İSPANYA - MALAGA

 EYLÜL - 2024

Granada turumuzu tamamladıktan sonra, buradan hızlı tren yolculuğuyla yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculukla Malaga'ya ulaştık. Yaptığım bir hata sebebiyle şehir merkezinden biraz uzakta daire kiralayınca, Malaga'da ulaşım nedeniyle, biraz zaman kaybı yaşadık. Dairemize ulaşmamız otobüs ile oldu ve daha sonra tren ulaşımını keşfedince, şehir merkezine gidiş - dönüşlerimiz tren ile yaptık.

Ulaşım deyince şunu söylemem gerekir ki; İspanya'nın her yerinde ulaşım oldukça güzel ve rahat. Şehir içi ulaşımda hem şehir içi ulaşım kartı, hem de nakit ödeme kabul ediyorlar. 65 yaş üstü olanlara da indirim var, biz de artık bu sınırı aştığımız için bu indirimlerden hep yararlandık.)))

Malaga'daki ilk günümüzde hem buraya geç ulaşmamız, hem de pazar günü olması ve bir çok yerin kapalı olması nedeniyle sadece dışarıda bir yemek yiyip, bir şeyler satın alıp evimize dönüp dinlenmeye çekildik.

Malaga Akdeniz kıyısındaki bir Endülüs şehri. 16 güneşli plajının ötesinde büyüleyici bir kültürel tarafa sahip bir şehir. Pablo Picasso'nun doğum yeri ve müzesinin bulunduğu şehir.

Kültür ve denizin birleşimini alıp canlı bir atmosfer, barlarda servis edilen sayısız tapas, Soho gibi son teknoloji mahalleler, plajları, modern hale gelen liman gibi alanlar ve yüzyıllardır tarihi olan anıtları da eklersek, sonuçta herkesin keşfetmek isteyeceği bir şehir burası. 

Puerto de Malaga

Ertesi gün Malaga merkezine inip şehri keşfetmeye başladık. Merkez tren istasyonundan başlayarak, limana doğru yürüdük. Havanın da çok sıcak olduğu bu günde, gölgeler sığınıp ilerlemek zorunda kaldık. Bir de düşünün buraya Temmuz ve Ağustos aylarında gelenleri! Bu yüzden İspanya için en güzel mevsimler ilkbahar ve sonbahar ayları. Yukarıdaki fotoğrafta da Malaga Limanı var.

Buradaki ilk tarihi yapı Malaga Katedrali'ydi. 

Katedral, yakınlardaki Alcazaba ve Gibralfaro Kalesi'ni çevreleyen kalıntıları duvarlarını tamamlanamamış bir bölümünde yer alıyor. 1528 ile 1782 yılları arasında bir caminin yerine inşa edilmiş. Malaga Katedrali’nin güney kulesi hala bitirilememiş.

Buradan Alcazaba ve Gibralfaro Kalesine doğru yürüdük.

 Alcazaba ve Gibralfo Kalesi;

Alcazaba  Müslüman yönetimindeki Endülüs döneminde inşa edilmiş, İspanya'nın Malaga kentindeki görkemli bir tahkimatmış. Mevcut kompleks 11. yüzyılda başlamış ve 14. yüzyıla kadar birçok kez değiştirilmiş veya yeniden inşa edilmiş. İspanya'daki en iyi korunmuş alcazabalardan biriymiş. Alcazaba ayrıca duvarlı bir koridorla daha yüksek olan Gibralfaro Kalesi'ne bağlanıyor. 

Gibralfaro Kalesi, Malaga'nın merkezi yer alan bir kale kompleksi. Bu kale, 14. yüzyılda inşa edilmiş. Gibralfaro Kalesi, İspanya'nın en iyi bilinen ve en iyi durumda olan kalelerinden birisiymiş. 

Kalede gezerken karşılaştığım siyahi kız ile de fotoğraf çekilmeyi ihmal etmedim. Bu benim seyahatlerimdeki rutinim.

Alcazaba girişinin bitişiğinde MS 1. yüzyıla tarihlenen bir Roma tiyatrosunun kalıntıları bulunuyor.


Picasso Müzesi; 

Tam adıyla Pablo Ruiz Picasso'nun memleketi olan Malaga'da  eserlerinin topluma gösterilebileceği bir yer istemiş ve  Museo Picasso Málaga 2003 yılında açılmış.

Tamamen Picasso'nun çalışmalarına adanmış koleksiyon, 230'dan fazla resim, heykel, çizim, grafik eser ve seramikten oluşuyor. Sanatçının kariyerini belirleyen çığır açan yenilikleri ve devrim yarattığı geniş yelpazedeki stilleri, malzemeleri ve teknikleri somutlaştırıyor bu müze.

Buradan sonra tekrar kiralık evimize döndük. Yarın yolumuz Sevilla'ya

İYİ GEZMELER



İSPANYA - GRANADA

 EYLÜL - 2024

Cordoba gezimizi tamamladıktan sonra bu kez yolumuz Granada'ya. Yine hızlı tren yolculuğuyla yaklaşık 1,5 saatte Granada tren istasyonuna vardık. Buradan da navigasyon ile kiralık dairemize ulaştık.

Yine biraz dinlenmemizin ardından Granada'yı keşfe çıktık.

Aslında Granada demek El Hamra (Al Hambra) Sarayları demek. Granada gezimizin sonunda diğerleri pek fazla önem arzetmedi bizim için.  Ama El Hamra Saraylarına istendiği an uygun fiyatla bilet alabilmek oldukça zor. Bilet alma işini uzun zaman önce halletmek gerekiyor. Bizim gibi genel tur planı olan ama yolda planı değiştirebilenler için bu oldukça zor. Çünkü hangi tarihte nerede olacağımız tam belli olmuyor ve bu nedenle de önceden bilet temin etmemiz söz konusu olamadı. 

UNESCO sarayların korunması amacıyla günlük ziyaretçi kotası koymuş. Bu yüzden her yarım saat için belli ziyaretçi sayısı koymuşlar. 

Bilet meselesi o kadar enteresan ki, gün içinde internet üzerinden bilet almak için çalışmaya başladığınız andan alıncaya kadar geçen sürede içinde bile fiyatlar hayli yükseliyor. Turizm acentaları biletleri toptan alıyorlar ve El Hamra Saraylarını görmek isteyenlere fahiş fiyata da satıyorlar. Adamlar çok güzel bir düzen kurmuşlar, nasılsa buraya gelenler El Hamra'yı görmeye gelmişlerdir diyerek turistleri adeta yoluyorlar. Haklılar da biz de buraya kadar gelmişken burasını görmemek büyük eksiklik olur diye düşündük ve ertesi gün için internet üzerinden bilet alınca, biz de yolunmuş olduk. Eğer orada olma tarihiniz çok önceden kesinleşmişse bileti uygun fiyata almanız mümkün.

İlk günümüzde minyatür trenle gezmeyi düşündük, çünkü Granada dağlık, inişli yokuşlu bir şehir. Trenle şehrin dar ve yokuş yollarında panaromik tura başladık. Tren Elhamra Sarayları önüne çıkıp tekrar aşağıya indi. Biz de durakta inip yürüyerek bir durak sonrasına kadar olan bölümü gezmeyi düşündük.

Ama bu bölümde yine yokuş bir bölgeydi. Trenle gezerken pek bir şey anlaşılmıyor derken yokuş yukarı da yürümek oldukça yorucu oldu.

Yolumuz üzerinde bulunan İglesia de San Pedro y San Pablo kilisesini, kapalı zamanında olması nedeniyle dışarıdan fotoğrafladık. Bu kilise 1559-1567 yılları arasında, Los Banos Camisinin yerine inşa edilmiş.

Sürekli yokuş çıktığımız yolumuza devam ederken, Granada Arkeoloji Müzesi'nin önünden geçip yolumuza devam ettik. Aslında müzeleri de gezmek iyi olurdu ama bunun için çok zaman ihtiyaç var. Zaten bir şehirde bir müzeyi gezince, başka bir şehirde aynı tarz bir müzeyi gezmeye gerek de kalmıyor.

Yokuşun tepesine yakın konumda bulunan Placio de los Cordoba'ya girip gezmek istedik ama görevli saraya giremeyeceğimizi sadece bahçeleri gezebileceğimizi söyleyince girmeden yola devam ettik.

Yolumuz üzerinde Sacromonte'de bulunan Çingene Mahallesi'nde de biraz dolaştıktan sonra Albaicin'e doğru yürüyüp buradan El Hamra'yı uzaktan fotoğrafladık. Bu mahallede Flamenko gösterilerinin yapıldığı mekanlar da bulunuyor. Biz Flamenko gösterilerini Sevilla'ya bıraktık, iyi de yapmışız, nedenini Sevilla yazımda anlatacağım.

Artık yorulmuştuk ve minyatür tren ile geriye dönmeye karar verdik. Arena'nın önünden geçerken de araçtan burasını fotoğrafladım. Arena gezimizi de Sevilla'ya bıraktım.

Ertesi gün saat 16.00 için El Hamra turu satın almıştık. Bu tura kadar kendimizi yormadan gezmek istedik, çünkü El Hamra turu 2-3 saat süren bir tur olacaktı. Bu nedenle sadece eski şehir merkezinde Granada Katedrali civarında gezindik. 

Burada turistik eşya dükkanları, kafeler, restoranlar ve farklı ürünler satan dükkanlar vardı. Domuz pastırması satan bir dükkandan, domuz pastırmalı sandviç aldık oldukça lezzetliydi.

VE EL HAMRA (AL HAMBRA)

El Hamra Sarayları önünde tur rehberimizle buluştuk. Yukarıda yazmıştım her yarım saatte bir ziyaretçi alıyorlardı. Biz de 16,30 da tura başladık. Buraya gelenler önce Nasır Saraylarından geziye başlıyormuş bu nedenle çok kalabalık oluyormuş. Rehberimiz bizi daha sakin olan bölge olan Generalife bölgesine yönlendirdi.


Tarihçesi;

''Generalife, Granada'nın Müslüman kralları tarafından dinlenme ve inziva yeri olarak kullanılan bahçeli villadır. Elhamra'nın yakınında, süs bahçeleri, meyve bahçeleri ve mimarinin entegre edildiği kırsal bir villa olarak tasarlanmıştır. ''

''İsmin kökeni tartışmalıdır. Bazıları, Yannat al-Arif'in Huerta del Arquitecto veya "Mimarın Bahçesi" olarak adlandırıldığını, ancak bunun En Yüce Bahçe anlamına gelebileceğini savunmaktadır. Bu kraliyet bahçesi, Hispano-Arap saraylarında yaygındı ve farklı sultanlar tarafından yapılan reformların ve eklemelerin sonucudur. En eski dekoratif unsurları göz önüne alındığında, sarayın 12. ve 14. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olması gerekir.''

''1492'deki fetihten sonra, Katolik Hükümdarlar mülkü, muhafazası ve kullanımı için bir gardiyana verdi. Bu vesayet, 1631'den itibaren Granada-Venegas ailesine ebediyen geçti, 19. yüzyılda başlatılan uzun bir dava sonucunda 1921'de Devlete dahil edildi.'' Alıntı.

Burası havuzları, su kanalları, çiçekleri, ağaçları ile adeta bir vaha yaratılmış gibiydi. Halen akan suları, su yolları sayesinde o çağlardan beri 16 km. mesafeden getiriliyormuş.  

Burada her yıl düzenlenen müzik festivalleri için de bir bölüm ayrılmış.

Buradan devamla buranın en önemli bölümlerini kapsayan bölgeye doğru yürüdük. Önümüze çıkan ilk yapı Placio de Carlos oldu.

NOT: Daha aydınlatıcı olması bakımından, buradan sonraki bölümde tarihçelerini internetteki sitelerden indirdiğim bilgileri yazarak paylaşacağım.

Palacio de Carlos 5;

''Charles 5 Sarayı'nın kökeni, imparator ve ailesi için o anda tüm konforlarını karşılayan bir yere ekonomik ihtiyaçtan kaynaklanıyordur, çünkü yazlık ikametgahı olan Alcazar'ın evleri karşılamıyordu.''

''İmparator, harikalarının tadını çıkarmak için sarayın Al hambra'nın yanına inşa edilmesini emretti. Çalışmadan sorumlu mimar, Rönesans'ın kanıtlanmış deneyimine sahip bir tutkun olan Pedro Machuca'ydı. Sarayın inşası 1527'de başladı ve tamamen 1957'de finanse edildi. Bina birkaç aşamadan geçti, fon eksikliği, çalışmaları durduran isyanlar vb. Tavanlar varsayılan olarak çökmeye başladı.''

''Saray, 63 metre genişliğinde ve 17 metre yüksekliğinde bir cepheye sahip kare şeklindedir. Dairesel merkezini vurgular, stil avlusu ve İspanya'daki Rönesans'ın en seçkin eseri olarak benzersizdir. Sadece güney ve batı cepheleri tamamen dekore edilmiştir. Kuzey ve doğu sadece kısmen, çünkü bina Alhambra Sarayı'na bağlıdır.'' Alıntı

Nasır Saraylarına giriş ayrı bir kapıdan yapılıyordu. Burada biletlerimizi ve pasaportlarımızı tekrar inceleyerek bizi içeriye aldılar.  Bu bölümü çok özel koruyorlar demek ki. 

Mexuar;

Nasır Sarayları turumuza Mexuar'dan başladık.

''Adı Arapça Maswar teriminden türemiştir, yani Surah veya Bakanlar Konseyi'nin toplandığı yer. Ayrıca Sultan'ın adalet dağıttığı yer veya salondu.'' Alıntı.

''Bu oda muhtemelen Comares Sarayı ve Aslanlar Sarayı'ndan önceki bir yapıya aitti. İnşası İsmail'e (1314-1325) atfedilir ve birçok değişiklik ve tadilattan geçmiştir'' Alıntı.

Cuarto Dorado;


''Sadece bir kişinin geçmesine izin vermek ve bir odadan diğerine geçişi mükemmel bir şekilde kontrol etmek için tasarlanmış küçük at nalı şeklindeki kapıdan, Sultan'ın 14. yüzyılda Elhamra'da tebaasını kabul ettiği avluya girilir''.

''Avlunun kuzeyinde, karakteristik üç kemerli revakın arkasında, orijinal dekorasyonu V. Muhammed'e ait olan Cuarto Dorado yer alır. Bu ismi, Katolik Hükümdarlar zamanında tüm oda gibi yeniden boyanmış ve dekore edilmiş, kalkanları, boyunduruğu ve okları ve bir dikme ve Mudejar başlığı olan merkezi penceresiyle kanıtlandığı gibi, onu örten güzel ahşap çatı nedeniyle almıştır. Bu oda, Müslüman mahkemesinin yöneticileri ve sekreterleri tarafından Sultan'ın cezalarını kaydetmek ve uygulamak için kullanılırdı''. Alıntı.

Comares Sarayı;

''Granada'daki Elhamra'daki Comares Sarayı, uçlarında revaklı galeriler bulunan Patio de los Arrayanes etrafında gruplanmış bir dizi odadan oluşur ve kuzeyde Torre de Comares'in iç kısmını kaplayan Sala de la Barca ve Sala de los Embajadores bulunur ve buradan Darro vadisi görülebilir'' Alıntı.

''Yusuf I, resmi ikametgahının dekorasyonunun ziyaretçileri hayrete düşürmesini istedi, bu yüzden onu inşa ettirdi ve zarif bir şekilde dekore etti, ancak muhtemelen bu eserin tamamlandığını görmedi çünkü çeşitli yazıtlar, yazarlığını oğlu Muhammed V'e atfediyor''. Alıntı.

''Bu, Sultan'ın resmi ikametgahı olan ve taht odasının bulunduğu en önemli saraydır. Elhamra'daki mevcut binaların çoğunu borçlu olduğumuz Yusuf I tarafından inşa ettirildi ve zengin bir şekilde dekore edildi.'' 

''Altın Avlu'da, Yusuf I'in oğlu Muhamed V tarafından yaptırılan, muhteşem güzellikteki bu sarayın giriş cephesini buluyoruz. İki kapı var, sağdaki aile dairesine, soldaki ise (ziyaretin devam ettiği) sarayın resmi alanına erişim sağlıyor. Cephe boyunca dekorasyon, güzel ahşap saçakları vurgulayan seramik kaide ve alçı işçiliği ile oldukça zengin.'' Alıntı. 

Patio de los Arrayanes (Court of Myrtles)

''Avlu, her Hispano-Müslüman konut binasındaki en önemli unsurdur: Aile hayatının merkezi, etrafında farklı odalar dağıtılmıştır. Bir sarayda bile, bir ailenin ekonomik seviyesini evin dışından ayırt etmek kolay değildir, bu avlu için geçerli değildir.''

''Saraylar, daha büyük ölçekli ve daha göze çarpan dekorasyonlara sahip evlerden başka bir şey değildir, ancak aynı yapı ve işlevlere sahiptir. Patio de Comares veya de los Arrayanes, adını havuzun daha geniş taraflarını çevreleyen bu bitkinin, mersin olarak da adlandırılan, büyük kütlelerinden alır''.

''Aslen bu bahçe alanları çok daha alçaktı ve muhtemelen daha fazla çeşitte cüce ağaç vardı, böylece taçları aşırı derecede öne çıkmıyordu''.

''Havuz, mekanın mimari ve estetik tanımında çok önemli bir rol oynar çünkü ayna görevi gören su tabakasıyla yapıları yansıtarak onlara mekanın aşırı yataylığını kıran geometrik bir projeksiyon verir. Avlu her zaman büyük beyaz mermer levhalarla döşenmişti, ancak 16. yüzyılın sonlarında döşemesinin genişletildiği biliniyor, bu nedenle başlangıçta birkaç platforma indirgenmiş olabilir''. Alıntı.

Placio de Leones;

''Aslanlar Avlusu (Patio de los Leones) muhtemelen Elhamra'nın en ünlü yeridir. Adını, su fışkırtan ve avlunun ortasındaki çeşmenin bir parçası olan on iki aslandan alır. Büyük on ikigen şeklindeki havuz, etrafındaki on iki aslanın üzerinde durur. Bu beyaz mermer çeşme, Müslüman heykelciliğinin en önemli örneklerinden biridir. Havuzun kenarına İbn Zamrak'ın bir şiiri oyulmuştur. 17. yüzyılın başlarında başka bir havuz eklenmiştir ve şu anda daha sonra yapılan çeşmenin yanı sıra, gravürde belirtildiği gibi, Surlar Bahçesi'nde (Jardín de los Adarves) bulunmaktadır''. Alıntı.


Sala de las Dos Hermanas;

''Aslanlar Sarayı'nın ikinci ana odası olan İki Kız Kardeş Salonu, yapısal olarak Abencerrages Salonu'na benzer. Tek girişinin bulunduğu avlunun üstünde yer alır ve ahşap kapısı geometrik şekillerle zengin bir şekilde dekore edilmiştir''. Alıntı.


''Salona girdiğinizde sol ve sağ taraftaki birkaç koridor sırasıyla üst kat odalarına ve konut tuvaletine çıkar. Adını, aralarında küçük bir çeşme bulunan iki büyük mermer döşeme taşının bulunduğu ve suyun Aslanlar Sarayı'na bir kanal boyunca aktığı ortamdan almıştır.''

''Tipik Nasrid tarzında, alçı işçiliği dekorasyonu, duvarları kaplayan yazıtlarla ayrılmış geniş bölümlere ayrılmıştır ve merkezinde yıldızı ve Pisagor'un iyi bilinen teoremi onuruna son derece süslü oyma sıva bulunan ustaca yapılmış sarkıt kubbede zirveye ulaşmaktadır''.

''Kare şeklindeki salonun yanlarında, iki oyuğa ulaşılabilir. El yapımı ahşap tasarımlarla zarif bir şekilde süslenmiş olan her ikisinde de bir kürsü veya bir yatak için yeterli alan vardır''. Alıntı.

Sala dos Reyes;


''Krallar Salonu, Aslanlar Sarayı'nın büyük saray alanı ve simgesidir. Dinlenme ve toplanma yeri olan bu alan, 30 metreden uzun, en çeşitli resepsiyonlar ve şenlikli performanslar için sahne görevi gören büyük bir salonun etrafında yapılandırılmıştır''.

''Alan, genel çatıdan fenerler gibi çıkıntı yapan mukarnas kubbelerle taçlandırılmış üç kare nişten oluşmaktadır - Nasrid mimarisinin bir diğer karakteristik öğesi. Bu odalar, büyük çift mukarnas kemerlerle dik olarak bölünmüştür''.

''Üç sahte tonoz, zengin dünyevi ikonografiye sahip deri üzerine resimlere ev sahipliği yapmaktadır. Stil, bol miktarda çizgi ve altın kullanımıyla doğrusal Gotik'e karşılık gelir ve ayrıca 13. yüzyıl resminin özelliklerine de karşılık gelir: hem temsil edilen karakterlerin özelliklerinde hem de bazı Floransa tarzı kıyafetlerde. Bütün bunlar, İtalyan ve İslam estetiğinin harmanlandığı Müslüman dünyasına aşina olan Hristiyan sanatçıların eseridir ve Toledo atölyesinin, Kastilya Kralı I. Pedro ile Granada Kralı V. Muhammed arasındaki dostluğun temeli olarak etkisini ortaya koyar''. Alıntı.

Prador de San Francisco;

''Granada Parador'u, İspanya'nın en unutulmaz yerlerinden birine sahiptir: Granada'nın üzerindeki bir tepede yer alan, Hristiyan ve Mağribi saraylarından oluşan ünlü Alhambra kompleksinin içinde yer alır''. Alıntı.


Burası Katolik Hükümdarların emriyle inşa edilen 16. yüzyıldan kalma bir manastırdan dönüştürülmüş olup, Alhambra'nın içinde bulunan tek oteldir. El hamra havası koklayarak uyumak isteyenler için bir seçenek.

Alcazaba;

''Saray muhafızları ve onların ailelerini barındıran bir askeri üs olan Alcazaba veya kale, El Hamra'nın en eski kısmı. Hıristiyanlara karşı direnen oğlu Mağribi kalesi olacak yapı, Nasır hanedanının kurucusu I. Muhammed tarafından 13. yüzyılda yaptırılmıştır''. 

''Alcazaba'nın açıkça askeri bir işlevi olduğu açıktır. Alcazaba'nın girişi Saygı Kulesi'nin eteğindeydi. Kulenin tabanında hafif bir eğim vardır. Basit bir L şeklinde yürüyüş yolu ana kapının dışarıdan görülmesini engeller''.

''Kapı, sonunda ve Silah Yeri'ne ulaşmadan önce savunucuların tüm erişimi kontrol edebilmeleri ve yukarıdan bir saldırıya yanıt verebilmeleri için açılan daha fazla dönüşe sahip iç tonozlu bir alana çıkar''. Alıntı

Torre de La Armas;

''Şehre en yakın olan Sabika tepesinin batısında, Vela kulesinin Vega'ya hakim olduğu ve Alhambra'nın görkemli medinasını koruduğu Alcazaba yer alır. Granada krallığının ilk Nasrid sultanı, Muhammed ibn Yusuf ibn Nasr - Muhammed I, al-Halib bi-l-Lah ve İbn al-Ahamar soyadlarıyla bilinir - Sabika'yı saltanatın merkezi olarak seçtiğinde, yenilendikten sonra tüm kompleksin savunma kalesi haline gelen eski bir kale vardı. Birkaç kuleden ve askeri kuruluşun sözde askeri mahallede yaşadığı bir iç mekan yaratan üst üste bindirilmiş üç duvar bölümünden oluşur''. Alıntı.

Jarin de Los Adarves;


''Bu, Alcazaba'nın güney tarafında Alhambra valisinin özel bahçesi olarak inşa edilmiş 16. yüzyıldan kalma bir bahçedir. Narenciye ağaçları, arkeolojik kalıntılar ve alegorik heykellerle Hesperides bahçesi olarak tasarlanmış olmasıyla öne çıkar. Öne çıkan özellikleri arasında kompleksteki en büyük iki palmiye ve büyük bir manolya ağacı yer alır''.

''Bu bahçe çok sayıda gezgin ve sanatçı tarafından tanımlanmış ve resmedilmiş olup, ayrıca "Şairler Bahçesi" adını almıştır''. Alıntı.

Bu güzel yapıları da gördükten sonra memnun şekilde kiralık evimize geri döndük ve Granada turumuzu tamamladık. El Hamra Saraylarını göremeseydik bizim için çok büyük eksiklik olacaktı.

Yarın yolumuz Malaga'ya

İYİ SEYAHATLER


İSPANYA - CORDOBA

 EYLÜL - 2024

Toledo gezimizi tamamlayıp tekrar Madrid'e döndük. Doğrudan tren istasyonuna gidip, hızlı tren ile Cordoba'ya doğru yola çıktık. 

Yol boyunca uçsuz bucaksız, düzenli dikilmiş ve bakımlı zeytin ağaçları dikkatimizde kaçmadı. Bu kadar büyük ve güzel bir arazide yetiştirilen zeytin ağaçları nedeniyle İspanya dünyanın bir numaralı zeytin yağı üreticisi konumuna gelmiş. Bu görüntüleri daha sonra devam eden İspanya turumuzda çok yerde gördük. 

Bizde ise betonlaşma talebiyle ne yazık ki güzelim zeytin ağaçlarımız kesiliyor veya kesilmek isteniyor. İnsanlarımızın mücadeleleri ile bir kısmı kesilmekten kurtuluyor.

İşte bu güzel manzaraları seyrederek hızlı trenle yaklaşık 2 saatlik yolculuk sonrasında Cordoba'ya vardık. Buradan taksi ile kiralık dairemiz Casa del Aceite'ye ulaştık. Bu binadaki en güzel daireyi bize ayırtmışlar bu nedenle çok memnun olduk. Tertemiz, pırıl pırıl bir binaydı burası. Gezimiz boyunca en çok beğendiğimiz daire burası oldu.





















Taksi demişken, her ülkede taksiciler (Japonya hariç) turist gördüler mi illa ki öperler, bunu bilememize ve genelde toplu taşımayı tercih etmekle birlikte bazen ulaşım kolaylığı için taksi kullanmak zorunda da kalıyoruz. Taksiciler bazen yolu uzatırlar, bazen gündüz yolculuğunda gece tarifesi açarlar. Telefonda navigasyona bakarak gidersem o zaman doğru yoldan giderler veya ben uyarırım. 

Dairemize yerleşip biraz dinlendikten sonra, resepsiyonda bize verdikleri harita ile yola çıkıp, Cordoba'yı keşfe başladık. 

İlk adresimiz en çok merak ettiğimiz, Mezquita Catedral (Kurtuba Camisi) oldu ama içini gezmek için vakit yeterli olmadığı için bunu ertesi güne bıraktık.

Buradan Calle de Flores üzerinden Casa Arabe'ye giderken, Calle de Flores'in güzel çiçeklerinin yerini kurumuş çiçeklerinin aldığını gördük. Aslında hiç özelliği olmayan sıradan cadde, turistik üne kavuşmuş. Caddeyi sorduğumuz esnaflar bile, umarsız bir şekilde el işareti ile gösterdiler caddeyi. Onlara bile komik geliyor bence bu ''ünlü'' cadde. Casa Arabe'de gittiğimizde kapanmıştı. Kapısını fotoğraflayabildim.

Cordoba'da gezilecek yerler için yürümeye gücünüz yetmiyorsa, at arabaları, tuk tuklar, tur otobüsleri v.s. de bulunuyor. Biz yürüyerek gezmeyi tercih ettik. Sadece Cordoba'da günlük yürüyüş mesafemiz 13,5 km. olmuştu.

Puerto del Puante (Köprü Kapısı) 1571-1572 yıllarında inşa edilmiş. Bugünkü son haline Rönesans döneminde getirilmiş.

Puerto del Puante (Köprü Kapısı)'den devamla Roma Köprüsü'nden ilerleyerek, Torre de la Cale Horra (Callohora Kulesi)'ya vardık.


Bu kule müslümanların egemenliği döneminde bir savunma noktasıymış. Burası geçmişte okul ve cezaevi olarak da kullanılmış. Bugün Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin ortak müzesi olarak değerlendiriliyor.

Buradan Roma Köprüsü ve Cordoba'nın güzel görüntüsü de izlenebiliyor.

Artık akşam olmak üzereydi ve kiralık dairemize geri dönme zamanı gelmişti. Dönüş yolumuz üzerinde bulunan Guadaquivir Nehri kıyısında yer alan Molino de la Albolafia yüzyıllar önce yapılmış bir değirmen. Bunu da görerek günümüzü tamamlamak istedik. Değirmen hala görkemini koruyor.

Akşam yemeğinde oğlum Deniz'in ısrarla tavsiye ettiği Rabo de Toro ile Puntas de Solomillo yemeklerini denedik. Genelde eşimle yemekleri tatmak için paylaşırız.












Rabo de Toro, bir boğa kuyruğu yahnisi yemeği, Puntas de Solamillo ise sarımsak soslu bonfile idi. İkisi de lezzetli olmasına karşın Toro'nun daha çok kemikli ve az etli kısmı bana denk gelince yeterince tadına varamadım doğrusu. Bonfile ise bir harikaydı. Birayla da oldukça güzel gitti.

Ertesi günü dairemizde hazırladığımız Türk usulü kahvaltımızın ardından, Cordoba'nın başta Kurtuba Camisi olmak üzere, diğer önemli mekanlarına gelmişti sıra.

Günlük turumuza kiralık dairemize yakın, Yahudi mahallesinde, kale kapılarından biri olan Puerto del Almodovar'dan başladık. Bugünkü hali, Müslümanlardan sonra Hıristiyanların yeniden güçlendirdiği haliymiş. Eskiden burası Puerta de los Judios diye adlandırılıyormuş yani Yahudi mahallesi kapısı.

Buradan yakındaki Casa de Sefarad (Sefarad Evi)'a geldik. Burası Yahudilerin geleneksel yaşamını anlatan bir müze. Geçmişte yaşadıkları zorlukları ve İspanya'dan zorunlu göçlerini paylaşmışlar. 

Bu arada oradaki görevlilerden biri bir ağıta benzer şarkı söylüyordu, onu video'ya aldım. Daha sonra paylaşacağım.

Buradan oldukça küçük olan Sinagog'a geldik. Küçücük mekanda oldukça çok sayıda turist vardı. Sinagog'un fotoğrafını çekmek isteyince darlıktan kadraja ancak bu kadarı girebildi.

Bu kez yolumuz üzerinde Matadorlar Müzesi vardı. Ama orada boğa güreşleri fotoğraf ve resimlerinde öldürülen boğaları görmemek için içine girmedik. Daha sonra Sevilla'da Arenaya girdiğimde bunları görmüş oldum.

Sıra Alcazar de los Reyes Cristianos'daydı. Hem kale hem saray olan bu yapı yine Araplardan kalan oldukça görkemli bir miras. Alcazar de los Reyes Cristiano, İspanyolca'da Hıristiyan Hükümdarlarının Kalesi anlamına geliyormuş.

1328 yılında Kastilya Kralı XI. Alfonso tarafından, daha önceki yapılar (İslami dönem Emevi Alcázarı, aynı zamanda Roma Valisi ve Gümrüklerinin önceki ikametgahı) üzerine inşa edilmiş askeri karakterli bir yapı burası. 

Mimari topluluk, dış cephesinde sade bir karaktere ve iç mekanında muhteşem bir görünüme sahip olup, Mudejar esintisini koruyan muhteşem bahçeler ve avlular barındırıyor.

Özellikle çok büyük bir alanı kaplayan muhteşem bahçe ve havuzları insanın stresini alıyor.

Şimdi sıra artık Mezquita Catedral de Cordoba (Kurtuba Camisi)'e geldi. Meryem Ana'nın göğe kabulü katedrali ve Cordoba Piskoposluğunun katedrali olarak da biliniyor burası. Eski cami statüsünden dolayı Mezquita cami anlamına geliyormuş

Geleneksel anlatımlara göre, bir Vizigot kilisesi olan Saragossa'lı Vincent'ın Katolik Hristiyan Bazilikası, başlangıçta mevcut Cami-Katedral'in yerinde bulunuyormuş, ancak bu bilimsel bir tartışma konusu olmuş.


Bu büyük cami, 785'te, Cordoba İslam Emirliği'nin kurucusu I. Abdurrahman'ın emriyle. Daha sonra, 10. yüzyılın sonlarına kadar Abdurrahman'ın halefleri tarafından birçok kez genişletilmiş.  

Cami, 1236 yılında Kastilya'nın Hristiyan güçleri tarafından ele geçirilmesinin ardından katedrale çevrilmiş. Çan kulesine dönüştürülen eski minare ve bunun çevresi de önemli ölçüde yeniden düzenlemiş.  Günümüzde bina, şehrin katedrali olarak hizmet vermeye devam ediyor ve orada her gün ayin yapılıyor.

Buradan Compas de San Fransisco'ya doğru yürüdük. Bu kilise de kapalı olduğu için ancak dışarıdan fotoğraflayabildik.

Sıradaki Plaza de la Corredera, Cordobanın en büyük meydanlarından birisi. Dikdörtgen şeklinde, dört katlı ve portakal renkli büyük bir bina olarak yapılmış. Geçmişte boğa güreş arenası olarak da kullanılmış. Meydan, Fransız İstilası sırasında halka açık infazlara kadar çok şeyler görmüş.  Şu anda bir dizi kafe ve bara ev sahipliği yapmanın yanı sıra Ocak ayında bir Orta Çağ Pazarı'na ev sahipliği yapıyormuş.

Meydanın hemen yakınında Templo Romano (Roma Tapınağı) bulunuyor. Bu Roma tapınağı kalıntıları 1950'lerde belediye binasının genişletilmesi sırasında keşfedilmiş. Bizim orada bulunduğumuz dönemde restorasyon çalışmaları yapılıyordu. 

Sırada Palacio de Viana (Viana Sarayı) vardı. Burası 12 avlusu bulunan oldukça büyük bir bina idi. Adı saray olmakla birlikte, burası aristokrat bir ailenin evi. Sarayın içinde antika eşyalar, mobilyalar, duvar halıları ve tablolar bulunuyordu.

Sarayın giriş ücreti 10 EURO olmakla birlikte, orada bulunduğumuz Çarşamba günü 14.00-17.00 arasında ücretsizdi ve ücret ödemeden gezdik burayı.

Buradan İglesia Santa Marina (Santa Marina Kilisesi)'ya gittik. Burası da maalesef kapalıydı ve sadece dışarıdan fotoğraflayabildik.

Yolda ilerlerken bir kızın duvardaki çiçekleri sulamaya çalıştığını görünce, hemen yardımcı oldum.))))


Bu günün artık son adresi Plaza de las Tendilas oldu. 

Bu meydan Cordoba'nın en eski meydanlarından birisiymiş. Bu yerle ilgili bilgiler on beşinci yüzyıla kadar uzanmaktaymış. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda, günümüzdekinden daha  küçük olan meydan, pazar yeri olarak kullanılmış.

Şimdi artık Cordoba'daki kiralık evimize dönüp dinlenme zamanı.

Granada'da görüşmek üzere....


İYİ GEZMELER