MUHTELİF TARİHLER
KÖKLERE SEYAHAT
Biz köken olarak Kosova'lıyız. Dedem 1925 yılında yaşadığı Ferizaj'e bağlı yaşadıkları Nerodime köyünden küçük yaştaki çocuklarını toplayıp Türkiye'ye göç etmiş. Dedemi hiç tanımadım, babaannemi de ben küçük yaştayken kaybettik. O yüzden geçmiş ile ilgili bilgileri, orada doğan ama 3 yaşında Türkiye'ye gelen rahmetli babamdan duyduklarım kadarını biliyordum.
Kosova'ya bir kaç kez gittim. İlk gidişimde, ailemle birlikte, kendi aracımızla, Kapıkule, Sofya, Üsküp, Prizren yolunu takiben Kosova'ya varmıştık. Makedonya sınırından, Kosova'ya geçtikten sonra iki yol var, birisi Prishtina tarafına diğeri is Prizren tarafına doğru giden. Akrabalarımız Prizren'de olduğu için bu yolu tercih ettik. Orada olduğumuz gün Ramazan bayramının ilk günü ve çok güzel bir sonbahar günüydü. O dar ve kıvrımlı yoldan Prizren'e doğru ilerlerken, Balkanlar'ın o güzel dağlarında sarı, yeşil, bakır rengi, kahvenin tonlarıyla çok güzel manzaralara şahit olduk.
Bir yerde durup manzara izlerken , küçük oğlum Deniz'in "Oh be memlekete geldik" diye bağırışını unutamam. Ben bile Türkiye'de dünyaya geldim ama çocuklarımın Kosova sevgisi nedense çok fazla.
Yolda ilerlerken çocuklar "Baba dur burada bir UÇK anıtı var "dediler, arabayı durdurdum. Aşağıya indik, Sırp saldırısına karşı anıtı bekleyen BM görevlisi iki Türk polis ile karşılaştık. Bulundukları vadiden telefonları çekmediği için henüz aileleri ile bile bayramlaşamamışlardı. Biz de ilk onlarla bayramlaştık. Görevleri bitmek üzereydi ve iki başka ülke vatandaşı görevli ile nöbet değişimi yaparak bizi Sırp köyü olan Strepçe'ye davet ettiler. Daha o dönemde Kosova belirsizliğini koruyordu ve her an Sırp saldırıları başlayabilirdi. Strepçe köyüne gittik bir kafede oturup Türk kahvesi istedik. Belinde silahlarıyla iki güvenlikçi vardı yanımızda..!!! Polislerimiz bize bu köyde oturan Sırpların, yakındaki müslüman Arnavut köyü Gotovushe'den 100 kişiyi öldürdüklerini anlattılar. O sırada oğlum Doruk, yoldan geçen dikkatle bizi izleyenleri göstererek, " Baba bunların hepsi katil değil mi? " diye soruşu, ne zaman o yöreyi düşünsem aklıma gelir.
Kahvelerimizi içip yola çıkmak istedik, Türk polisler bizi yemeğe götürmek istediler, ancak götürdükleri restoran bayram nedeniyle kapalıymış. Ayrılırken sanki 40 yıllık dostlarından ayrılıyorlarmış gibi yüreklerimiz karşılıklı burkuldu. Onlara Manisa'dan getirdiğimiz Manisa Mesir Lokumu hediye ettik. Vedalaşarak ayrıldık.
Prizren'e varınca ilk olarak Türk köyü olan Mamuşa Köyü'ne gittik . Burada bir BM görevlisi Türk birliği vardı. Onlara bayram ziyaretinde bulunduk ve Manisa Mesir lokumu hediye ettik kendilerine. Onlar da bize ikramda bulundular daha sonra karavana yemeğe davet ettiler. Zevkle tekliflerini kabul ettik ve güzel bir sohbetten sonra oradan ayrıldık. O sırada bayramlaşmaya gelen, Mamuşa köyü gençleriyle de bayramlaştık.
Korisha köyünde yaşadıklarını bildiğimiz ama daha önce hiç tanışmadığımız akrabalarla tanışmaya gelmişti sıra. Köye girdik, daha önce yeğenimin ziyaretinde çektiği fotoğraflardan bildiğimiz işlemeli bir kapının önünde durduk. Dışarı çıkan bayana kendimizi tanıtmak istedik ama hiçbirimiz Arnavutça bilmiyorduk. Türkçe, İngilizce birşeyler söylemek isterken, o hanım Türkçe konuşmaya başladı ve çok şaşırdık.
Daha sonra adının Vezire olduğunu öğrendiğimiz bu teyzemize " Türkçe'yi nereden biliyorsunuz? " diye sorduğumuzda "Ben Prizrenliyim" dedi. Prizren'de çoğunluk Türkçe konuşuyor. Bu nedenle, Prizrenliyim demek Türkçe bilirim anlamına da geliyordu. Burada dil konusunda hiç bir sıkıntı çekmezsiniz. Bir çok Türkçe tabela da görebilirsiniz şaşırmayın. Vezire teyzenin, babaannemin kardeşinin gelini olduğunu öğrendik.
Bizi yine akrabalardan Davut'un evine götürdü ve bu aile bizi
çok sıcak karşıladı.Vezire teyzenin tercümanlığıyla anlaşırken evin küçük kızı, 8-10 yaşlarındaydı o zaman, Besa "I am speaking English" diye Deniz'in önüne dikildi. Oh dedik kendimizi daha iyi ifade edebileceğimiz için. Ablası Marigona da İngilizceyi güzel biliyordu. Orada bulunduğumuz sürece onların tercümanlığı bizi çok rahatlatmıştı.
Yugoslavya'nın bölünmesi döneminde çok büyük acılar yaşadı Kosova. Müslüman Arnavutların, Türklerin köyleri, evleri, camileri Sırplarca yakılıp yıkılmıştı. Korisha köyü de bu saldırılardan nasibini almış, Sırplar, köyden çok sayıda insanı da katletmiş, evleri yakıp yıkmış. Bunları anlatıyor bize oradaki akrabalarımızdan Davut. Kendisi de bir UÇK'lı olarak onlarla yapılan mücadelede yerini almış. Sırp saldırıları sırasında yanlarına biraz eşya alarak, Arnavutluk'a kaçmış yaşlılar, kadınlar, çocuklar. NATO müdahalesiyle sağlanan güvenliğin ardından köye dönüş yapmışlar. Yakılan, yıkılan evlerin yerinde şimdi daha güzel ve modern evler yerini almış. Kosova'ya ilk gidişimde köylerde ilk yapılanın yeni camiler olması dikkatimi çekmişti.
Babamın doğduğu köy olan Nerodime köyüne gittik. Bize burada Süleyman isimli bir Türk tercümanlık yapmıştı. Sora sora en sonunda babamın doğduğu evin kalıntılarını ve bize ait olan genişçe bir araziyi bulduk. Türkiye'ye dönerken babama köyünün çeşmesinden su, doğduğu evin kalıntılarından da bir parça hediye olarak getirdik. Babam vefat edince de bu toprağı mezarına serptik. Daha sonra annemi de Kosovaya götürdüğümde bu köyü tekrar ziyaret ettik.
Marigona'nın düğün nedeniyle bulunduğum Korisha köyünde Mehdi Sejdiu ismindeki bir Arnavut ile tanıştım. Mehdi güzel bir İngilizce konuşuyor kendisiyle dost ve arkadaş olduk. Sohbetimiz sırasında, babamın köyü olan Kashtanyeva'nın olduğunu söyleyince çok heyecanlanmıştım. Dönüşümüzdeki son gün köye gitmeyi denemiş ama geç kalışımız ve aracımızın mevcut yollara uygun olmaması nedeniyle, köye ulaşamamıştık. Sadece kardeşimle okulunun önünde resim çekilebilmiştik.
Bu nedenle 3 ay sonra tekrar Kosova'ya geldim. Prishtina havaalanından, Ferizai'ye bir taksi ile ulaştım. O gece orada geceledim, Ertesi gün Mehdi, Davut ve ben , Mehdi'nin arazi aracıyla, ata topraklarına doğru yola koyulduk. Önce asfalt, sonra toprak, daha sonra da patika gibi bir yoldan ilerleyerek Kashtanyeva'ya vardık.
Kashtanyeva çok büyük bir alana yayılmış olan eski bir köy. Atalarımın yaşadığı bölgeye geldiğimizde, tamamen hayal kırıklığına uğramıştım, çünkü karşımızda sadece yıkık dökük evler, yine aynı durumda bir okul ve cami vardı. Orada yaşayan tek bir kişi bile kalmamıştı.
Köyün bir mezarlığı vardı, ama mezarların çoğunun üzerinde isimlerin yazılı olduğu bir şey yoktu, sadece mezar başlarına bir tane taş dikilmiş durumdaydı. Sadece resimdeki taşta isim ve bilgileri vardı . Atalarım burada yatıyorlardı ama hangi mezarda kim, onu bilmem mümkün olmadı. Hayal kırıklığı içinde geriye döndüm.
KÖKLERE SEYAHAT videosunu izlemek için tıklayınız..
PRİZREN ile ilgili yazımı okumak üzere tıklayınız......
İYİ SEYAHATLER
1 yorum:
Küçükkken ilkokulda yaz tatilii dönüşü köyünü anlatanları çok kıskanırdım. Bizim köyümüz yok demek beni üzerdi. Düşünsenize köyünüze gitmek için pasaport gerekiyor. Bu garip bir şekilde bende travma değil belki ama eksiklik gibi bir durum yaratmış olsa gerek memleket olarak sorulduğunda kesinlikle Makedonyalıyım ve Arnavutum deme ihtiyacı hissediyorum. Duygularınız o yüzden yazıdan geçti bana, kaleminize sağlık.
Yorum Gönder