyle anlaştım ve otelden eşyalarımı alıp Jambiani’ye doğru yola çıktık. Bozuk yolların yarattığı sarsıntı, hem de hala süren o kötü kokuya artık dayanamıyordum. Yol boyunca zaman zaman aracı durdurup kusuyordum.


Nihayet Jambiani de kalacağım Jambiani Beach Hotel’e vardık. Tek isteğim biraz uzanıp dinlenmekti. Burası gerçekten çok güzel bir yerdi, her taraf pırıl pırıl ve tertemizdi. Hemen Hint Okyanusu önünde bembeyaz kumları olan upuzun bir plaj üzerinde yer alıyordu.


Odaya girdiğimde karşılaştığım görüntü buydu.



Odamda uzunca bir süre dinlendikten sonra kendime geldim. Kalkıp denize doğru yürüdüm ne göreyim deniz ta uzaklara kaçmıştı. Bir kaç kadın çekilen deniz üzerinde bir şeyler topluyordu.


İnsanların denizden topladıkları deniz canlıları ve yosunlar.


Sabah uyandığımda denizin manzarası buydu. Pırıl pırıl suları, bembeyaz kumsalıyla harika bir görüntü ortaya çıkmıştı. 


Aslında Stone Town’da 2 gece kalmayı, bir gün Baharat, Slave Cave ve Prison İsland turu planlamıştım ama orada kalmaya dayanamayınca bu program da gündemimden çıkmış oldu. Ama buraya gelmekle iyi de yapmışım, safari sırasında oldukça yorulmuştum burası bana çok iyi geldi. Denize girdim ve gölgeleniyorum çünkü güneş çok yakıcı burada ekvatora yakın olduğumuzdan güneş ışınları dik geliyor. Bu arada Avrupalı kadın işletme sahibinin çok tatlı melez çocuğuyla da şakalaşıyor ve oynuyordum. Karanlık çıkmış fotoğrafta zor da olsak görülüyoruz.

Jambiani'den kareler;





Odamda da dinlenirken bu serüveni de yavaş yavaş (pole pole) yazmaya devam ediyordum.

Artık bugün bu seyahattaki son günümdü. Beni buraya getiren taksici bana telefon numarasını vermişti. Görevlilerden onu aramalarını rica ettim. Bir süre sonra taksici geldi ve sabah saat 10.00 da otelden ayrıldım. Bu akşam önce Dar Es Salam'a oradan da İstanbul'a uçacağım. İstanbul uçağım gece 04.00 te Dar Es Salam’dan kalkacaktı. Aradaki bu 18 saati bakalım nasıl geçirecektim.


Önce adanın önemli turistik merkezlerinden biri olan, Kizimkizi’ya gittik. Burası turistlerin yunus balıklarıyla birlikte yüzdükleri bir yerdi. Oraya gitmeme rağmen böyle bir etkinlik yapmadım, çünkü çok yüksek bir fiyat istediler. Bir de yunus balığına denk gelirsek beraber yüzecektik, yoksa orada sadece denize girmiş olacaktım.


Orada balıkçıların yeni getirdikleri avları olan ilginç ve büyük okyanus balıklarını izledim. Koskoca balıkları taşımakta bile güçlük çekiyorlardı. Kolay taşımak için hemen deniz kıyısında parçalıyorlardı. 

Bu arada yanıma gelen genç Zanzibar'lı “fırlama” bir tip ha babam bana birşeyler anlatıp duruyordu. Danimarkalı karısını, buradaki yoksulluğu, buradaki Müslümanlığı v.s. Ondan burasıyla ilgili epeyce şey öğrendim.


Bu arada orada bazı Araplar görmüştüm. O genç bu Arapların misyonerlik faaliyeti yaptıklarını söyledi. Bize Arapça dua öğretiyorlar ama ben ne dediklerini anlamıyorum ki diyordu. Ben de ona sen “light” Müslümanmısın diye sorunca, gülerek evet diye cevapladı. O gençle birlikte orada bulunan eski bir cami doğru gittik. O Arap misyonerler camide uzanmış uyuyorlardı. 

Bana çok şey anlattı ama çok da zor kurtuldum bu delikanlıdan. Ama ingilizcesi çok iyiydi onu da Danimarka'da yaşarken öğrendiğini anlattı.


Şoförüm Cemal ile buradan sonra kırmızı maymunlarıyla ünlü Jambocho milli parkına gittik. Bu park rehber eşliğinde geziliyordu. Rehber eşliğindeki bu gezimizi bir kaç maymun, tırtıl ve sincap görerek tamamladık. Safaride o kadar vahşi ve yırıtıcı hayvanı gördükten sonra bu park gezisi çok komikti doğrusu.

Saat daha 14.00 idi ve çok zamanım vardı daha. İnternetten Priecision havayollarından bilet ayırtmıştım ama vakit olduğu için feribotla gitmeyi planlamıştım. Feribot için bilet kuyruğuna girdim, tam sıra bana geldiğinde görevli bugün için bilet kalmadığını söyledi. Bugün için feribot ile karşıya geçme şansım kalmamıştı. Bu sırada taksicim beni bekliyordu ve doğruca havaalanına gittik.

Eğer henüz almadığım uçak biletinde de sorun çıksaydı, o zaman yandı gülüm keten helvaydı. Adadan karşıya geçemeyecek ve İstanbul'a döneceğim uçağı da kaçıracaktım. Hızlıca acentaya gittim, neyse ki sorun yokmuş. Bileti aldım ve şimdi havaalanlarında uzunca bir süreyi geçirmekti işim.



Yaklaşık 20 dakikalık uçuşla saat 18.00 de, Dar Es Salam havaalanına vardık. İstanbul uçağımın kalkmasına daha 10 saat vardı. Bu zamanı havaalanından nasıl geçirecektim. Havaalanında bulunan Flamingo kafeye çıkıp, bir yandan vodka-portakal içerken, bu satırlara devam ettim. Bu kadar zamanı geçirmek oldukça zor ve sıkıntılı oldu ama başka da çarem yoktu.

Zanzibar ile ilgili kısa değerlendirmem şöyle ;

Stone Town'ı görmezseniz bir şey kaybetmiş olmazsınız. Zanzibar yazıldığı gibi ucuz bir tropikal ada değil. İğrenç oteller için bile yüksek fiyatlar istiyorlar. Yemekleri de hiç ucuz değil, örneğin aynı balık tabağını Türkiye’de daha güzel bir mekanda çok daha ucuza yiyebilirsiniz. Yalnız Jambiani gerçekten görülesi bir yer. Buranın dışında diğer gördüğüm yerler de çok sıradandı ve hiç bir özellikleri yoktu.




                     GİDECEKLERE İYİ SEYAHATLER

Hiç yorum yok: