Kasım 2017
Artık Fas'taki son günlerimize yaklaşıyoruz ve bugün yolumuz Essaouria'ya. Fas'ta okyanus kıyısından başlayıp, Atlas Dağları'yla ve Sahra Çölü'yle devam eden yolculuğumuzda tekrar Atlas Okyanusu kıyılarına dönüyoruz.
Marakeş - Essaouria yolu oldukça rahat bir yol 180 km ve iki buçuk saat sürüyor ve büyük bir bölümü otoyol. Essaouria'ya 30 km. kala yol boyuncaki bölgede Argan ağaçları bulunuyor. Bu ağaçlar bizim meşe ağaçlarına benziyor ama dalları dikenli bir ağaç. Yolda aracımızı durdurup bu ağaçlardan argan topluyoruz. Bu bölgede ayrıca zeytin ağaçlarının çokluğu da dikkatimizi çekiyor.
Bu bölgede oldukça çok sayıda argan yağı imalathaneleri bulunuyor. Biz de bu imalathanelerden birine giriyoruz. Yanımıza gelen görevli bir bayan bize arganın hikayesini anlatıyor. Arganın, bademe benzeyen bir yapısı var. Dışında koruyucu yumuşak bir kabuk, ki bu kabuğu hayvanlara yem olarak veriyorlarmış, içinde sert bir kabuk, bunu da yakıyorlarmış ve içinde de kabak çekirdeği içi gibi arganlar yanyana dizili vaziyette bulunuyor. Bu ürünü bu imalathanelerde kırıp, ayırıp ve daha sonra el değirmenlerinde öğütüyorlar. El değirmenleri, üst üste konulmuş iki taştan oluşuyor. Değirmenin ortasından arganı içeriye atıyorlar ve durmadan çeviriyorlar. Yağ haline dönüşen arganı bir toplama kabına akıtıyorlar. Resimde Nurşen değirmende çalışırken.
Argan kavrularak bu işlem yapılırsa yiyecek olarak kullanılıyor ve tadı tahini andırıyor. Kavrulmadan değirmenden geçilirse bu da kozmetikte kullanılıyor. Argan yağının faydalarını da Fas Seyahatim yazımda daha geniş ele alacağım.
Rahat bir yolculuktan sonra Essaouria'nın genel görünüşünün yakalandığı bir tepe üzerinde duruyoruz. Buradan şehri seyrederken yine burada bulunan devecilerin, deve ile gezi tekliflerini reddediyoruz. Bugüne bugün, Sahra Çölü'nde deveye binmiş adamız, burada deveye binmek klasımızı sarsar. :)
Bu arada bir deve çişini yaparken, deveci deve sidiğini bir pet şişeye dolduruyor. Aklımıza hemen ülkemizde bir ara, deve sidiğinin faydalı bir içecek olduğu söylemleri geliyor. Biz yine de bu sidiği iddia edenlerin içmesi için onlara bırakıyoruz. :)
Buraya gelmeden kalacak bir yer için herhangi bir rezervasyon yaptırmamıştım. Şehir girişinden itibaren, ellerinde anahtar sallayan gençler bulunuyordu. Sanırım bunlar kısa veya uzun süreli ev kiralayanlardı, çünkü burası bir sayfiye kenti. Biz yine de bunları tercih etmiyoruz ve biraz dolaştıktan sonra beğendiğimiz bir otele yerleşiyoruz. Aracımızla otel ararken temiz bir şehir olduğunu gözlemliyoruz burasının.
Şimdi sıra şehri keşfetmekte. Şehrin uzunca bir plajı bulunuyor. Hava oldukça sıcak, ama sanırım deniz suyu da öyle olmamalı ve biraz da rüzgarlı. Buna rağmen, denize giren "soyunuk" Avrupalılar ile plajda oturmuş "giyinik" Faslılar bulunuyordu.
Burası özellikler aldığı Alize rüzgarları nedeniyle, sörf yapmak için biçilmiş kaftan bir yer. Bizim orada bulunduğumuz sırada sadece bir kişi deniz paraşütü ile gösteri yapıyordu.
Kentin en önemli turistik yeri, Medina'sı ve Skala De La Kashbah adı verilmiş olan 18. yy.'da yapılmış surları. Plajı yürüyerek geçip işte bu surlara varıyoruz.
Hemen surların önünde, buraya özgün mavi balıkçı teknelerinin bulunduğu limana yürüyoruz. Burada denizden henüz çıkarılmış balıklar satın alınıyor ve hemen yakında bulunan balık pişiricisinde pişirilerek orada yeniyor.
Ben zaten oldum olası, balık almayacak olsam bile tezgahtaki balıkları seyretmeye bayılırım. Dolayısıyla bütün tezgahları dolaşıyorum tabii ki. Buradaki balıklar genelde bildiğimiz Sardalya, Çupra, Kefal, Levrek vs. Akdeniz balıkları ancak boyutları bizimkilere göre daha büyük. Bu arada Köpek balığı, Vatoz ve çeşitli yılan balıkları da dikkatimizi çekiyor. Biz bu balıkları yemiyoruz ama orada ve daha önce bulunduğum Zanzibar adasında da bu balıklar yeniyor. Tabii ki başka ülkelerde de yeniyordur.
Bugün illa ki balık ve diğer deniz ürünleri olacak menümüzde ama iştahımızı akşama saklıyoruz. Daha sonra bu surlara çıkıyoruz. Surlarda o dönemden kalma toplar, gözetleme kuleleri bulunuyor. Buradan manzara da oldukça güzel görünüyor.
İşte sonunda dayanamıyorum ve yolumuzun üstünde gördüğüm kefal balığının cazibesine dayanamayarak, pazarlıkla bu balığı 40 dirheme satın alıyorum. Böyle açık denizden çıkarılmış bir kefal oldukça lezzetli olmalı diye düşünüyorum. Balığımızı hemen orada temizlettiriyor ve yanımız alarak gezmeye devam ediyoruz.
Şimdi sırada Medina var. Burasının da daha önce gezdiğimiz şehirlerdeki Medinalardan farkı yok. İçeride balıkçılar, kasaplar, baharatçılar, kozmetikçiler, hurmacılar, marketler vs. bulunuyor. Ve diğer Medinalarda da olduğu gibi pis bir görüntüsü var. O kadar açıkta satılan yiyeceklere rağmen, yoldan kalkan toz toprak konusunda bir şey yapmak akıllarına gelmiyor mu acaba? Medinadan hurma alıyoruz.
Yine yorulduk ve otelimize geri dönüp biraz istirahat ihtiyacı duyuyoruz. Akşam oluyor ve artık Fas'taki bu son etkinlik gecemizi de değerlendirmeliyiz. Önce balığımız alıp bir balık pişiricisine gidiyoruz ve onlardan aldığımız mangalda kalamar ve salata eşliğinde, akşam yemeğimizi yiyoruz. Aslında ben balığa küfrettirmem ama burada Rakı olmadığı için, sadece su eşliğinde oluyor bu defa. Tahmin ettiğim gibi balığımız oldukça lezzetliydi. Balık pişirme, salata, kalamar ve su için de 50 dirhem ödüyoruz, tabii ki burada her şey pazarlıkla...
Yemeğimizi bitirdikten sonra, Medinanın girişinde müzik yapan gençleri izliyoruz önce. Gençler Bob Marley gibi giyinmiş ve saç modelleri de onun gibi. Bob Marley buraya çok gider gelirmiş ve bu yüzden ona ve müziğine karşı büyük bir sempati duyuluyor.
Buradan Taros adlı bara yöneliyoruz. Barda canlı müzik var ve biralarımızı müzik eşliğinde içiyoruz. Buradan günün yorgunluğunu atmış olarak çıkıyor ve doğruca otelimiz gidiyoruz.
Yarın yolumuz Kazablanka 5. Muhammed havaalanına en yakın mesafede olduğunu düşündüğümüz otelimize. Essaouria - Kazablanka yolu ve yol üzerindeki şehirleri anlatan yazımda görüşmek üzere..
GERİ DÖNÜŞ YOLUNDA yazımı okumak için tıklayınız...
İYİ YOLCULUKLAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder