İTALYA - BASSANO DEL GRAPPA - MAROSTİCA

NİSAN - 2018

Geçen yılki Vietnam seyahatimizde, İtalyan Giuseppe Bosio ile tanışmış ve birbirimizi karşılıklı olarak ülkelerimize davet etmiştik. Bu yıl onun botanikçi arkadaşı Giuseppe Busnardo'nun "Çiçek Festivali" daveti üzerine, İtalya'ya gitmeye karar verdik.


Giuseppe, daha önce anlaştığımız gibi, bizi Venedik Marco Polo havaalanında karşılıyor ve yaşadığı Bassano Del Grappa'ya doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz üzerinde onun hayat arkadaşı, Ulli'nin evinde buradaki ilk akşam yemeğimizi yedikten sonra, Bassano'daki otelimize yerleşiyoruz. Otelimiz Del Ponte isminde ve eski şehir merkezine oldukça yakın. Temiz bir otel olmasına karşın, görevliler pek ilgisiz ve Avrupanın göbeğindeki bir otelde internet bile doğru dürüst çalışmıyor. İlginç bir durum.


Bassano aslında küçük bir şehir ama tarihi mekanları oldukça fazla. Burası kuzey İtalya'nın Veneto bölgesinde, yönetimsel olarak Vicenza eyaletine bağlı bulunuyor. Hemen kuzeyinde bulunan Alp dağları üzerindeki Grappa dağından alıyor ismini. Giuseppe istersek bu karlı dağın zirvesine çıkaracağını söylüyor bizi, ama onun için de bize bir gün daha gerek bu yüzden istemiyoruz. İlk gün bulutlu havada göremediğimiz bu dağı, daha sonraki 2 günde net olarak görüyoruz uzaktan.

Bassano en çok Brenta nehri üzerindeki kapalı köprüsü, bölgede üretilen grappa likörü, seramikleri ve askeri tarihi nedeniyle ünlü. Şimdi sırasıyla onları gezip, görüp, yazacağım.

Sabah kahvaltısını takiben, Giuseppe'nin rehberliğinde kenti dolaşmaya başlıyoruz. Aslında çok tarihi bir bölge olmasına karşın, pek fazla turistin ilgisini çeken bir bölge değil burası. Burada bulunduğumuz 3 tam gün, ki bu zaman diliminde Vicenza, Verona'ya da gittik. Bu şehirlerde bizden başka Türk turist veya gezgine rastlamadık. Burada karşılaştığımız kişiler genelde İtalya'nın başka bölgelerinden gelen yerli turistlerdi.


Otelimizin hemen karşısında Tempio Ossario katedrali bulunuyor. Giuseppe bize dışarıdan anlatıyor burasını ve içine girmeden yolumuza devam ediyoruz. Bu katedral kırmızı tuğlalardan ve 60 m. yüksekliğinde iki adet çan kulesiyle dikkati çekiyor. 1. dünya savaşında ölen 6000 asker buraya gömülmüş.


Piazza della Liberta meydanına  dar yollardan ilerleyerek gidiyoruz. Meydanın tam girişinde Venedikliler döneminin sembolü olan arslan heykeli bir sütun üzerinde.  Napolyon Bonapart bu bölgeyi işgal ettiğinde, bu aslan heykellerinin hepsini kırdırmış, dolayısıyla bu heykel de sonradan yapılan bir heykelmiş.


Bu meydanda buluşan sokaklar içinde kafeler, mağazalar, kiliseler bulunuyor. Bu sokaklarda gündüz gezerken, deyim yerindeyse, in cin top atarken, akşam iş çıkışı adeta insan kaynıyor. Kafelerde oturan yerel halk bir yandan şaraplarını içerken, bir yandan da sohbet ediyorlar.


Bu meydandaki Museo Civico'nun bahçesine giriyoruz. Giuseppe nedense müzeye girmeyi teklif etmiyor. Biz de ona tabi olduğumuz için, sadece onu takip ediyoruz. Bu sefer müzenin hemen yanındaki Chiesa Di San Giovanni Battista katedraline giriyoruz. 1308 yılında yapılmış olan bu kilise oldukça ihtişamlı görünüyor.


Buradan çıkıp dar sokaklarda ilerlerken, bir binanın önünde duruyoruz. Burası Napolyon Bonapart'ın bu bölgeyi işgali sırasında konut olarak kullandığı bina. Şimdi ise büyük bir kitabevi ve üst katında da konferansların verildiği bir kültür merkezi olmuş. Giuseppe üst katındaki konferans salonunu gezdirirken, Napolyon'un yatak odasının kapısını gösteriyor bize.


