ARNAVUTLUK - GJİROKASTER

AĞUSTOS 2018


Vlora gezimizden sonra bugün yolumuz Saranda'ya. Saranda'ya girerken birden Gjirokaster yönünü gösteren tabelayı görünce ve saat 15.00 civarında olduğu için, doğru bu kente yöneliyorum. Hesabımca bu kenti de aradan çıkarmak. Ama kente varınca bunun çok zor olduğunu hemen anlıyorum çünkü kentin en üst noktasında bulunan görkemli kale, kentin aradan çıkarılacak bir kent olmadığının ipucunu veriyor.


Aracımızla doğruca kentin merkezine ve oradaki turizm danışmaya gidiyoruz. Bu meydana Arnavutluk bağımsızlık mücadelesi kahramanı  Çerçiz Topulli adı verilmiş ve onun bir heykeli de bu meydanda bulunuyor.









Turizm ofisinden ücreti karşılığı kentin haritasını alıyorum. Kentte gezilecek yer sayısı o kadar fazla ki görevli en önemlilerini işaretliyor ve hemen orada geceleme planı yapmaya başlıyoruz bile. Doğruca aracımızla kaleye gidiyoruz. Araçsız gitmeye kalksak  sanırım yorgunluktan kapısından dönerdik, çünkü kale oldukça dik bir tepenin üzerine konuşlanmış.







Kaleye giriş 200 lek. daha doğrusu burada hangi müze veya eve gitmek isterseniz hep 200 lek.


Kalenin girişinde bulunan geniş girişin iki yanında da kemer şeklindeki taşıyıcıların altında bulunan savaş araç ve gereçleri dikkatimizi çekiyor. Bu silahlar, Arnavutluk bağımsızlık mücadelesinin anıları  olarak özenle korunuyor. Kalenin açık alanlarında bile 2. Dünya Savaşında kullanılmış toplar ve hatta savaş sırasında vurulmuş bir Amerikan savaş uçağı da sergileniyor.


Kalenin içindeki müzede, taş ve demir çağlarından yaşam başlayan bu yerleşim, tarihsel sürece göre, resim ve yazılarla anlatılmış. Tabi en önemli dönemler Bizans ve Osmanlı dönemleri olmuş. Osmanlı döneminde buranın yöneticisi Tepedelenli Ali Paşa ile ilgili de pek çok resim ve yazı da bulunuyor burada. 






Kale Osmanlı döneminde kapsamlı olarak yenilenmiş ve yeniden ilaveler yapılmış. 1800 lü yıllarda yapılan saat kulesi ve su kemeri bunlardan en önemli olanlar.













Bütün Balkan coğrafyasını gezmiş olan, ünlü seyyahımız Evliya Çelebi de bu müzede önemsenerek yerini almış. Hatta bu kaleye giden yolun adı da Evliya Çelebi caddesi.












1912 yılında Osmanlılara karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesini de bu müzenin duvarlarında  resim ve döneme ait bilgi veren yazılarla donatmışlar.


1930 lu yıllarda kral Zog, kaleyi bir hapishaneye çevirmiş ve hüküm sürdüğü dönemde ülkedeki direniş güçlerini tutmak için bir dizi hücre ve tahkimat eklemiş. Bunları kaleyi gezerken görebiliyoruz. 2. Dünya savaşı sırasında da faşizme karşı verilen mücadeleyi de burada reim, yazı ve heykellerle yaşatıyorlar.



Tiran'daki Tarih Müzesinde bile neredeyse sanki Arnavutluk tarihinde hiç yer almamış gibi, sadece iki resmi bulunan Enver Hoca ile ilgili resim ve yazılar da bu müzede paylaşılmış. Sanırım Enver Hoca'nın bu kentte doğmuş olması, burada yerini almasında etkisi var gibi geldi bana.



Kalenin girişinin hemen sağında bir Bektaşi türbesi bulunuyor. Burada 2 Bektaşi büyüğü olan Baba Sultani ve Baba Kaplani'ye mezarları bulunuyor. Bu Bektaşiliğin burada da ne kadar etkin olduğuna dair iyi bir örnek teşkil ediyor. (Balkanlarda gezdiğim bölgelerde Bektaşiliği de inceledim ve bunu ayrı bir yazı konusu yapacağım).




Kalenin içinde her yıl yapılan festivale ev sahipliği yapan bir de sahne yer alıyor.



Kalenin tam karşısında bulunan dağlar kışın kar ile kaplanıyormuş. Ortada bulunan vadide de bir akarsu bulunuyor ve  bu bölgede tarım ve hayvancılık yapılıyor. Ayrıca dağın başlangıç yerlerindeki yerleşimlerde çok sayıda eski kilise ve manastır bulunuyor ama bunları görüp gezmeye zamanımız olmuyor.





Artık hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor, o yüzden geceleyeceğimiz bir yer bulmalıyız. Doğruca Turizm Danışma bürosuna gidiyorum ve haritayı aldığım gence durumu anlatıyorum. O da bir yerlere telefon ediyor ve bir genç kız bizi gelip oradan alıyor ve doğruca Kotoni otele götürüyor. Burası tipik bir Osmanlı evi ve otele dönüştürülmüş. Kalacağımız oda da aynen Osmanlı tarzında otantik eşyalarla döşenmiş.



Buraya terleşip bir süre dinleniyoruz. Akşam yemeği için hemen otelimizin ilerisindeki bir restorana gidiyoruz. Burada deniz ürünleri tabağı ve yanında içtiğimiz ev yapımı harika şarapla, yemeğimizi tamamlıyoruz.



Sabah kahvaltıyı takiben şehri keşfetmeye başlıyoruz. Önceki akşam üstü oldukça kalabalık olan eski şehrin çarşısı şimdi pek sakin görünüyor ve hatta bazı dükkanlar açılmamış bile. Burası taş ustalığıyla ünlü bir kent, dün akşam üstü bir taş ustasını resimlerken, bu konuyla yarın ilgilenirim demiştim ama henüz bu ustalar da mesaiye başlamamış. Dolayısıyla taş işçiliği resmi paylaşamıyorum.




Kent merkezinde bulunan Pazar Camisi onarımdaydı o sırada. Onarımı yapan TİKA ve müteahhidi de bir Türk firmasıydı. Balkan ülkelerinde gezerken çok sayıda caminin TİKA tarafından finanse edilerek restarasyounun yapıldığına şahit oldum.


Şimdi sırada Soğuk Savaş Tünelleri var. Burası hemen Turizm Danışma ofisi arkasında bulunuyor. Burada bulunan bina zamanında Komünist Parti binası olarak kullanılmış, şimdi bir devlet dairesi. Hemen yanındaki bina ise Sosyalist Parti Binası. Burası kalenin hemen altında yer alıyor.


Bu tünelleri bir rehber eşliğinde geziyoruz. Rehber soğuk savaş döneminde özellikle Komünist Parti yöneticilerinin olası bir nükleer savaş sırasında korunması amacıyla yapıldığından söz ediyor. Burası daha sonra Enver Hoca muhaliflerine de hapishane olarak hizmet vermiş. 500 metre uzunluğundaki bu tünellerin finansmanını Çinliler sağlamış. 


İçerisi hem rutubetli hem de yeterli hava alma şansı yok burada. Bu yüzden rehber ve Nurşen dışarıda kalıyorlar ve ben yalnız geziyorum içerisini. İçeride o günden kalma eşyalarıyla çalışma odaları, havalandırma sistemi odası, KP. yöneticileri için hazırlanmış yaşam odaları, hapishaneye çevrilmiş odalar, bulunuyor.





Kaldığım kısa süre içinde bile kemiklerime kadar işleyen soğuğu hissediyorum. Bir de burada yaşamak zorunda kalan insanları düşününce...











Turizm ofisine dönünce, Eskişehir Anadolu Üniversitesinde okuyan bir Arnavut genç Donald Kale ile tanışıyoruz. Özellikle Enver Hoca ile ilgili bilgileri onun bakış açısından dinliyoruz. Arnavutların büyük çoğunluğunun ve özellikle gençlerin Enver Hoca'yı sevmediklerinden söz ediyor bize. Hoca'yı seven az sayıdaki insanın da yaşlılar olduğundan söz ediyor.






"Enver Hoca şu anda etnoğrafya müzesi olarak kullanılan evde dünyaya gelmiş ve 6 yaşına kadar bu evde yaşamış. Daha sonra Korçe'ye taşınmışlar. Enver iyi bir öğrenci değilmiş. Ailesinin desteğiyle öğrenim için Fransa'ya gitmiş ama başarılı olamayıp geriye dönmüş. Korçe'de bir süre öğretmenlik yapmış ama HOCA soyadını imam olan amcası nedeniyle almış. 1941 yılında Komünist Partiye girmiş, parti içinde Tito'nun da desteğiyle yükselmiş ve partinin lideri olmuş. Daha sonraki yıllarda Tito, Balkan birliği kurmak istemiş, Enver Hoca buna yanaşmamış ve Tito ile ilişkisini sona erdirmiş. 1961 yılına kadar Sovyetler Birliği ile iyi ilişki içindeyken, Kurşçev'in politikaları nedeniyle, onlardan da ayrılarak Çin ile birlik olmuş. 1978 yılında ise Çin'den de kopmuş ve Arnavutluğun kapılarını dünyaya kapatmış. İktidarı süresince muhaliflerine karşı sert tedbirler almış ve çok sayıda düşünür, aydın hapislere atılmış. 1993 yılında Komünist sistem yerini parlamenter sisteme bırakmış."

Kısaca Enver Hoca ile ilgili bilgileri bu gencin bakış açısından dinledikten sonra, benim de üniversite öğrencisi olduğum yıllarda Enver Hoca'yı desteklediğimi anlatıyorum gence. Gülüşüyoruz ve İzmir'de buluşmak için sözleşiyoruz.






Şimdi sırada Enver Hoca'nın doğduğu ev olan Etnoğrafya Müzesi var. Burası oldukça güzel bir konut. Tipik Osmanlı düzeni içinde bir bina ve mefruşatı bulunuyor. Doğduğu odayı da geziyoruz. Buradaki görevliler bize çok iyi yaklaşıyorlar.






Buradan "Büyük Fico Ailesine" ait bir konuta gidiyoruz. Bu bina da yine Osmanlı konutu mimarisinde yapılmış. Bina kapalı olduğu için, sadece kapı önündeki tabeladan, aile ilgili bilgileri okumakla yetiniyoruz.


Şimdi İsmail Kadare'nin doğduğu eve geliyor sıra. Buradaki görevliden da onunla ilgili kısa bir bilgi alıyoruz. 

" İsmail Kadare bu evde doğmuş ve 18 yaşına kadar bu evde yaşamış. Dedesi hakim, babası ise posta memuruymuş. Buradan Tiran Üniversitesine daha sonra da Gorky Dünya Edebiyatı Enstitüsü'nde okumak için Moskova'ya gitmiş. 1960 yılında Arnavutluğa dönmüş ve gazeteci olarak çalışmaya başlamış. 1990 yılında desteklediği Enver Hoca ile ters düşmüşler ve eleştirleri nedeniyle tehdit edilmiş ve tutuklanma korkusu ile Fransa'ya kaçmış ve yaşamını burada sürdürmüş."



Gjirokaster tarihi evleriyle de ünlü bir şehir. Yine bu ünlü evlerden biri olan Skenduli Evi'ne de gidiyoruz. Rehberlik yapan bir kadının eşliğinde geziyoruz burasını. Binayı gezdirirken detaylı olarak anlatıyor, bıkmadan usanmadan. İçinde kışlık ve yazlık yaşam yerleri de bulunan ilginç bir bina burası.








Evin bahçesinde bize üzüm ikram eden bu Arnavut delikanlı ile de resim çekilmeliyim, değil mi?







Artık Saranda'ya yola çıkma zamanı. Dün geldiğimiz bol virajlı dar yoldan geçerek Saranda'ya varacağiz. Ama Saranda'ya varmadan önce, yolumuz üzerindeki "Mavi Göz"e uğramalıyız.


Burası bir nehrin başlangıç noktası, yani kaynağı. Kaynak noktası da resimdeki gibi mavi olup göze benzediği için de, Mavi Göz adını vermişler buraya. Kaynak suyu oldukça soğuk ve ben sadece kısa bir süre için suya ayaklarımı sokabilirken, gençler ahşaptan hazırlanmış bir platformdan bu suya atlıyorlardı.


Burası oldukça güzel bir mesire yeri aynı zamanda. Burada bulunan restoranlardan birinde öğle yemeğimizi, deniz ürünleri tabağı ve buz gibi bira eşliğinde yiyoruz.

Şimdi artık Saranda'ya dönme vakti. Yol üzerinde bu kaynaktan beslenen su ile çalışan iki adet hidro elektrik santrali de bulunduğunu görüyoruz. 

Saranda'ya varınca, orada kalmak istemiyoruz. Prizren'den akrabam İdriz Ahmetaj'ın önerisi doğrultusunda Ksamil'e gidiyoruz. Ksamil'de ellerinde kiralık daire yazısı bulunan çok sayıda insan bulunuyor. Onlardan biriyle anlaşıp, bir müstakil evde kalıyoruz bu akşam için.

İYİ SEYAHATLER


Hiç yorum yok: