EYLÜL - 2024
Toledo gezimizi tamamlayıp tekrar Madrid'e döndük. Doğrudan tren istasyonuna gidip, hızlı tren ile Cordoba'ya doğru yola çıktık.
Yol boyunca uçsuz bucaksız, düzenli dikilmiş ve bakımlı zeytin ağaçları dikkatimizde kaçmadı. Bu kadar büyük ve güzel bir arazide yetiştirilen zeytin ağaçları nedeniyle İspanya dünyanın bir numaralı zeytin yağı üreticisi konumuna gelmiş. Bu görüntüleri daha sonra devam eden İspanya turumuzda çok yerde gördük.
Bizde ise betonlaşma talebiyle ne yazık ki güzelim zeytin ağaçlarımız kesiliyor veya kesilmek isteniyor. İnsanlarımızın mücadeleleri ile bir kısmı kesilmekten kurtuluyor.
İşte bu güzel manzaraları seyrederek hızlı trenle yaklaşık 2 saatlik yolculuk sonrasında Cordoba'ya vardık. Buradan taksi ile kiralık dairemiz Casa del Aceite'ye ulaştık. Bu binadaki en güzel daireyi bize ayırtmışlar bu nedenle çok memnun olduk. Tertemiz, pırıl pırıl bir binaydı burası. Gezimiz boyunca en çok beğendiğimiz daire burası oldu.
Taksi demişken, her ülkede taksiciler (Japonya hariç) turist gördüler mi illa ki öperler, bunu bilememize ve genelde toplu taşımayı tercih etmekle birlikte bazen ulaşım kolaylığı için taksi kullanmak zorunda da kalıyoruz. Taksiciler bazen yolu uzatırlar, bazen gündüz yolculuğunda gece tarifesi açarlar. Telefonda navigasyona bakarak gidersem o zaman doğru yoldan giderler veya ben uyarırım.
Dairemize yerleşip biraz dinlendikten sonra, resepsiyonda bize verdikleri harita ile yola çıkıp, Cordoba'yı keşfe başladık.
İlk adresimiz en çok merak ettiğimiz, Mezquita Catedral (Kurtuba Camisi) oldu ama içini gezmek için vakit yeterli olmadığı için bunu ertesi güne bıraktık.
Buradan Calle de Flores üzerinden Casa Arabe'ye giderken, Calle de Flores'in güzel çiçeklerinin yerini kurumuş çiçeklerinin aldığını gördük. Aslında hiç özelliği olmayan sıradan cadde, turistik üne kavuşmuş. Caddeyi sorduğumuz esnaflar bile, umarsız bir şekilde el işareti ile gösterdiler caddeyi. Onlara bile komik geliyor bence bu ''ünlü'' cadde. Casa Arabe'de gittiğimizde kapanmıştı. Kapısını fotoğraflayabildim.
Cordoba'da gezilecek yerler için yürümeye gücünüz yetmiyorsa, at arabaları, tuk tuklar, tur otobüsleri v.s. de bulunuyor. Biz yürüyerek gezmeyi tercih ettik. Sadece Cordoba'da günlük yürüyüş mesafemiz 13,5 km. olmuştu.
Puerto del Puante (Köprü Kapısı) 1571-1572 yıllarında inşa edilmiş. Bugünkü son haline Rönesans döneminde getirilmiş.
Puerto del Puante (Köprü Kapısı)'den devamla Roma Köprüsü'nden ilerleyerek, Torre de la Cale Horra (Callohora Kulesi)'ya vardık.
Bu kule müslümanların egemenliği döneminde bir savunma noktasıymış. Burası geçmişte okul ve cezaevi olarak da kullanılmış. Bugün Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin ortak müzesi olarak değerlendiriliyor.
Buradan Roma Köprüsü ve Cordoba'nın güzel görüntüsü de izlenebiliyor.
Artık akşam olmak üzereydi ve kiralık dairemize geri dönme zamanı gelmişti. Dönüş yolumuz üzerinde bulunan Guadaquivir Nehri kıyısında yer alan Molino de la Albolafia yüzyıllar önce yapılmış bir değirmen. Bunu da görerek günümüzü tamamlamak istedik. Değirmen hala görkemini koruyor.
Akşam yemeğinde oğlum Deniz'in ısrarla tavsiye ettiği Rabo de Toro ile Puntas de Solomillo yemeklerini denedik. Genelde eşimle yemekleri tatmak için paylaşırız.
Rabo de Toro, bir boğa kuyruğu yahnisi yemeği, Puntas de Solamillo ise sarımsak soslu bonfile idi. İkisi de lezzetli olmasına karşın Toro'nun daha çok kemikli ve az etli kısmı bana denk gelince yeterince tadına varamadım doğrusu. Bonfile ise bir harikaydı. Birayla da oldukça güzel gitti.
Ertesi günü dairemizde hazırladığımız Türk usulü kahvaltımızın ardından, Cordoba'nın başta Kurtuba Camisi olmak üzere, diğer önemli mekanlarına gelmişti sıra.
Günlük turumuza kiralık dairemize yakın, Yahudi mahallesinde, kale kapılarından biri olan Puerto del Almodovar'dan başladık. Bugünkü hali, Müslümanlardan sonra Hıristiyanların yeniden güçlendirdiği haliymiş. Eskiden burası Puerta de los Judios diye adlandırılıyormuş yani Yahudi mahallesi kapısı.
Buradan yakındaki Casa de Sefarad (Sefarad Evi)'a geldik. Burası Yahudilerin geleneksel yaşamını anlatan bir müze. Geçmişte yaşadıkları zorlukları ve İspanya'dan zorunlu göçlerini paylaşmışlar.
Bu arada oradaki görevlilerden biri bir ağıta benzer şarkı söylüyordu, onu video'ya aldım. Daha sonra paylaşacağım.
Buradan oldukça küçük olan Sinagog'a geldik. Küçücük mekanda oldukça çok sayıda turist vardı. Sinagog'un fotoğrafını çekmek isteyince darlıktan kadraja ancak bu kadarı girebildi.
Bu kez yolumuz üzerinde Matadorlar Müzesi vardı. Ama orada boğa güreşleri fotoğraf ve resimlerinde öldürülen boğaları görmemek için içine girmedik. Daha sonra Sevilla'da Arenaya girdiğimde bunları görmüş oldum.
Sıra Alcazar de los Reyes Cristianos'daydı. Hem kale hem saray olan bu yapı yine Araplardan kalan oldukça görkemli bir miras. Alcazar de los Reyes Cristiano, İspanyolca'da Hıristiyan Hükümdarlarının Kalesi anlamına geliyormuş.
1328 yılında Kastilya Kralı XI. Alfonso tarafından, daha önceki yapılar (İslami dönem Emevi Alcázarı, aynı zamanda Roma Valisi ve Gümrüklerinin önceki ikametgahı) üzerine inşa edilmiş askeri karakterli bir yapı burası.
Mimari topluluk, dış cephesinde sade bir karaktere ve iç mekanında muhteşem bir görünüme sahip olup, Mudejar esintisini koruyan muhteşem bahçeler ve avlular barındırıyor.
Özellikle çok büyük bir alanı kaplayan muhteşem bahçe ve havuzları insanın stresini alıyor.
Şimdi sıra artık Mezquita Catedral de Cordoba (Kurtuba Camisi)'e geldi. Meryem Ana'nın göğe kabulü katedrali ve Cordoba Piskoposluğunun katedrali olarak da biliniyor burası. Eski cami statüsünden dolayı Mezquita cami anlamına geliyormuş
Geleneksel anlatımlara göre, bir Vizigot kilisesi olan Saragossa'lı Vincent'ın Katolik Hristiyan Bazilikası, başlangıçta mevcut Cami-Katedral'in yerinde bulunuyormuş, ancak bu bilimsel bir tartışma konusu olmuş.
Cami, 1236 yılında Kastilya'nın Hristiyan güçleri tarafından ele geçirilmesinin ardından katedrale çevrilmiş. Çan kulesine dönüştürülen eski minare ve bunun çevresi de önemli ölçüde yeniden düzenlemiş. Günümüzde bina, şehrin katedrali olarak hizmet vermeye devam ediyor ve orada her gün ayin yapılıyor.
Buradan Compas de San Fransisco'ya doğru yürüdük. Bu kilise de kapalı olduğu için ancak dışarıdan fotoğraflayabildik.
Sıradaki Plaza de la Corredera, Cordobanın en büyük meydanlarından birisi. Dikdörtgen şeklinde, dört katlı ve portakal renkli büyük bir bina olarak yapılmış. Geçmişte boğa güreş arenası olarak da kullanılmış. Meydan, Fransız İstilası sırasında halka açık infazlara kadar çok şeyler görmüş. Şu anda bir dizi kafe ve bara ev sahipliği yapmanın yanı sıra Ocak ayında bir Orta Çağ Pazarı'na ev sahipliği yapıyormuş.
Meydanın hemen yakınında Templo Romano (Roma Tapınağı) bulunuyor. Bu Roma tapınağı kalıntıları 1950'lerde belediye binasının genişletilmesi sırasında keşfedilmiş. Bizim orada bulunduğumuz dönemde restorasyon çalışmaları yapılıyordu.
Sırada Palacio de Viana (Viana Sarayı) vardı. Burası 12 avlusu bulunan oldukça büyük bir bina idi. Adı saray olmakla birlikte, burası aristokrat bir ailenin evi. Sarayın içinde antika eşyalar, mobilyalar, duvar halıları ve tablolar bulunuyordu.
Sarayın giriş ücreti 10 EURO olmakla birlikte, orada bulunduğumuz Çarşamba günü 14.00-17.00 arasında ücretsizdi ve ücret ödemeden gezdik burayı.
Buradan İglesia Santa Marina (Santa Marina Kilisesi)'ya gittik. Burası da maalesef kapalıydı ve sadece dışarıdan fotoğraflayabildik.
Yolda ilerlerken bir kızın duvardaki çiçekleri sulamaya çalıştığını görünce, hemen yardımcı oldum.))))
Bu günün artık son adresi Plaza de las Tendilas oldu.
Bu meydan Cordoba'nın en eski meydanlarından birisiymiş. Bu yerle ilgili bilgiler on beşinci yüzyıla kadar uzanmaktaymış. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda, günümüzdekinden daha küçük olan meydan, pazar yeri olarak kullanılmış.
Şimdi artık Cordoba'daki kiralık evimize dönüp dinlenme zamanı.
Granada'da görüşmek üzere....
İYİ GEZMELER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder