EYLÜL - 2024
Malaga'dan yine tren ile 5,5 saat süren yolculuk sonunda Sevilla'ya ulaştık. Yine eski şehir merkezinde, Sevilla Katedraline 2 dakika mesafede olan bir kiralık dairede konakladık. Bu daire oldukça güzel ve tertemizdi.
Triana;
İlk gün yolculuk uzun sürünce çok fazla yer gezme şansımız olmadı. Akşam üzeri kenti ikiye ayıran Rio Guadalquivir Nehri üzerinde bulunan köprü üzerinden Triana'ya geçtik. Burası eski bir çingene mahallesi. Burası akşam üstü oldukça kalabalıktı burada bulunan barlarda yer bulmak bile bir sorun oldu.
Şehrin en iyi flamenko kulüpleri ve tapas bar’larından bazıları burada bulunuyor. Biz de burada önce karnımızı doyurup, sonra ünlü Casa Berrinche'de içkilerimizi yudumladık.
Artık eve dönüp dinlenme zamanıydı.
Plaza de Toros;
Ertesi gün gezimize, evimize çok yakın olan, Plaza de Toros'dan başladık. Burası eskiden boğa güreşlerinin yapıldığı bir arena ama şimdi sadece müze olarak kullanılıyor.
Burada boğa güreşleriyle ilgili çok sayıda görsel bulunuyor. Burayı gezerken de insanın içi acıyor o işkence ile öldürülen hayvanlar için.
Torre del Oro;
Yolumuza devam ederken bu kez karşımızdaki tarihi yapı Torre del Oro oldu. Burası Guadalquivir Nehri’nin sol yakasındaki, 36 metre boyundaki gözetleme kulesi. Küçük bir kule ama burada ünlü bir marka.
Kule üç bölümden oluşuyor, ilk bölümü 1220 - 1221 yılları arasında, ikinci bölüm 14. yüzyılda 1. Pedro, üst silindirik bölümü ise 1760 yılında inşa edilmiş. Biz içine girmeyi tercih etmedik.
Parque de Maria Luisa;
Bu gün gezimize yolumuz üzerinde gördüklerimiz hariç en uzak noktasından başlamak istedik. O yüzden büyük bir alanı kapsayan Parque de Maria Luisa'yı ve içindeki önemli yerleri görmek istedik.
Bu park Sevilla'nın en büyük yeşil alanı. Mariz Luisa kendi malı olan bu araziyi 1893 yılında kamuya bağışlamış. Ünlü Plaza de Espana da bu park içinde yer alıyor.
Pabellon Mudejar;
Bunlardan ilki Pabellon Mudejar oldu. Binanın mimarisi çok güzeldi ve içinde önemli bir şeyler olduğunu düşündük ama doğru dürüst bir şeyle karşılaşmadık. Buraya girmek AB ülke vatandaşlarına ücretsiz, bize ise 1 euro idi. Zaman kaybetmeye değmeyecek bir yer.
Plaza de Almeiro ve Arkeoloji Müzesi;
Plaza de Almeiro Pabellon ve Arkeoloji müze arasındaki bölge. Burası oldukça güzel ve bakımlı bir alandı. Arkeoloji Müzesinde yapılan tadilat nedeniyle oraya da giremedik.
Burası yolumuzun en sonuydu ve buradan geriye doğru yürüdük. Şimdi karşımızda oldukça heybetli ve güzel bir yapı vardı, Plaza de Espana.
Plaza de Espana;
Burada gerçekten şimdiye kadar görmediğimiz ölçüde büyük bir meydan ve yapı ile karşılaştık. Burası Plaza de Espana.
Bu heybetli yapıyı gezmek de oldukça zaman alıyor. Burası 1929 İber-Amerikan Expo Fuarı olarak Mimar Anibal ve Mimar Jean- Cladue Frontier tarafından projelendirilmiş ve inşa edilmiş.
Fuar için yapılmış olsa da zamanla şehrin önemli simgelerinden biri haline gelmiş. Arap ve Rönesans dönemi İspanyol Mimarisinden oluşan bir yapı. Meydanın ön cephesinde, İspanya’nın neredeyse tüm tarihi yerlerinin hikayesini resmeden seramik işlemeler bulunuyor.
Kompleksin ortasında da Vicente Traver çeşmesi yer alıyor. Yapıyı boydan boya bir kanal geçiyor. Bu kanalda kayık kiralayıp tur yapabiliyorsunuz ama kanal kısa olduğu için buna değer mi düşünmek lazım. Biz de kayık sefası yapmadık zaten memleketimizde tekne sefası yapmışken burası çok cılız kalırdı.
Yapılar arasında bu kanal üzerinde geçişi sağlayan 4 adet köprü bulunuyor. Burası filmlerde de kullanılan bir yer olmuş. Arabistanlı Lawrence, Yıldız Savaşları 2. Bölüm, Klonların Saldırısı ve Diktatör olmak üzere birçok filmde kullanılmış.
Buradan çıkışta Alcazar'a doğru ilerlerken, Romeo ve Jüliet olayının geçtiği yer olarak iddia edilen evin önünden geçip fotoğrafladık.
Burası Yahudi mahallesi olan Santa Cruz'da bulunuyor. 17. yüzyılda hastane olarak işlev gören bu yapı, 1991 yılında yapılan restorasyon ile sergi, konser ve seminerlerin düzenlendiği bir yer olmuş.
Patio de Banderas;
Müslümanların şehirde kaldıkları ve kalede ikamet ettikleri dönemde III. Abderraman, 10. yüzyılda bu alanı saray olarak yaptırmış ve Dar Al-Imara veya Prens evi veya Vali evi olarak anılmaya başlanmış.
Sevilla Katedrali;
Buradan çıkarak evimize yakın konumda bulunan Sevilla Katedraline doğru yürüdük. Yorgunluğumuz nedeniyle Katedralin içine girmeden, dışarıdan fotoğrafladık.
Sevilla 1248’de Kastilyalılar tarafından fethedildiğinde bu katedralin yerinde bir cami bulunuyormuş. Bu cami yıkılarak yerine dünyanın en büyük katedrallerinden olan Sevilla Katedrali’nin yapımına başlanmış. Fakat tamamlanan ilk katedral, bir depremde yıkılmış. Bu katedral, o tarihte dünyanın en büyük katedrali olma ünvanını İstanbul’daki Aya Sofya’nın elinden almış.
Buradan devamla kiralık dairemize dönüp biraz dinlendik.
Akşamüzerine doğru şehrin dar sokaklarından ilerleyerek Teatro Patte'de bu akşam Flamenko gösterisi için bilet aldık.
Metropol Parasol;
Oyunun başlamasını beklerken Plaza de Encarnacion Meydanı'na doğru yürüdük. Bu meydanda bulunan dünyanın en büyük ahşap yapısı olan Metropol Parasol'e geldik. Metropol Parasol, Şehir Şemsiyesi demekmiş ve buradaki meydanı tamamen örtüyor.
İnsanlar buradaki merdivenlerde dinlenirken, sokak çalgıcısı bir kızın org ile çaldığı güzel müziğini de dinliyorlardı. Biz de onlara eşlik ettik.
Artık Flamenko gösterisini izleme zamanı gelmişti.
O günlerde Sevilla'da Flamenko bienali varmıi. Şansımıza o gece ünlü bir Flamenko okulunun Sevilla'daki son dans gösterisi vardı. Gerçekten bu harika gösteriyi keyifle izledik. Gösteri bitiminde, iyi ki Flamenko gösterisini Sevilla'ya bırakmışım dedim kendi kendime.
Feria Bit Pazarı;
Sevilla'nın bazı sokaklarında kurulan bit pazarlarını bazı bloglarda okumuştum. Eşime de bahsedince oraya gitmeyi çok istedi (kadın milleti işte çarşı pazar deyince dayanamıyorlar))).
Saat 10.00 ile 15.00 arasında açık olan bu pazara geç kalmamak için öncelik verdik. Epeyce bir yol yürüyüp Calle Feria'da bulunan Feria Pazarına vardık. Bu pazar 1254 yılından beri kurulan bir pazarmış. Burada çeşitli antikalar, biblolar, avizeler daha doğrusu aklınıza böyle bir bit pazarında ne bulunur diye düşünürseniz işte hepsi vardı.
Pazarda bir süre dolaştık ama bana çok ilginç gelmedi doğrusu.
Buradan Sevilla Alcazar'a doğru yürüdük. Okuduklarımın aksine bilet alma sırasında çok zaman harcamadık.
Sevilla Alcazar;
İslam Dönemi;
''712 yılında Sevilla, Emevi Halifeliği tarafından fethedildi. 913-914 yıllarında, Kurtuba hükümetine karşı bir isyandan sonra, Endülüs'ün ilk halifesi Abdurrahman III, Vizigot Hristiyan bazilikasının yerine müstahkem bir yapı inşa etti. Her iki tarafı yaklaşık 100 metre uzunluğunda, dörtgen, kabaca kare bir muhafazaydı, duvarlar ve dikdörtgen kulelerle güçlendirilmişti ve şehir surlarına eklenmişti. 11. yüzyılda, Taifa döneminde, Abbadid kralı El-Mu'tamid kompleksi güneye ve doğuya doğru genişletti, yaklaşık 70 x 80 metre ölçülerinde yeni bir güney muhafazası ile. Bu yeni saraya El Mübarek adı verildi. İnşaata ahır ve depo gibi çeşitli ilaveler de yapıldı.
1150'ye doğru Muvahhid Halifeleri, Endülüs'teki başkentleri olarak Sevilla'yı geliştirmeye başladılar. Muvahhid valisi, müstahkem kompleksi batıya doğru genişleterek boyutunu neredeyse iki katına çıkardı. Eski muhafaza alanlarına en az altı yeni avlu sarayı inşa edildi ve batı uzantılarına dokuz saray eklendi. 1163'te halife Ebu Yakub Yusuf, Alcazar'ı bölgedeki ana ikametgahı yaptı. 1169'da saray kompleksini daha da genişletti ve güzelleştirdi, mevcut sarayların kuzey, güney ve batı taraflarına altı yeni muhafaza alanı ekledi.
Çalışmalar mimarlar Ahmed ibn Baso ve Ali al-Ghumari tarafından gerçekleştirildi. Duvarlar hariç, önceki binaların neredeyse tamamı yıkıldı ve toplamda yaklaşık on iki saray inşa edildi. Yeni yapılar arasında, eski Abbadid muhafaza alanında duran ve artık Patio del Crucero olarak bilinen çok büyük bir bahçe avlusu vardı.
1171 ile 1198 yılları arasında Alcazar'ın kuzey tarafına devasa yeni bir cemaat camisi inşa edildi (daha sonra şu anki Sevilla Katedrali'ne dönüştürüldü). Ayrıca 1184'te yakınlarda bir tersane ve 1196'da bir tekstil pazarı inşa edildi.
Hristiyan dönemi;
Sevilla, 1248'de Kastilya Kralı III. Ferdinand tarafından fethedildi. Eski Mağribi saray-kalesi Kastilya hükümdarları tarafından ele geçirildi ve önemli bir yeniden yapılanma ve tadilattan geçti, öyle ki İslam dönemi yapısının çoğu o zamandan beri ortadan kayboldu.
1258'de Alfonso X (Ferdinand'ın halefi) için bu alana Gotik tarzda bir saray inşa edildi. Günümüzdeki Patio del Crucero'nun bulunduğu yere inşa edildi ve burada bulunan Almohad dönemi avlusunun bazı kısımlarını içeriyordu ve bu kısımlar, kesişen iki yolla dört bölüme ayrılmış İslam tarzı bahçeyi içeriyordu. Bu yolların üzerine ve avlunun etrafına Gotik tarzda tonozlar ve sivri kemerler ve birkaç nefe bölünmüş bir salon eklendi.
Spiral merdivenler içeren köşe kuleleri üst terasa erişim sağlıyordu. Bugünkü Gotik saraydan yalnızca üst kattaki Sala de las Bóvedas ve Gotik çapraz nervürlü tonozlarıyla Baños de María de Padilla korunabilmiş veya kısmen korunabilmiştir'' (Alıntı; Wikipedia)
Duvarlarda o dönemlerden kalma ve yaşamı anlatan resim haline çok büyük bir halılara da hayran kaldım.
Bu saray Game of Thrones'e de set olmuş. Dizide The Water Gardens of Dorne olarak geçen yer bu sarayın güzel bahçesi olmuş.
Her gittiğim yerde olduğu gibi benim klasikleşmiş yabancılarla fotoğraf çektirmem bu kez bir Asyalı kız ile oldu. (Fotoğrafı çeken eşim)
İYİ SEYAHATLER