Bu kadar az bir nüfusun yaşadığı (yaklaşık 40.000 kişi) bu küçük şehirde, bu büyüklükteki bir kitabevi bizi oldukça şaşırtıyor. Demek ki okuyan insan sayısı oldukça fazla. İnsan kendi memleketini düşününce daha fazla üzülüyor doğal olarak.

Hatta bu kitabevini gezerken, rafta gördüğümüz ve bir İtalyan yazar tarafından yazılmış olan resmini paylaştığım bu kitabı görünce üzüntümüz daha da artıyor. Kitabın adı " Atatürk'e güle güle, Erdoğan geldi Türkiye'yi değiştirdi" !!!!!!!


Sırada Piazza Garibaldi meydanı var. Meydanın ortasında büyük bir fıskiyeli havuz ve hemen yanında üzerinde bir de saat olan kule Torre Civica bulunuyor. Aslında bu kuleye çıkıp Bassano'yu yukarıdan seyretmek mümkün, ama rehberimiz bunu gerekli görmüyor herhalde..


Buradan eski şehir dışına çıkıyoruz. Eski şehir duvarlarının büyük bir kısmı hala varlığını sürdürürken, bir kısmının da konut duvarı haline getirilmiş olduğunu gözlemliyoruz.



Grappa dağı ve Bassano şehri hem 1. hem de 2. dünya savaşlarında önemli mevzilermiş İtalyanlar için. Almanlar işgal ettikleri bu bölgede 31 İtalyan partizanını astıkları ve bir hafta asılı bıraktıkları ağaçlar da bir anıt gibi duruyor. Ağaçların önünde de bu kişilere ait resim ve bilgiler bulunuyor. Bu insanı üzen durumun yanında, buradan Alplerin güzel manzaralarını izlemek de oldukça keyifli. Resimdeki başı dumalı dağ Grappa.


Buradan yolumuza devam ederken karşımıza Castello Degli Ezzelini çıkıyor. Burada Colle Duomo di Santa Maria katedrali bulunuyor. Ancak buraya girmenin yasak olduğunu söylüyor Giuseppe. Dolayısıyla sadece dışarıdan fotoğraflayabiliyoruz.



Bassano'da, ki bu kentin de simge yapısı olan, Brenda nehri üzerindeki Ponte Vecchio köprüsüne gidiyoruz. Bu ahşap köprü 1569 yılında yapılmış, ancak zaman zaman sel baskınları nedeniyle tamirat geçirmiş. Hatta köprü ikinci dünya savaşı sırasında büyük ölçüde yıkılmış. En son selde kayan köprü, temelleri sağlamlaştırılarak ve güçlü makinalarla çekilerek yerine oturtulmuş. Hala gergi halatlarıyla emniyete alınmış görünüyor.



Çeşitli yıllarda yükselen sel sularının geldiği nokta da bazı binalar üzerine işaretlenmiş. Yukarıdaki resimde duvardaki işaret 1966 yılında nehrin vardığı seviyeyi gösteriyor.


Bu nehir kıyısında malikaneler de bulunuyor. Bunlardan birisini işaret ederek, "Diesel" markası sahibine ait olduğunu söylüyor Giuseppe.


Giuseppe'nin anlattığına göre 2. dünya savaşı sırasında, İtalyanlar ve Avusturyalılar arasında bu köprüde şiddetli çatışmalar olmuş. Köprünün yanındaki binalardaki kurşun delikleri, çatışmanın izlerini taşıyor.



Buraya geliş amacımızdan birisi de, davet edildiğimiz festivali görmek. Bu festival Giardini Parolini'nin isminin verildiği parkta yapılacak. Giuseppe biz buraya gelmeden önce, Parolini'nin ünlü bir İtalyan botanikçi olduğunu yazmıştı bana. Parolini 199 yıl önce Kaz Dağlarında yolculuk yapmış ve oradan topladığı tohumları burada ekmiş. Ona burada çok değer veriyorlar ve bu parka da onun adını vermişler.


Bu parka geliyoruz. Arkadaşım Giuseppe Bosio beni arkadaşı botanikçi Giuseppe Busnardo ile tanıştırıyor. O buradaki festivalin de sorumlusu. Birlikte Parolini'nin Türkiye'den getirdiği tohumdan olan 199 yıllık çam ağaçına götürüp orada hikayesini anlatıyor bana.

Giuseppe Busnardo da bir grup arkadaşıyla resmi bir heyet olarak, gelecek yıl Türkiye'ye gelecekler. 200 yıl sonra Parolini'nin güzergahını 15 gün boyunca yürümek istiyorlar. Seneye de ben onlara bu konuda yardımcı olacağım.

Bassano'daki bu turumuzdan sonra, Giuseppe biz evine davet ediyor. Eve girince adeta bir müzeye girmiş gibi oluyoruz. Dünyanın pek çok ülkesinden getirdiği eşyalar arasında yaşıyor. Bize hangisinin hangi ülkeden olduğundan söz ediyor. 

O dünyanın pek çok ülkesinde aylarca yaşamış olan birisi ve gerçekten adeta tam bir modern Marco Polo.



Giuseppe, evinde bize yaptığı ikramlarından sonra, buraya yakın ve kalesiyle ünlü Marostica'ya doğru yola çıkıyoruz.

MAROSTİCA



Venedikliler tarafından yapılmış ve düz bir zeminden, tepeye doğru ilginç bir kaleye sahip burası. Giuseppe bizi arabasıyla önce kalenin (Catello Superiore) en üst noktasına çıkarıyor. Eğer buraya onsuz gelmiş olsaydık, asla bu dik tepeye yürüyerek çıkamazdık. Buradan hem Marsotica kasabası ve aynı zamanda ovanın güzel görüntüsünü de seyredememiş olurduk.




Marostica hem bu kalesi hem de iki yılda bir yapılan satranç festivali ile de ünlü. Yukarıdaki Marostica'yla ilgili ilk resimde, arkamızdaki meydandaki satranç alanına dikkainizi çekerim.
Bu festivalde bu büyük alanda insanlar o döneme ait giysiler ile satrancın bir parçası oluyorlarmış. Resim alıntıdır. 























Meydanda dolaşırken, çok mutlu ve adeta havalara uçan bir gelin ve sürekli içen damat ile karşılaşıyoruz. Bunen nedenini pek çözemedik ama, onlarla birer hatıra fotoğrafı da çekilmeyi ihmal etmedik. :)





Artık günün sonuna geldik ve Bassano'ya dönüp otelde dinlenme zamanı bizim için.

Şimdi de buraya özel yeme içme konusuna gelelim. Buranın en ünlü içeceği, Grappa likörü. Bu likör de adını Grappa dağından alıyor. Daha sonraki günlerde yapacağımız Verona gezimiz yolculuğu sırasında gördüğümüz, daha ziyade tepelerde bulunan üzüm bağlarının üzümleriyle yapılıyormuş bu likör. İtalya'nın farklı bölgelerinde de grappa adıyla likör yapılıyorsa da, bu bölgedekinin en iyisi olduğunu söylüyor Giuseppe. Burada da küçük bir likör müzesi de bulunuyor (Museo della Grappa). Müze tüm gün açık ve ücretsiz.



Giuseppe ilk gün bizi bir pizzacıya götürüyor. Orada bize uygun pizza margerita. Ertesi gün meşgul olduğundan biz yalnız gezmek durumunda kalıyoruz. O günü Vicenza'da geçirip akşam Bassano'ya dönüyoruz (Vicenza'yı daha sonra yazacağım.) ve niyetimiz lazanya yemek ama hiç bir yerde bulamıyoruz. Bir restoranda iki ayrı çeşit spagetti yiyor ve bu lezzetleri deniyoruz ama pek memnun kaldığımızı söyleyemem. 

Buradaki son gecemizde, daha önce hep kapalı gördüğümüz ama o gün açık olan, Cevapcici isimli restorana gidiyoruz. Cevapcici'yi daha önce Sarajevo'da yemiştim ve bu bildiğiniz köfte. Restoran sahibine bunun Bosna yemeği olduğunu söylüyorum, o da bana Sırp yemeği olduğunu. Adam meğerse Sırp imiş ve ben de Arnavut olduğumu söylüyorum. Hadi bakalım aramızda savaş mı çıkacak derken..:) Adam siparişimiz aldıktan sonra, bize en iyi şekilde servis yapıyor ve fiyatı da oldukça ucuz olan bu lezzetli cevapciciyi. İtalya'da bulunduğumuz bu bir haftalık gezimiz sırasında en iyi öğünlerden biri oluyor bizim için.

Yarın yolumuz Vicenza'ya.

Vicenza seyahati yazımı okumak için tıklayınız..

İYİ SEYAHATLER









Hiç yorum yok: