TÜRKİYE - BEYLERBEYİ SARAYI (AKİF YİĞİTBAŞ)


TEMMUZ 2019

Kısa İstanbul gezisinde dar zamanda gezmeyi vakit bulduğum yerlerden biri de Beylerbeyi Sarayı oldu. Sarayın ana girişinden sonra fotoğraf çekmek yasak olduğundan o muhteşem tavan süslemelerini, o dönemden kalma mobilyaları, avize, halı ve diğer süslemeleri tek tek fotoğraflamam mümkün olmadı ise de boynumdan asılı makinanın zaman zaman düğmesine basarak gelişigüzel 2-3 fotoğrafta almış oldum.

Farklı tarihsel dönemlerde inşa edilen yapıların ardından Sultan II Mahmut (1808-1839) döneminde yaptırılan ahşap sarayın yanması ile Sultan Abdulaziz (1863-1856) yılları arasında sarayı ve ek binaları yaptırır. Mabeyn ve harem bölümlerinden oluşan sarayın ana binası ziyarete açık, deniz köşkleri, tünel ile üst bahçelerde büyük havuzun etrafında ki Sarı Köşk, Mermer Köşk ve saltanat atlarını barındırmak maksadıyla yapılan ahır köşk ise ziyarete kapalıdır.

Yazlık bir saray olarak inşa edildiğinden özelikle yabancı konukların ağırlanması maksadıyla kullanılmıştır. Avusturya – Macaristan İmparatoru Franz Joseps (1869). Fransız İmparatoriçesi Eugenie (1869), Karadağ Prensi Nikola (1874) ve Alman İmparatoru II. Wilhelm gibi çok sayıda konuk burada ağırlanmıştır.


Yazlık Saray olarak da inşa edilmiş olsa Topkapı ve sonradan yapılan Dolmabahçe Sarayında ki yerleşim mantığı hemen hemen aynı duruyor. Odalar;
Mabeyin-i Humayun
Hatem—i Humayun
Hünkar Dairesi
Valide Sultan Dairesi
Kadın Efendi ve İkballer Dairesi
Başmabeyn Odası
Vezir Odası
Yaverler Odası
Valide Sultan Kabul Odası
Esvap Odası ve Banyo Odası gibi odalar vardır.
Tabii birde bunlara ek olarak görevlilerin kaldığı müştemilat yapılarda var ama onları tek tek yazmayayım diye düşünüyor olmakla birlikte deniz kenarında bulunan sultana ve kadın efendiye ait simetrik olarak duran iki adet deniz köşkü de görülmeye değer duruyor.
Sarayın tavan süsleme ve resimleri de elbette görülmeye değerdir. Tavanlarda ki resimler “Bağdadi” sıva ve tuval (keten bezi) üzerine yağlıboya tekniği ile yapılmıştır. Bağdadi sıva üzerine yapılan resimler ressam tarafından yerinde yapılmış, tuval bezi üzerine yapılan resimler ise sipariş üzerine ressamlara yaptırılmış ve tavana aplike edilmiştir. Deniz ve gemi konulu bu resimler sarayı inşa ettiren Sultan Abdulaziz’in denizciliğe verdiği önemin yansımasıdır.
Belki diğer emperyal krallık saraylarına göre bizim saraylar daha mütevazi veya küçük dursa da bu haliyle dahi ihtişam ve estetik her yerde göze çarpıyor. Mesela girişte heyetlerin kabul edildiği “Halatlı Oda” olarak adlandırılan ve tüm mobilya kenarlarında halat figürü kullanıldığı için bu adla anılan oda dahi tek başına görülmeye değerdir.
Sarayın bir önemli özelliği de Sultan II. Abdulhamid ise tahtan indirilmesinin ardından sürgün edildiği Selanik’ten Balkan Harbi sonrası 1914 yılından vefat ettiği 1918 yılına kadar bu sarayda zorunlu ikamete tabii tutulmuş olmasıdır. Gezim esnasında da beni en çok etkileyen ve hüzünlendiren onun kaldığı oda ve son nefesini verdiği yatak oldu. (Yukarıdaki resim)
Hiç kimse ile görüştürülmediği dönemlerde zaman zaman dini bayramlarda ailesi ile görüşmesine izin verildiğinde çocukları ve torunları ile bu sarayda hasret gidermesi, ömrünün çilesini burada çekmiş olması, imparatorluğun elden gidişini ve çıkışını ne yazık ki çok az alabildiği haberler ile buradan izlemek zorunda kalması beni hüzünlendirdi.


Çeşitli Batı üsluplarının Doğu Üslupları ile kaynaştırıldığı sarayın iç mimarisi, kullanım özellikleri bakımından Türk Evi Planına benzemekte ve bodrumla birlikte üç katlı olarak inşa edilen sarayda 24 oda 6 salon yer almaktadır. Tabanlar Mısır’dan getirilen hasırlar ile kaplıdır. Türk – Hereke yapımı halılarFransız – Baccarat kristalinden yapılan avizeler, İngiliz, Fransız ve İstanbul Haliç Tersanesi’nde yapılmış saatler ile Çin, Japon Fransız, Alman ve Türk (Yıldız Porseleni) vazolar sarayın odalarında dekerosyona ayrı bir renk vermektedir.
Yine o dönemde sanata düşkün Sultan Abdulaziz’in tunçtan at sırtında yapılan heykeli de görülmeye değerdir. Herhalde kendi heykelini yaptırmış olması nedeniyle ilk ve tek padişah diyebilirim ve zaten başka da bilmiyorum.


Sarayı gezer iken ne mi düşündüm. O dönemde burada görevli biri olarak kendimi hayal ettim. Tebaanın adeta savaş meydanlarında ölüm kalım savaşı verdiği dönemde her bir şeyden habersiz sadece kendi ikbalinin peşinde olup istikbalinin derdinde olmayan zevattan biri olmakla o dönemde ne kadar bahtiyar biri olabileceğimi hayal etmekten rahatsız oldum.
Diğer yandan bu şatafatın ve bir parçası olmuş olmanın verdiği hazla bu sistemin nasıl bir savunucusu olabileceğimi de hayal ettim.
Sadece bu sistemde var olabileceğimi ve sistem dışında kalmakla yaşamla olan bağımın kapabileceğini de hayal ederek irkildim.


Diğer yandan her dönemin ve her dönem insanının kendi dönemine ait bir dünyası olduğunu ve aslında her insanın kendi dünyasında yaşadığını düşündüm.
Belki başkalarının gözünde şu an bizde kendi dünyamızda onlardan bihaber yaşıyoruz taa ki saray dediğimiz sanal taş duvarlar, makam dediğimiz görünmez tahtlar, rütbe dediğimiz unvanlar gün olup bizden ayrıldığında ve gök kubbenin altında bir başımıza kalana kadar.

İYİ SEYAHATLER

Hiç yorum yok: